'Kürtçe İlkel Bir Dil, Öğrenip de Ne Yapacaklar'
Avrupalı kâşifler, gemilere atlayıp yelken açtılar ve okyanusları aşarak kıtalar keşfetmeye başladılar. Yeni buldukları topraklarda karşılaştıkları insanların tipine bakınca, kendilerine pek benzemediklerini gördüler.
Derilerinin rengi farklıydı, konuşmaları ve inanç sistemleri farklıydı, hayat tarzları farkıydı.
Kâşiflerin 'Bunlar ne tür yaratık' demeleri meşhurdur.
Onlara ateş etmeleri, av partisi düzenlemeleri kayda geçmiştir.
Köle olarak kullanmaları, bin yıl da geçse sicillerinden silinmeyecek bir lekedir.
Onlara dinlerini ve dillerini dayatıp, kendi din ve dillerinden uzaklaştırdılar.
*
Afrika, batı ülkeleri için köle ticaretinin üretim merkeziydi.
Bitmez tükenmez bir kaynaktı.
İnsanlarını gemilere doldurup taşıdılar.
Madenlerini ve her türlü doğal kaynaklarını sömürdüler.
Amerika'da yapılan katliam üzerine çekilen filmleri, yazılan eserleri artık bütün dünya ezbere biliyor.
Avustralya'ya da uzandılar.
Sömürgecilerin Avustralya'ya ulaştığı dönemde, kıtada 250 ile 300 arasında yerli dili konuşuluyormuş.
Avustralya Üniversitesi Yerli Araştırmaları Merkezi'nden bir bilim adamı, bugün bu sayının 150 civarında olduğunu ve yalnızca yüzde 6'sının 'ana dil' olarak konuşulduğunu belirtiyor.
*
Kıtanın sömürgeleştirilmesi sırasında, kültürel baskı altında yok olan Aborijinlere ait bir azınlık dili, bugünlerde yeniden canlandırıldı.
Kaybolan dil 93 yıl sonra yeniden konuşulmaya başlandı.
Adelaide şehrinde Aborijinler tarafından konuşulan Kaurna dili, Güney Avustralya'da 1860'lı yıllardan itibaren kaybolma sürecine girdi.
O dili konuşan son kişi 1920'lerin sonlarında öldü.
Artık hiç kimsenin konuşmadığı Kaurna dili, iki Alman'ın kayıtları sayesinde yeniden konuşulur oldu.
*
Misyonerler, Güney Avustralya'ya vardıkları 1838'den sonraki 18 ay içinde, 2000 Kaurna kelimesi ile 200 cümleyi tercüme etmiş ve dil bilgisi kurallarını içeren bir çalışma üretmişler.
Christian Teichelmann ile Clamor Schurmann adlı iki Alman, 'On Emir', altı tane Alman ilahisi ve bir okul duasını da Kaurna diline çevirmişler.
O dili, altı yıl boyunca eğitim dili olarak da kullanmışlar.
Daha sonra okul kapanmış, dil yasaklanmış, İngilizce mecburiyeti getirilmiş.
Onların bu kayıtları sayesinde kurs açılmış ve kaybolan dilin yeniden canlanması sağlanmış.
*
Dışarıyı bırakıp içeri dönelim...
Anadilde savunma hakkı tanınması, üniversitelerde Kürtçe bölümü kurulması, Kürtçe yayın yapılması ve kursların açılması gibi gelişmelere karşı çıkanları görünce, yukarıda anlattığım konularla mukayese etmek mecburiyeti doğdu.
*
Eşitlikle ilgili sorun yaşadığını Meclis kürsüsünden ifade eden CHP'li Birgül Ayman Güler epey tepki çekti.
Güler'in tek başına olmadığını ve bazı CHP'lilerin o şekilde düşündüğünü söyleyen İsmet Berkan, şöyle yazmıştı geçen gün:
'Kürtlerin Türklerle eşit olamayacağını düşünmenin ırkçılık olmadığını göğsünü gere gere söyleyenler onlar.
'Kürtçe ilkel bir dil, öğrenip de ne yapacaklar' diyenler onlar.
Kültürler, milletler, diller arasında hiyerarşi kuran, birinin diğerinden üstün olabileceğini peşinen kabul edenler onlar.
Bu duygu ve düşüncelerin marjinal olduğunu söylemek maalesef mümkün değil ülkemizde.'
*
Biri dışarıdan biri içeriden iki manzara sunduk, şimdi geçelim sorulara:
Avustralya'da yaklaşık bir asır önce ölmüş bir dil bugün canlandırılırken, bizde yaşayan bir dile 'ölü' muamelesi yapmak, hangi düşünce yapısıyla izah edilebilir?
Bu düşünce yapısının akılla, mantıkla, vicdanla bir alakası bulunabilir mi?
Baskıcı tutumun demokrasiyle, insan haklarıyla bağdaşır bir yanı var mıdır?
Bizim, yüz elli yıl önceki batılı sömürgecilerle aramızda bir fark olmasın mı isteniyor?
Bu kadar soru yeter, sözü bağlayalım.
Berkan'ın son cümlesine katılmıyorum...
Evet, o düşünceler marjinaldir ve bunu görenlerin insaniyet namına söylemesi gerekir.
Ne Yugoslavya'dan örnek göstermek durumu kurtarır, ne Sovyetler Birliği'nden.
Ayman hepimizin menfaatine; ay artık.
(Yeni Şafak)