Modern dünyada İslam ve emek
Bir bütün olarak anlaşılması gereken insan, en şerefli varlıktır. İnsanın onurunu, özgürlüğünü, emeğini, düşüncesini, bilgisini, değerini ve kazancını insandan ayıramayız. İnsan, kendisine ait bir hayat inşa etmek için sürekli çaba ve emek sarf etmektedir. İnsanın emeğini ondan koparmak ve insana yabancı hale getirmek, büyük bir yozlaşma durumunu ifade etmektedir. İslam açısından insan ve emek arasındaki ilişki, salt bir maddiyat ilişkisi veya üretim girdisi olmanın ötesinde ontolojik ve manevi bir boyuta sahip bulunmaktadır.
Adaletin temel prensiplerinden birisi, insanın emeğinin karşılığını tam olarak almasıdır. Kişinin emeğinin karşılığını almasının ahlakın ve adaletin bir gereği olduğu konusunda İslam, herkesin fıtri bir bilince sahip olmasını istemektedir. Rahmet Peygamberi, alnının teri kurumadan kişiye emeğinin karşılığının verilmesini emretmektedir. İslam açısından emeğin karşılığını vermek, bir lütuf ve ihsan değil, adaletin ve ahlakın gereği olan bir yükümlülük ve haktır.
Kişinin emeğin karşılığının gasp edilmesi, İslam açısından büyük bir insan hakkı ihlalidir. İnsan hakkı ihlali anlamında kul hakkını gasp etmenin hiçbir şekilde affedilmeyeceğini vurgulayan İslam, herkesi insan haklarının bir parçası olarak emeğin hukukuna saygılı davranmaya davet etmektedir. Emek hukukunun ihlali, Allah ve insanı karşı karşıya getirmektedir. İnsanların emeğinin karşılığını gasp edenler, İslam açısından Allah’ın düşmanları ve hasımları olarak değerlendirilmektedir. Rahmet Peygamberi, “insanların emeğinden tam olarak yararlandığı halde, o emeğin hakkını ödemeyenlerin mahşer gününde hasmının Allah olduğunu” ifade etmektedir. Emeğin gasp edilmesi, insanlar arası ilişkileri bozduğu gibi, Allah-insan ilişkisini bozan, çürüten ve saptıran büyük bir gayri hukuki ve ahlaki durumdur.
İnsanın, başkalarına muhtaç olmadan hayatını sürdürmesi için emek sarf ederek hayatını kazanması gerekmektedir. İslam, insanın emeğiyle hayatını inşa etmesini ve kazanmasını istemektedir. İslam açısından asıl olan, kişinin muhtaç ve bağımlı hale gelmemesidir. Muhtaç duruma düşmemenin ve bağımlı hale gelmemenin yolu, kişinin kendi emeğine dayanmasıdır. Rahmet Peygamberi, emeğiyle hayatını inşa etmek yerine dilenmeyi, ataleti ve tembelliği seçmenin cehennemi talep etmek anlamına geldiğini ifade etmektedir. Emek, insana onurlu, özgür ve verimli bir hayat yaşamasını sağlayan fıtri duygu, düşünce ve davranış biçimidir.
Emek kavramını, salt ekonomik bir faaliyete indirgemek, büyük bir hatadır. Çok boyutlu bütün bir varlık olan insan, bir faaliyette bulunurken, sadece fiziksel çaba sarf etmemektedir. İnsan, yaptığı işe, duygusunu, düşüncesini, bedenini, parasını, insani ilişkilerini, kısacası maddi ve manevi bütün varlığını katmaktadır. Emeği, bedensel, duygusal, düşünsel, toplumsal, ekonomik ve manevi olmak şeklinde altı boyutta düşünmemiz lazımdır. Bir eğitimci, yaptığı işe büyük bir duygusal ve düşünsel emek harcamaktadır. Bir sağlık görevlisi, yaptığı işe bedensel, duygusal, düşünsel ve manevi açılardan daha fazla emeğini katmaktadır. Emek, sadece kol gücünden ibaret değildir. İnsanların bütün var oluşlarıyla yaptıkları işe kendilerini katma konusunda İslam Peygamberleri model ve öncü olmuşlardır. Adem Peygamber çiftçiliğe, İdris Peygamber terziliğe, Şit Peygamber dokumacılığa ve örgücülüğe, Nuh Peygamber, marangozluğa ve gemiciliğe emeğini, aklını ve kalbini yatırmıştır. Ticarete ve iş hayatına ahlakı, hukuku ve emeği birlikte katan Rahmet Peygamberine Muhammed’ül Emin denilmektedir. Peygamberleri, bu mesleklerde pir yapan faktör, onların yaptıkları işe varlıklarını katmalarıdır. İslam Peygamberleri, yaptıkları işin hakkını vererek o alanın piri olmuşlardır. İşin hakkını vermek için, işin ehil olana verilmesi gerekmektedir. İnsani işlerin ehil ellerde olması, emeğin verimli ve dinamik bir şekilde kullanılmasını sağlamakta, insan ve emek israfını önlemektedir. Peygamber modelini takip ederek, aklımızı ve emeğimizi bir bütün olarak yaptığımız işe katmalı, o alanda pir olmanın, yani öncü olmanın çabası içinde olmalıyız. Emek, insanların hayata bütün varlıklarıyla katılma çabası, cehdi ve cevvaliyetidir.
İslam, emek ve hayat arasında kopmaz bir ilişki olduğuna süreli olarak vurgu yapmaktadır. Emek sarf eden insan, hayatı yaşayan insandır. Emeğiyle hayatını yaşayan ve kazanan insanın, emeğine uygun bir hukuk, ekonomi, siyaset, toplum ve ahlak sistemi oluşturması lazımdır. İnsanlığın bugün karşılaştığı en büyük sorun emeğiyle hayatını kazananların, siyasete, ekonomiye, hukuka, topluma, bilime, felsefeye, sanata, dine ve ahlaka yön, form ve muhteva kazandırmamasından kaynaklanmaktadır. Kişiler, ibadet ve maneviyat olmadan dindar olunacağını, çalışmadan bilim ve teknoloji ortaya konulabileceğini, tecrübe ve incelikten yoksun olarak menfaat ve kurnazlık temelinde siyaset yapılabileceğini, iyiyi hedefleyen amel olmadan ahlaklı olunabileceğini gerçeklik sanma yanılgısı içindedirler. Rahmet Peygamberi, emeklerini ve akıllarını kullanmadan başkalarının sırtında asalak şekilde yüzsüzlük ederek dilenenlerin, Allah’ın huzuruna yüz etleri soyulmuş olarak çıkacağını ifade etmektedir. Emek olmadan, ahlakın, dinin, bilimin, sanatın, felsefenin, siyasetin ve hukukun olması mümkün değildir. Allah, “insan için çalıştığının dışında hiçbir şeyi olmadığını” buyurmaktadır (Necm, 53:39). İnsanın, emeğiyle, bilimi, dini, hukuku, sanatı, felsefeyi, siyaseti ve toplumsal olanı gerçekleştirmesi lazımdır. Atıl ve tembel olanın dindar, ahlaklı, bilimsel, akli, felsefi, sanatsal, hukuksal ve politik olanı ortaya koyması mümkün değildir.
İslam’a göre emek, başıboş bir faaliyet veya hayat israfı değildir. Emek, hayat üretmeli, başka bir ifade ile hayatı kazanmalıdır. Hayatı kazanan ve üreten bir emek, akla dayanmalıdır. İslam, insan aklına ve düşüncesine hitap eden fıtrat dinidir. İnsanın aklını verimli ve dinamik bir şekilde kullanmasını isteyen Kur’an, aklı ve kalbi birleştiren bir emeğin hayatı kazanan asli kaynak olacağı bilincini insanlığa kazandırmaktadır. (Milat)