Güçlü bir Akide ve gayretle hedefimize ulaşabiliriz
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran: 102)
Tarihleri, büyük fetihler ve kahramanlıklarla dolu olan Müslümanlar; günümüzde parçalanmışlık ve fikri ihtilaflar içinde güç kaybına uğrayıp büyük sıkıntılarla yüz yüze kalmış bulunmaktadır. Bunda şeytan ve taraftarlarının etkisi olduğu kadar, Müslümanların sorumluluklarını yerine getirmemelerinin de payı büyüktür.
Allah Teâlâ’nın rububiyet, uluhiyet, isim ve sıfatlarına, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere, gayba dair sabit olmuş diğer konulara, İslâm dininin esaslarına, Selef–i Sâlihinin üzerinde icma ettiği konulara kesin olarak inanmak, emir, hüküm ve itaat konusunda Allah Teâlâ’ya sarsılmaz bir kalple teslim olmak ve Efendimiz Hz. Muhammed’e (SAV) bütün varlığımızla uyarak; küfrün, nifakın ve zulmün fırtınalarına ve bozgunculuk tufanlarına karşı durabiliriz. İslâm düşmanlarının her geçen gün artan saldırıları karşısında ayakta durmanın ve direnmenin yolu sağlam bir akideden ve İslâm’a teslimiyetten geçmektedir.
Müslümanların varlığına tahammül etmeyen ve yeryüzünde İslâm’dan eser bırakmamak için çabalayan İslâm düşmanlarının her gün farklı şekillerde devam eden saldırılarına karşı durma ve bunları etkisiz hale getirme Allah Teâlâ’ya olan güçlü bir akideyle mümkündür.
Müslümanca yaşamanın, İslâmdışı düşünce ve hayat tarzlarının dayatmalarına karşı durmanın dayandığı kuvvet akidedir. Akide güçlü olursa sıkıntı ve zorlukların niteliği ne olursa olsun sahibini dimdik ayakta tutar.
Herşeyin Rabbi ve mutlak Malikinin Allah olduğuna, ortağının bulunmadığına ve tek yaratıcı, bütün kâinatı çekip çeviren, işlerini idare eden ve tasarruf eden, kulları yaratıp rızıklandıranın ve hayat veren ve canlarını alanın O olduğuna kesin olarak inanıp bağlanan insanın hayatında, dünyalıkların ciddi bir etkisi kalmaz. Zira bu inanç ve akide insana büyük bir enerji ve sarsılmaz bir kuvvet kazandırır.
Sahibini ileriye götürmeyen, küfürle, nifakla ve münkerat ile mücadeleye sürüklemeyen imanın bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir. Bahaneler üreten ve dünyanın aldatıcı cazibelerine gark olanlar gerçek bir kulluk yapamaz, İslâm’a ve Müslümanlara gereği gibi hizmette bulunamazlar. Ashab–ı Kiram, Selef–i Salihin ve onların izinde giden çağdaş İslâm davetçileri gibi her şart ve ortamda dimdik ayakta tutan bir imana sahip olunursa şeytan ve taraftarlarının vesveseleri, tehditleri ve müdahaleleri dünyevi olarak bir takım zararlar verse bile uhreviyete zarar veremeyecektir.
Allah Teâlâ’nın dinine hakkıyla iman edenler şeytana karşı mücadelede gaflete düşmezler. Onun hile ve tuzaklarını öğrenip sakınmak için çabalarlar. Allah Teâlâ’nın emir ve nehiylerine uyma noktasında bahaneler üretmenin şeytandan olduğunu bilmeli, ona göre tedbirlerimizi almalıyız.
Müslümanların akide bakımından güçlü oldukları dönemlerde İslâm düşmanlarının saldırılarının ciddi bir etkisi olmamıştır. Bunu fark eden İslâm düşmanları Müslümanların birliğini bozmak için ilk başta akidelerini zayıflatmaya ve onları şüphe içerisine düşürmeye çalıştılar. Akidede gevşeklik ve sarsıntıların oluşmasıyla peşi sıra gelen darbeler, Müslümanların büyük sıkıntılar yaşamasına neden oldu.
Allah’a gerçek manada iman etmiş bir Müslümanın dünyevi gelecek kaygısı taşımaması gerekir. Nasihat isteyen bir adama Ahmet Bin Hanbel (ra)’ın; “Rızkı Allah Teâlâ üstlendi ise bu telaş niyedir? Cehennem hak ise bunca isyan nedendir? Dünya fani ise dünyaya gönül bağlamak niyedir? Her şey Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderiyle ise bunca korku niyedir? Münker ile Nekir sorgusu haksa dünya ile avunma niyedir?” şeklinde yapmış olduğu nasihat ne kadar güzel bir hakikati ifade etmiştir.
İslâm, takip edilmesi gereken yolun çerçevesini çizmiştir. Allah Teâlâ’nın kitabı, Resulullah’ın sünneti, ashab, tabiin ve onları izleyen ümmetin muvahhid âlimleri ve davetçileri yolun nasıl sürdürülmesi gerektiğini göstermişlerdir. İman eden ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmek için çabalayan mümin;
–Allah Teâlâ’nın kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetine uymalı, hiçbir şeyi bunun önüne geçirmemelidir.
–Allah için sevmeli, Allah için buğzetmelidir.
–Her türlü ayrılık, tefrika, bölünme ve parçalanmadan uzak durmalı, safları birleştirmek ve aynı hedefler etrafında bir araya gelmek için çabalamalıdır.
–Nerede bulunursa bulunsun Müslümanlara yardım etmeli, sevinç ve kederlerine ortak olmalıdır.
–Kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemelidir.
–Hastalandıklarında Müslüman kardeşlerini ziyaret etmeli, onlara yumuşak ve güleryüzle davranmalı, dua etmeli, taksiratları için mağfiret dilemelidir.
–Müslümanların aleyhinde konuşulmasına ve Müslümanların bilgilerinin İslâm düşmanlarına verilmesine müsaade etmemeli, onlara gelebilecek zararları önlemeye çalışmalıdır.
–İyilik ve takvada yardımlaşmalı, iyiliği emredip kötülükten sakındırmalıdır. Müslümanların çocukları büyük bir bozulmayla yüz yüze bulunurken, bu kötü ortamı değiştirmek ve Müslümanları şeytan ve taraftarlarının tuzaklarından kurtarmak için daha fazla gayret sarf etmelidir.
–Akrabası olsa dahi, kâfirleri dost edinmemelidir.
–Giyim, kuşam ve davranışlarının İslâm’a uygunluğuna dikkat etmeli, gayri Müslimleri taklitten kaçınmalıdır.
Şeytan ve taraftarları, büyük bir ateş tutuşturmaya çalışmaktadır. Tutuşturdukları ateş, Müslümanların evlerine de sıçramakta, evlatlarını ya da yakınlarını felakete sürüklemektedir. Evlatlarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı ve diğer Müslümanları bu felaketten kurtarmak en önemli vazifelerimizdendir. İslâm’ı öğrenip öğreterek, yaşayarak bu büyük yangının önünde durabiliriz. Her türlü ihmal ve gevşeklik, bu yangının her şeyimizi yok etmesine ve felaketin bize ağır kayıplar verdirmesine yol açabilir. Bunun için elimizi çabuk tutmalı ve çok fazla çalışmalıyız.
Rabbim bizleri, İslâm ve Müslümanlara hizmeti meslek edinen kullarından eylesin.
Allah’a emanet olun.
Başyazı / İnzar Dergisi – Ocak 2016 (136. Sayı)