Aksa Tufanı'nın 7 aylık özeti
“Aksa Tufanı’nda 219. gündeyiz. Kim diyebilirdi ki Gazze 8 ay direnecek? Kim diyebilirdi ki dünyada en fazla dalgalanan bayrak Filistin bayrağı olacak? Kim diyebilirdi ki, ateşkes anlaşmalarında şartları direniş koyacak ve ABD İsrail’i ateşkes yapmaya zorlayacak?”
7 Ekim’den sonraki ilk birkaç günü hatırlıyor musunuz? Bazı kişiler HAMAS’ı suçluyor boyundan büyük bir işe karıştığını söylüyordu. Bazıları da HAMAS’ın kandırıldığını; bu işten ABD’nin kârlı çıkacağını, bölgenin işgal edilmesi için ABD’ye fırsat verildiğini söylüyordu. Hatta bu işi İran’ın tezgahladığını söyleyenler bile vardı. Bülent Arınç bir gün sonra Kocaeli Kitap Fuarı’nda konuşmuş ve HAMAS’a “Onlar hâlâ İsrail’i tanımamakta ısrar ediyorlar. Senin ne gücün var? Senin gıdanı bile dışarıdan gönderiyoruz!” demişti. Arınç’ın söyledikleri “reel politik” açıdan doğruydu. İsrail bir dünya gerçeğiydi. Araplar bile bu gerçeği kabullenmişler, Mısır ve Ürdün’den sonra İsrail’le normalleşmek için sıraya girmişlerdi. Türkiye ise zaten 75 yıldır İsrail’i tanıyordu.
İsrailli yetkililer HAMAS’ı bitireceklerini, esirlerini kurtaracaklarını ve Gazze’yi direnişten arındıracaklarını ilan etmişti. ABD savaş gemilerini Akdeniz’e göndermiş, Batılı ülkelerin liderleri İsrail’i peş peşe ziyaret edip Netenyahu’nun yanında olduklarını ilan etmişlerdi. Pek çok kişinin beklentisi İsrail’in birkaç hafta içinde ilan ettikleri hedefe ulaşacağı yönündeydi.
Bu arada CNN, BBC, Deutche Welle gibi uluslararası ajanslar korkunç bir iftira kampanyası başlatmışlardı. HAMAS’ın bebeklerin kafalarını kestiği, kızlara tecavüz ettiği gibi pek çok yalan gazetelere manşet oluyordu. HAMAS=IŞİD propagandası yapılıyordu. Türkiyede de bazı çevreler Filistinlilerin topraklarını Yahudilere sattığı, HAMAS’ın terörist olduğu gibi vb yalanlarla bu kampanyaya dahil oldular. Bu arada Mahmud Abbas yönetimi de HAMAS’ın Filistin’i temsil etmediğini söylüyor, bu kampanyaya başka bir yönden dahil oluyordu. HAMAS yalnızlaştırılmış, İsrail ise bütün bir dünyanın desteğini ardına almış görünüyordu. Ne de olsa 80 yıldır “antisemitizm” argümanıyla halkların zihni esir alınmış, Siyonist katliamların üzeri örtülmüştü. Her şey yeni bir Nekbe, yeni bir etnik temizlik için hazır görünüyordu. Netenyahu Arap liderlere de seslenmiş, tahtınızı korumak istiyorsanız oturun oturduğunuz yerde, demiş, onlar da HAMAS’ın bitirileceği günü beklemeye koyulmuştu.
Ve eşi benzeri görülmemiş bir soykırım başladı. Batılı medya kuruluşları HAMAS’ın tünellerinin “hastanelerin, okulların, camilerin” altında olabileceğini söyleyerek soykırıma zemin hazırlamıştı. ABD ve Avrupa’nın sınırsız desteğini almış İsrail’in karşısında 365 km karelik Gazze’nin hiç şansı yok görünüyordu. Pek çok kişi “Kendi etti, kendi buldu!” modundaydı. Fakat Gazze yalnız değildi. İlk fiili destek Hizbullah’tan geldi. Hizbullah bir gün sonra savaşa dahil oldu ve sınırda İsrail’i vurmaya başladı. Lübnan son zamanların en zor günlerini yaşıyordu. İsrail Lübnan’ı taş devrine döndürmekle tehdit etmiş, Gazze’den beter edeceğini söylemişti. Mayıs 2022’den beri cumhurbaşkanı seçilemeyen ülke derin bir ekonomik kriz içindeydi. Pek çok kimse Hizbullah’ın bu işe bulaşmamasını istiyordu. Hizbullah bu zor şartlar altında silahını Gazze için kullanmaktan çekinmedi ve İsrail askeri gücünün bir kısmını Kuzey’e yönlendirmek zorunda kaldı.
Ardından Yemen sahneye çıktı. Önce füzelerle İsrail’in liman kenti Eylat’ı hedef aldılar. Ancak, bazı füzeler Eylat’a düşse de, mesafenin çok uzun olması sebebiyle attıkları füzeler düşürülüyordu. İşin ilginç tarafı Suud da buna destek veriyordu. Abdülmelik el-Husi o günlerde bir konuşma yapmış, Kızıldeniz’den İsrail’e gemi gitmesine izin vermeyeceklerini ve ilk gördükleri İsrail gemisine el koyacaklarını söylemişti. O günlerde kimsenin umursamadığı Yemen, Kasım ayında “Galaxy Leader” isimli bir gemiye el koydu. Sonrasında her birkaç günde bir gemi operasyonları devam etti. ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde Yemen’e karşı bir koalisyon oluşturuldu. Ensarullah Siyasi Büro üyesi Muhammed Buheyti buna karşı reel politikçilerin anlamayacağı bir dille konuştu “ABD’nin yaptırımlarından korkmuyoruz. Gazze’ye yardım etmezsek, Allah’ın bizi cezalandırmasından korkuyoruz!” dedi. Nitekim Yemen yüzlerce kez bombalandı ama buna rağmen durdurulamadı.
Bu arada Irak İslami direnişi de ABD üslerini ve İsrail’i vuruyordu. Onlar da ABD’nin bombalamalarına maruz kaldılar ama durdurulamadılar.
Diğer taraftan direniş Gazze’de bir destan yazıyordu. Hem savaşıyor hem de askeri medyanın çektiği görüntülerle İsrail’e verdirdiği kayıpları belgeliyordu. Başka bir ifadeyle, sadece sahada bütün bir dünyaya karşı savaşmakla kalmıyor, uluslararası ajansların propaganda savaşına karşı da direniyordu. Ebu Ubeyde birkaç günde bir çıkıyor: “Bu cihattır, sonu ya zafer ya da şehadettir” diyordu. Gazze halkının sabrı, metaneti, tevekkül ve teslimiyeti ise nesiller boyu akıllardan çıkmayacak örneklikler ortaya koydu. Rim’in dedesi; kara harekatının başlayacağı gümlerde "Normaldir, içeri gelsinler. Şehit mi olacağız? Bizden sonra başkaları gelecek. Biz onların burnunu sürteceğiz. Direnişe devam.!” diyen Filistin’li çocuk; bütün bir ailesinin kaybını tek bir sözcükle, “elhamdülillah” diyerek karşılayan kadınlar… Gazze “reel politik”le, çıkar ve riyakarlıkla kirlenmiş bir dünyada tertemiz bir geleceği müjdeliyordu.
Bu arada Batılı medya kuruluşlarının söyledikleri yalanlar da tek tek ortaya çıkmıştı. Sonra başka bir şey oldu. Avrupa halkları sahneye çıktı. Siyonistler Gazze’yi o denli çılgınca bombalıyordu ki, Madrid’den Helsinki’ye, Berlin’den Londra’ya, Oslo’dan Washington’a kadar yüzbinlerce insan Filistin bayrağı dalgalandırmaya başladı. Tehdit, şiddet ve tutuklamalarla halkları yıldırmaya çalıştılar ama gösteriler daha da büyüdü. Hava tersine dönmüştü. 7 Ekim’den önce herkesin unuttuğu, terk ettiği Filistin davası, birkaç ay içinde bütün bir insanlığın davası haline geldi. Güney Afrika’nın öncülüğünde İsrail’e soykırım davası açıldı. Bölge ülkelerinin sözünü ettiği “İsrail gerçeği” artık “Soykırım gerçeği”ne dönüşmüştü. Filistin onur, izzet ve dayanışmanın şahikasına dönüşürken, İsrail yalnızlığa mahkum oldu. Öyle bir yalnızlık ki, ilk günlerde Netenyahu’nun yanında sıraya dizilen bazı Avrupalı liderler bile geri adım atmaya başladı. The Economist bile Mart 2024 sayısını "İsrael Alone" kapağıyla çıkardı.
Aksa Tufanı’nda 219. gündeyiz. Kim diyebilirdi ki Gazze 8 ay direnecek? Kim diyebilirdi ki dünyada en fazla dalgalanan bayrak Filistin bayrağı olacak? Kim diyebilirdi ki, ateşkes anlaşmalarında şartları direniş koyacak ve ABD İsrail’i ateşkes yapmaya zorlayacak?
İşte direniş budur. Direnişin bereketi budur. Direniş, ideallerinden vazgeçmemek için çıkarlarından ve sevdiklerinden vazgeçebilmek; boyun eğmemek, malını ve canını feda ederek kazanmaktır.
Kuşkusuz imtihanımız daha bitmedi. Ancak sözlerinden dönmeyenler için Allah’ın vaadi haktır, zafer direnişin olacaktır. Çünkü direniş cephesi düşmanın anlamadığı, anlamayacağı bir hakikate dayanmaktadır:
“İnsanlar onlara: ‘Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun.’ dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." (Al-i İmran Suresi: 173). (islamianaliz)