Uzlaşma Meselesi
Şu sıralarda herkesin dilinin pelesengi olmuş olan uzlaşma kavramının anlamı nedir?
Bir anayasa yaparken taraflar hangi noktalar üzerinde uzlaşmayı veya uzlaşabileceğini düşünüyor? Ya da düşünmüyor?
Birileri kırmızıçizgilerini öne sürerek ben bundan ötesine geçit vermem diyorsa ve bu kırmızıçizgiler her kesim tarafından belirleniyorsa, o çizgiler ihlâl edilmeden acaba hangi noktada buluşulacak?
Sözlüğe baktığımızda uzlaşma için şu tanımlar veriliyor: 1. "Aralarındaki düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak, karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak, antant kalmak.", 2. "1. Karşıtlar arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması yoluyla birlik sağlama. 2. Uygulanacak işlerde tartışma yoluyla bir bütünlük ve birliğe varma." 3. "Bireylerin ya da toplumsal kümelerin, toplumsal değerlerin paylaşılmasında karşılıklı ödünlerle aralarında bir anlaşmaya varmaları."(TDK Sözlüğü).
Bu tanımlardan 1 ve 2 numarada yer alanlar İngilizce agreement, 3 numarada yer alan tanımsa İngilizce compromise kelimesinin karşılığı olarak verilmiştir. İngilizce sözlükteyse her iki kelimenin yerine göre birbirini ikame ettiği görülmektedir.
Bu tanımlardan hareketle konuşursak uzlaşma için tarafların karşılıklı ödün vermesinin esas olduğu sonucuna varıyoruz. Veya ortak bir zeminde buluşmanın hedef alındığını ileri sürebiliriz.
Demek ki, müzakerenin başlangıcında tarafların kırmızıçizgilerinin olması beklenmeyen bir durum olarak öngörülemez. Bilakis, taraflar müzakereye kendilerine ait kırmızıçizgileri belirterek başlarlar.
Ancak serdedilen bu kırmızıçizgilerin değişebileceği kabulü de söz konusudur. Müzakereler ilerledikçe kırmızıçizgilerin rengi kırmızıdan sarıya, oradan da yeşile doğru değişecek demektir.
Fakat bu kırmızıçizgiler asla değişmeyecektir diye müzakere masasına oturan taraf, aslında, o masaya müzakere için değil, fakat kendi görüşünü dayatmak üzere oturmuş demektir. Bu durumda da, müzakerenin anlamı ortadan kalkar.
Bu tür müzakerelerde İngiliz usulü ile Japon usulü arasındaki farkı hatırlayalım. İngilizler, müzakere masasına hazırlanarak ve kırmızıçizgilerinin altını çizerek otururlar. Bu yüzden de onlarla yapılan müzakereler bir bakıma müzakereye taraf olanların dayatma gücüne bağlı olarak sonuçlanır.
Japonlarsa müzakere masasına hazırlıksız olarak, tabir caizse boş kafayla (önyargısız) otururlar. Müzakere esnasında fikirlerini yavaş yavaş, kendiliğinden oluştururlar.
Biz, bunlardan biri veya öteki iyidir demiyoruz. Duruma göre tercihler değişebilir.
Ancak müzakere konusu anayasa ise, yani bir bakıma bir toplumsal sözleşmenin zemini hazırlanmak isteniyorsa dayatmacı olmaktan kaçınmak gerektiğini düşünüyoruz. Yürürlükteki anayasanın değiştirilmesi ihtiyacının nereden kaynaklandığının unutulmaması gerektiğine dikkatlerin yoğunlaştırılması gerektiği üzerinde duruyoruz.
Eğer yürürlükteki anayasanın niçin, hangi gerekçelerle değiştirilmesi gerektiği üzerinde mutabakat sağlanabilirse, onun yerine konulacak olan anayasanın temel nirengileri de elde edilebilir, diyoruz.
Aksi takdirde gösterilecek çabalar avara kasnaktan öteye geçmeyecektir.
(TARAF)