Yetersizlik tuzağından kurtulmak
Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa, Türkiye’nin geçmişindeki olumsuzluklardan ders alan, geleceği hedefleyen, farklı kesimleri tatmin eden bir düzenleme olmalı. Anayasanın demokratik dünyanın standartlarını yakalayabilmesi de oldukça önem taşıyor. Kısacası hem içerde hem dışarda çıtayı geçebilmeli yeni anayasa. Aksi halde yeni bir düzenleme faydadan çok zarar getirebilir.
1876 Anayasası mutlak monarşiden uzaklaşmış bir parlamenter sistemi kuramadı. 1924 Anayasası geniş kısımların dışlanmasına ve tek partili bir sistemin inşasına engel olamadı. Demokrasiye geçişten sonra revize edilmediği için güvenceleri olmayan bir anayasa olarak varlığını sürdürdü. 1961 Anayasası vesayet kurumlarını yerleştiren ilk düzenleme oldu.1982 Anayasası vesayet sistemini sürdürdüğü gibi, özgürlükleri aşırı sınırlandırmayı sağlayacak bir felsefeyi benimsedi.
Tüm bu anayasaların getirdiği olumlu düzenlemeler de var kuşkusuz. Bugünkü kazanımlarımız bu olumlu düzenlemeler sayesinde ortaya çıktı. Demokratikleşme, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti yolunda anayasacılığın ilk dönemlerinden beri adımlar atıldı. Tanzimat Fermanından beri birçok hak ve özgürlük hukuk sistemine girdi. Ama, yukarıda sayılan nedenlerle geçmiş anayasalar tüm toplum kesimlerini kapsayıcı, çoğulcu demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile uygulamaya geçiren, hukuk devletini inşa eden, katılımcı ve özgürlükçü bir sistemi kuramadılar.
Şimdiye kadar anayasalarımızın hiç biri halkın ağzıyla yazılmış bir başlangıca sahip olmadı. Son iki anayasada soyut “millet” adına devlet tarafından kaleme alındığı belli, çoğulculuğa kapalı, çeşitli toplumsal kesimlerin kendilerini içinde hissetmedikleri başlangıç metinleri kaleme alındı.
Halkın güven duyduğu bir anayasal çerçeve oluşturulamadı. Halk ve seçtiği temsilcilerin rasyonel politikalar oluşturmayacağı düşüncesinden hareketle, bir üst devlet aklının varlığına ihtiyaç duyuldu.
Bu nedenlerle anayasal sistemimiz, “melez sistem”, ya da “yarı demokrasi” olarak adlandırılıyor. Değişmesi gereken de burada karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin yeni anayasası hem felsefesi hem de normatif düzenlemeleriyle “tam demokratik” bir düzeni kurmak zorunda.
Yeni anayasa hakkında gerek akademik gerekse siyasi yorumlar günümüz demokratik değerlerini ve hukuk devleti anlayışını yansıtan bir anayasa olduğuna işaret etmeli.
Türkiye’nin daha nice yıl beyhude kürek çekmemesi, siyasi çatışmaların demokratik araçlarla sürdürülmesini sağlayabilmesi, “eksik demokrasi” sıfatından kurtulabilmesi yeni anayasanın içeriğinin önemini ortaya koyuyor.
Türkiye, ekonomi alanında “orta gelir” tuzağına düşmemeye nasıl gayret gösteriyorsa, anayasal sistemini de “yetersiz demokrasi” kapanından çıkarmalı, hem dünyanın hem de kendi halkının değer verdiği bir sistemi yürürlüğe sokabilmelidir.
Bu hedefle uyum sağlamayan düzenlemeler geleceğe yönelik bir ışık tutamayacaktır. Türkiye’nin ekonomik performansına sahip devletlerin çoğunun daha sağlam ve pekişmiş bir demokrasi ile yönetildikleri çağımızda çıtayı yükseltmek çok daha büyük bir önem taşımaktadır.
Tüm bu nedenlerle siyasi partiler önerdikleri kurum ve kuralların demokrasiyi nasıl pekiştireceğini ve hukuk devletini nasıl geliştireceğini ayrıntılı olarak açıklamalıdırlar. Tekil kavram ya da kurumlara sığınmamalı, anayasanın felsefesini ve ilkelerini, böyle bir anayasanın dünya anayasaları içinde nasıl bir yere sahip olacağını en yalın şekliyle ifade etmelidirler. (Yeni Yüzyıl)