Mescid-i Aksa ile ilgili bölgesel bir savaş Filistin davasını yeniden canlandırabilir mi?
"İsrail" uzun süredir Arap ve İslam uluslarının kendi topraklarını ve Filistinlilerin topraklarını kurtarmak için ona saldırmasından endişe duymadı, bugün yeni bir denkleme daha yaklaşıyoruz. "İsrail" ile çok cepheli bir savaş, Filistin kurtuluş mücadelesindeki...
Kutsal Ramazan Ayı boyunca Mescid-i Aksa yerleşkesine İsrail'in şiddetli saldırıları, Filistin'de işgal etmiş olduğu topraklarda ve belki de ötesinde yeni bir şiddet dalgası tehdidinde bulunuyor. Filistin sorununun bölgesel boyutu neden Batı analizlerinin dışında bırakılıyor ve yeni bir 'Arap-İsrail' savaşı nasıl bir fark yaratacak?
Geçen Mayıs ayında, Gazze Şeridi'ndeki silahlı direniş gruplarının 'Ortak Odası', defalarca saygısızlığa maruz kalan ve ibadet edenlerin saldırıya uğradığı Mescid-i Aksa'yı savunmak için İsrail rejimine utanç verici bir geri dönüşe sebep olan, Seyfü'l-Kudüs (Kudüs'ün Kılıcı) diye bilinen askeri bir operasyon başlattı. Şimdiki adıyla 11 günlük savaş, Gazze Şeridi'nde kitlesel ölüm ve yıkım anlamına geliyordu. Kabaca katledilen 270 Filistinli ve öldürülen en az 14 İsrailli (öldürülen asker sayısı hala doğrulanmadı), Filistin tarafındaki acının çok daha büyük olduğunu açıkça gösteriyor. Ancak, sadece Gazze'den değil, işgal altındaki Filistin'in her yerinden başlatılan "İsrail" ile savaşta kazanılan sembolik zaferler, İsrail rejiminin ateşkes için yalvarmasına neden oldu.
Seyfü'l-Kudüs savaşı, modern Filistin silahlı mücadelesinin tarihinde, Karameh muharebesi gibi silahlı mücadelenin sembolik bir itici gücü olarak ortaya çıkan önemli bir göstergedir. 1968'de FKÖ'nün [Filistin Kurtuluş Örgütü] güçlerini bir araya getirdiği ve Ürdün ordusunun İsrail rejimine karşı savaştığı Karameh savaşı, FKÖ için "İsrail"e karşı konvansiyonel bir askeri zafer değildi fakat "İsrail"in yenilebilir olduğunu kanıtladı. Ancak Karameh savaşı, İsrail askeri araçlarının imha edilebileceğini ve ordularının 15 saatten fazla savaşılabileceğini ve özel bir Arap savaş gücüne karşı kesin bir askeri zafer elde edilemeyeceğini kanıtladı.
Mayıs 2021'e kadar, Gazze'deki silahlı grupların İsrailli muhaliflerini kurnazlıkla alt edemeyeceği ve herhangi bir savaşın önceki savaşlarla aynı sonuçları doğuracağı genel olarak düşünülüyordu. Bu durum, Gazze'deki kitlesel ölüm ve yıkım, kuşatma altındaki bölgenin diğer tüm cephelerden tecrit edilmesiyle birleşti. Seyfü'l-Kudüs savaşı bu düşünce tarzını tersine çevirdi ve bölgesel olarak güçlü bir mesaj gönderdi. Ardından Gazze Şeridi'nde Filistin halkını birleştirebilecek, İsrail'i alt edebilecek ve Filistin hareketi için alternatif bir yol sağlayabilecek tam bir birleşik askeri güç ortaya çıktı.
Hamas'ın önderlik ettiği zaferi bu kadar önemli kılan şey, Arap ve İslam uluslarının Filistin davasına bakış açısını ve kurtuluşun sağlanacağı temel araç olarak silahlı mücadelenin yeniden doğuşunu ifade eden savaşı dönüştürme yeteneğiydi. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), ikinci İntifada'nın sonunda silahlı mücadeleyi tamamen terk etmiş, bunun yerine "İsrail" ile sonuçsuz diyalog peşinde koşarken, kendisini yalnızca Tel Aviv'in yararına olan "güvenlik koordinasyonu"na adamıştı. Filistin Yönetimi, bu yılın başlarında resmen FKÖ'yü kendi içine aldı. Bu, Filistin Yönetimi'nin FKÖ'nün bir dalı olması yerine rollerin artık tersine çevrildiği anlamına geliyor.
2002 Arap Barış Girişimi, uzun süre Arap Rejimlerinin fikir birliği pozisyonuydu; normalleşme ancak 1967'de işgal edilen topraklardan çekilmenin ve Başkenti "Doğu Kudüs" olan bir Filistin Devleti'nin kurulmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas'ı gören Trump dönemi “İbrahim Anlaşmaları”, "İsrail" ile ilişkileri normalleştirmek için Ürdün ve Mısır'a katıldı ve bu Arap Barış Girişimi'nin ölümü demekti. Filistin Yönetimi'nin arkasında hiçbir bölgesel gücü yok, yani iki devletli bir çözüm yoluyla zorlamak için kullanabileceği "İsrail" üzerinde hiçbir etkisi yok. Filistin Yönetimi, Arap ve İslam dünyasının kitlesel desteğiyle sembolik bir güce bile sahip değil, üstelik demokratik seçimleri engellemeye devam ediyor.
Filistin davası uzun süredir Arap ve İslam dünyasının temel meselesi olmasına rağmen, Irak, Libya, Suriye ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik saldırganlık içeren savaşlar ile birlikte bu durum, geçmişte Filistin meselesine gösterilen ilginin önüne geçti. Şimdi, bölgedeki acılara rağmen Filistin yeniden gündemin başında, ancak Kutsal mekanların korunması, devrim ve nihai kurtuluşa doğru ilerlemek için hala yapılması gereken işler var.
Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi yeni bir İntifada'nın önündeki başlıca engeldir, bu Filistin Yönetimi yavaş yavaş zayıflıyor ve birçok alanı kontrol edemediği ortaya çıkıyor ki bunun en bariz örneği Cenin kampıdır. İsrail işgal güçleri Filistinlilerin faaliyetlerine ilişkin istihbaratlarının büyük kısmını Filistin Yönetimi'nden alıyor. Şu anda, Filistin Yönetimi'ni elinde bulunduran iktidardaki Fetih Partisi içinde örgütün kimliği üzerine devam eden bir savaş var gibi görünüyor ve Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'ndeki yönetimin bu aşamasının iki olası sonucu var; Filistin Yönetimi'nin tamamen çöküşü ya da "İsrail"e karşı daha düşmanca bir tutum izleyecek yeni bir Fetih liderliği. Her iki durumda da, "İsrail" Batı Şeria'da son derece zor bir duruma düşecektir.
"İsrail"e karşı Bölgesel Cephe
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, geçen yılki Seyfü'l-Kudüs savaşının ardından, Kudüs'te herhangi bir savaşı "İsrail" ile bölgesel bir savaşa dönüştürecek çok uluslu bir güç oluşturmaya çalıştığını açıkladı. Daha sonra, Irak Halk Seferberlik Birlikleri, Yemen'in Ensarallah'ı ve Filistinli fraksiyonlar içindeki grupların tümü bu misyona imza attı.
Batı medyasında, Mescid-i Aksa yerleşkesinde ibadet edenlere yönelik tekrarlanan saldırılara ilişkin haberler, yalnızca İsrail güçlerinin imajını korumak için yalanlarla dolu olmakla kalmadı, aynı zamanda bu tür saldırıların tetikleyebileceği olası bölgesel tepkiyi de dışarıda bıraktı. Öyle görünüyor ki, bulmacanın bu parçası henüz Batı analizine dahil edilmedi, bu da sadece Hamas'ın ve İslami Cihad'ın Gazze'den olası tepkisini incelemeye kadar gidecek.
Salı günü gerçekleştirilen çok uluslu bir 'Kudüs Günü' programında, 'İsrail'i ele geçirme ve Kudüs'e karşı saldırganlığını yenilgiye uğratma sözü veren bölgesel eksenin yeniden ortaya çıktığını gördük. Bu pogramın belirleyici unsuru, hepsi Kudüs'ü özgürleştirmek için silahlı mücadeleyi kullanacak bölgesel bir koalisyondan bahseden Lübnan, Yemen, Irak ve Filistin'den direniş gruplarının liderleriydi. Hamas lideri İsmail Haniye, Filistin meselesinin "müzakere masasında çözülemeyeceğini" söylerken, Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah örgütünün Kudüs için mücadelenin ön saflarında yer alacağını duyurdu. Arap normalleşmesi konusu da programda ele alınan merkezi bir konuydu ve direniş grupları koalisyonunun bölgeye silahlı mücadele yoluyla bir mesaj göndermeye çalıştığını gösteriyor.
Bu noktada "İsrail" ile çok cepheli bir savaş, Filistin'in kurtuluş mücadelesindeki denklemi tamamen değiştirecektir. Lübnan, Yemen ve Irak, Filistinlilerle birlikte bir savaşa girerse, bu sorunu tamamen değiştirecek ve uluslararası toplumu Filistin mücadelesini ciddiye almaya zorlayacaktır. Ancak en önemlisi, direniş koalisyonunun dışında faaliyet gösteren Arap ve İslami liderler, böyle bir savaş çıkarsa çatışmadaki rollerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklar. Bu resimdeki tek eksik parça Suriye'dir, eğer Şam durumdan yararlanır ve Golan Tepeleri'nde bir saldırı başlatırsa, bu ülkeleri bölgesel olarak Suriye hükümetiyle yeniden ilişki kurmaya zorlayacak ve Suriye'ye Filistin için bir çözüm arayışında merkezi bir rol verecek, işgal altındaki topraklarının kaderini Filistinlilerinkilere bağlayacaktır.
"İsrail" uzun süredir Arap ve İslam uluslarının kendi topraklarını ve Filistinlilerin topraklarını kurtarmak için ona saldırmasından endişe duymadı fakat bugün yeni bir denkleme daha yaklaşıyoruz. Önümüzdeki engeller: Uluslararası alanda kabul edilen Filistinli temsilciler kimler olacak, bölgeyi "İsrail" ile çok yönlü bir yüzleşmeye nasıl getirebiliriz ve Üçüncü İntifada'nın tam olarak başlatılması için nasıl çaba gösterilmelidir? soruları ile ifade edilebilir. Bu sorulara cevap verilebilirse, Filistin davası, sadece bölgesel olarak merkezi mesele olmakla kalmayacak, Filistin'i kurtarmak için hiç olmadığı kadar büyük bir güce sahip olacaktır. (Robert Inlakesh / Al Mayadeen)