Şehid Metin Yüksel
Metin Yüksel, tüm ömrünü şehadet özlemiyle geçirdi, şehid gibi yaşadı ve şehid gibi öldü... Desek, abartmış olmayız.
Metin Yüksel’in yakın arkadaşları olarak bizler buna şahidlik ettik.
Metin Yüksel’in yakın arkadaşları, kendisinden ‘Ben 25-30 yaşına varmam herhâlde, inşallah şehid olurum.’ cümlesini, onlarca kere işitmişlerdir. Ben Mehmet Ali Tekin olarak, belki de 100’den fazla kere bunu işittim.
Metin Yüksel, yaşının çok üzerinde bir olgunluğa, fikrî enginliğe ve ileri görüşlülüğe sahipti.
Bu özelliklerini hayatından bazı kesitler vererek, sizlerle paylaşayım:
Daha 14 yaşındayken kitap yazmayı denemiştir.
Bu kitap çalışmasından birkaç cümle:
İSLAM AHLAKı NASıLDıR – Ruhsat ve Azimet Başlığı altında, şu cümle dikkatimizi çekmekte: “Mükellef bir Müslüman, kendisine lâyık gördüğü dereceye göre, tecavüze karşı mukabele etmek imkânına haiz olsa bile; daha yüksek bir ahlâk derecesine erişen kimseler, kendilerini iyilikle mukabele etmek vazifesiyle mükellef kılarlar.”
“...Dinimiz, hodgâmlığı (egoism) kabul etmemiş ve digergâmlık (altrusime) esasını, bütün beşer sınıfları arasında yaymak ve genişletmek için, en dürüst yolu açmıştır.”
Olgunluğu ile ilgili olarak da, arkadaşlarının birçok şahid oldukları değişik enstantanelerden birine, Mehmet Şahin’in tanıklığına başvuralım:
İstanbul’un ileri gelen komünistlerinden Zeki Kotil öldürülmüştü ve komünistler cenazenin Fatih Camii’nden kaldırılacağını bildirmişlerdi. Amaçları, gövde gösterisi yapmak ve Müslümanlara gözdağı vermek idi. Metin, bunu anlamış ve mutlaka buna müdahale edilmesinin gerekliliğini tüm arkadaşlara söylemişti. Ancak o zaman, Vakıflar Yurdu’nun idarecileri, yurdun kapatılmasının söz konusu olabileceğini söyleyerek, kendilerinin bir şey yapmayacağını ve bizim de bir şey yapmamamız gerektiğini öğütlüyorlardı.
Cenazenin kaldırılacağı gün, Komünistler kalabalık olarak, konvoy halinde caddeden geçiyorlardı. Tam o sırada biz de, caddenin durağa yakın kısmında, 10-15 kişi kadardık. Slogan atarak, konvoydakilere cevap verdik.. Bir anda ortalık karıştı. Komünistlerde korkunç bir panik görülüyordu. Kimisi kaçıyor, kimisi saklanacak bir yer arıyordu. Metin, en öndeki otobüslerden birine girdi ve otobüstekilere konuşmaya başladı. Fatih’te hiçbir İslam karşıtının cenazesinin, hakaretamiz sloganlarla kaldırılamayacağını söyledi.
Biz olaydan sonra yurda geldik ve yurt sorumlularından K. isminde, ufak tefek çelimsiz biri vardı. Bizi görünce hiddetle yanımıza gelerek, hakaretler yağdırmaya başladı ve Metin’e tokat attı. Bizler şok olmuştuk. Metin bizi sakinleştirdi ve oradan uzaklaştırdı. Bu olay bizim çok zorumuza gitmişti. Metin bize dönerek, şöyle demişti: “Şu K.’e bir tokat atsam, yarısı boşa gider; ama bir Müslüman’a nasıl elimi kaldırabilirim. Bu olayı unutacağız.” Metin, böylesine sağlam kişiliğe sahip, nefsine sahip olabilen birisiydi.
İleri görüşlülüğü, ufkunun genişliği hayatının her safhasında tebarüz etmekteydi. İnsan ruhuna, özellikle de gençlerin ruhuna hitabeden bir ufka sahipti. Daha 1978’li yıllarda, marş kaseti yapmaya çaba göstermişti. Radyo istasyonu kurmayı hayal ediyordu. Fatih Akıncılar Dispanseri’ni açarak; Müslümanlar arasında ilk defa, sağlık alanında, halkın ihtiyaçlarını gidermenin önemine dikkat çekiyordu.
Ümmet bilincinin, Türkiye Müslümanları arasında gelişmesine öncülük edenlerin ilkiydi diyebiliriz.
Daha 1970’li yıllarda Filistin, Moro, Eritre, Keşmir, Filipin Müslümanlarının mücadelesinin Türkiye’de sesi olarak, bu mücadelelere destek vermeyi şiar edinmişti. Bu bapta İran’daki Müslümanların gösterilerine destek amacıyla, kendi elleriyle iki kez afiş yapmış ve İstanbul’un birçok semtine, arkadaşlarıyla birlikte asmıştı.
Metin Yüksel’i biraz tanıyanlar, cesaret ve gözüpekliğine hayran olurlardı. Buna örneği de kendi şahid olduğum bir olayı aktararak vereyim:
Metin ile ben bir gün, Fatih Camii’nin avlusuna çıkıyorduk. Oradan da Haydar’da bulunan Fatih Akıncılar Derneği’ne gidecektik. Bir ekip otosunun, caddenin karşı tarafından, İtfaiye-Beyazıt istikametine doğru gittiğini, Metin’in ikazı ile farkettim. Metin birden bana “Bunlar herhalde yazıları silmeye geliyorlar” dedi. Sanki içine doğmuştu. Bunu nasıl hissettiğini, yıllar geçtiği halde, hâlâ merak eder dururum.
Ekip arabası, Kıztaşı’ndaki kavşaktan geri gelip, duvarın dibinde durdu. Ekipte bulunan polislerin biri hariç hepsi, ellerinde kova ve fırçalarla indiler. Biz de bunun üzerine hiç vakit kaybetmeksizin onların yanlarına geldik.
Metin polislere:
“Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Ekipte şoförle birlikte, 4 kişi bulunuyordu.
Polislerden birisi:
“Bu yazıyı sileceğiz” diye cevapladı.
Metin de pek yumuşak olmayan bir tonla:
“O yazıya sakın dokunmayın!” diye karşılık verdi.
Polisler bunun üzerine, kova ve fırçaları toplayıp, minibüse binip, gittiler. Metin bana: “Bekleyelim bunlar buraya gene gelirler” dedi. Nitekim beş-on dakika sonra, aynı ekip tekrar geldi. Minibüsten, yine ellerinde kova ve fırçalarla indiler.
Metin:
“Niye geri geldiniz?” diye sorunca;
Polislerden birisi “Amirimiz emretti. Bu yazıyı mutlaka silmemiz gerekiyor!” diye cevapladı.
Metin, çok sinirlenerek: “O yazıya dokunmayacaksınız!” diye, sertçe bağırdı ve oradan ayrıldık.
Derneğe vardığımızda bana, “Acaba sildiler mi, ne dersin?” diye, sorarak merakını belirtmeye çalışıyordu.
Belli ki aklı, oradaki yazıda kalmıştı. İkimiz birlikte dernekten çıktık, yazının bulunduğu yere geldik. Gördüğümüze inanamadı; yazıya hiç dokunulmamıştı, “HAKİMİYET ALLAH’ıNDıR”ı silmemişlerdi, asırlardır silinemediği gibi. O an Metin’in yüzünde beliren gülümsemeyi, tebessümü hâlâ bu gün yaşamışçasına, çok canlı bir şekilde hatırlıyor ve bunu hiç ama hiç unutamıyorum.
(Yeni Akit)