Mülteci çocuğu misyoner aileye evlatlık veren Norveç yargılanıyor
AİHM, Norveç’te mülteci bir anneden alınan çocuğun koruyucu aileye evlatlık olarak verilmesinin özel ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiğine hükmetmişti. Dava, Avrupa'da Hristiyan koruyucu ailelere verilen Müslüman çocukları da yakından ilgilendiriyor.
Norveç, Somalili Mariya Abdi İbrahim adlı sığınmacı bir kadının çocuğunu, annenin tüm itirazlarına rağmen Norveçli Hristiyan bir koruyucu aileye evlatlık olarak verdi. Strasburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise 17 Kasım 2019’da verdiği kararda Norveç’in, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “özel hayata ve aile hayatına saygı” hakkını içeren 8. Maddesini ihlal ettiğine hükmetti.
Anne şimdi de rızası dışında çocuğunu Hristiyan bir aileye evlatlık veren Norveç Yüksek Mahkemesinin aynı zamanda AİHS’nin “düşünce, vicdan ve din hürriyeti” ile ilgili 9. Maddesini de ihlal ettiği gerekçesiyle AİHM’de yargılanmaya devam etmesini talep etti. Yeniden başlayan bu dava süreci, Avrupa’da Müslüman ailelerden alınıp Hristiyan ailelere verilen çocuklar açısından da tarihî bir öneme sahip.
Norveç’te Neler Yaşanmıştı?
Somalili Mariya Abdi İbrahim, 2010’da 17 yaşındayken o zaman henüz 2 aylık olan oğlu ile Norveç’e iltica etti. Anne burada oğluyla birlikte bir anne-çocuk yurduna yerleştirildi. Ancak bir süre sonra yurt yetkilileri İbrahim’in çocuğuna zarar verdiği ve personelin koruması olmadan çocuğun hayatının tehlikede olduğuna dair Çocuk Esirgeme Hizmetlerine bir rapor gönderdi. Bunun üzerine yetkililer genç annenin çocuğuyla gerektiği gibi ilgilenemediği gerekçesiyle çocuğu anneden alarak bir koruyucu ailenin yanına yerleştirdi.
Anne çocuğunun koruma altına alınmasına itiraz etmemekle birlikte, oğlunun Norveç’te yaşayan kuzenlerine veya hiç olmazsa Somalili veya Müslüman bir koruyucu ailenin yanına yerleştirilmesini talep etti. Ancak çocuk Norveçli Hristiyan bir koruyucu aileye verildi.
Mahkeme ayrıca annenin çocuğunu yılda sadece 4 defa 2’şer saatliğine veya yılda en fazla 6 defa 1’er saatliğine görmesine izin verdi. Koruyucu aile ise annesi ile görüştürüldüğünde çocuğun bu duruma olumsuz tepki verdiğini ve ağladığını iddia etti.
Annenin Rızası Olmadan Çocuğu Evlatlık Verildi
Norveçli koruyucu aile, 2013’te çocuğu evlatlık edinmek için başvuruda bulundu. “Missionary Church” olarak bilinen, yerel ve uluslararası alanda misyonerlik çalışmaları yürüten Protestan bir topluluğa mensup olan koruyucu aile, çok güçlü Hristiyan inancına sahip olduklarını, aile ve sosyal yaşamlarının büyük bölümünü kilise aktivitelerinin oluşturduğunu ve çocuğu evlat edindikten sonra vaftiz edip ismini değiştirmek istediklerini açıkça ifade etti.
Buna göre çocuk aileye evlatlık olarak verilirse vaftiz edilecek, “Muhammed” olan ismi değiştirilecek ve annesiyle bir daha görüştürülmeyecekti. 2 yıllık çekişmeli bir dava süreci sonunda 2015 yılında mahkeme çocuğun koruyucu aile tarafından evlat edinilmesini kararlaştırdı.
Norveç Yüksek Mahkemesi ayrıca çocuğun istikrarlı bir çevreye ihtiyaç duyduğunu ve bu nedenle biyolojik annenin çocuğunun İslami bir yetiştirmeye tabi tutulması isteğinin huzursuzluğa yol açabileceğini öne sürerek kararı savundu. Mahkeme ayrıca Norveç yasalarının imkân tanıdığı ve çocuğun biyolojik annesiyle görüşmesinin devamını sağlayan “açık evlat edinme sistemini”de uygulamadı.
AİHM Kararı: “Norveç Aile Hayatının Dokunulmazlığını İhlal Etti”
Buna karşılık anne İbrahim, meseleyi AİHM’ye taşıma kararı aldı. Davacı İbrahim, Norveç devletinin AİHS’nin aile hayatının bütünlüğünü garanti altına alan 8. Maddesine aykırı davrandığını savundu. Ayrıca davacı İbrahim, çocuğun kültür ve etnik köken açısından çok farklı bir aileye verilmesinin, devletin çocuğu tekrar biyolojik annesine verme niyetinin olmadığını gösterdiğini öne sürdü. Bunun yanında koruyucu ailenin çocuğu kiliseye götürdüğü ve domuz eti yedirdiği gerekçesiyle de yine AİHS’nin din ve vicdan hürriyetini garanti altına alan 9. Maddesinin ihlal edildiği belirtildi.
Strasburg’da bulunan AİHM, annenin itirazlarını haklı bularak Norveç devletinin aile hayatının dokunulmazlığı hakkına aykırı hareket ettiğine hükmetti. Norveçli yetkililerin anne ve çocuğun yeniden bir araya getirilmesi için gerekli çabayı sarf etmediklerine de hükmeden mahkeme, çocuğun anne ile bir araya geldiğinde olumsuz tepki vermesinin, yine Norveçli yetkililerin çocuk ile annenin görüşmesine koydukları kısıtlayıcı engellerle doğrudan ilgili olduğunu, Norveç’in bu argümanla alınan kararı savunamayacağını belirtti.
AİHM ayrıca anne ve çocuğun ileriki yıllarda görüşmesinin çocuk için neden zararlı olacağına dair Norveç tarafından yapılan açıklamaların da yetersiz olduğunu kaydetti.
Davayı, Norveç’in koruyucu aile sistemindeki sorunlu yaklaşımını gösteren bir başka örnek olarak değerlendiren AİHM, alınan kararı Eylül 2019’da Norveç hakkında verilen başka bir karara dayandırdı. Söz konusu diğer davada Norveç’in, koruma altına alınan çocukların ailelerine yeniden dönebilmeleri için yeterli çalışmayı yapmadığı hükmüne varılmıştı.
AİHM’nin ulusal mahkeme kararlarını bozma veya değiştirme yetkisi bulunmadığından, AİHM Norveç’in verdiği kararda haksız olduğuna hükmetmiş olsa da çocuğun Hristiyan aileye evlatlık verilme kararı geçerliliğini koruyor. Bu durumda Somalili annenin AİHM kararı doğrultusunda tazminat talep etme hakkı bulunsa da, anneden böyle bir talep olmadı.
İbrahim’in Avukatı: “Davamızın Sonucu Gelecekte Verilecek Kararları Etkileyecek”
Konuyla ilgili Perspektif’in sorularını yanıtlayan Mariya Abdi İbrahim’in avukatı Anna Lutina, müvekkilinin evlilik dışı hamilelik yaşadığı için El-Şebab tarafından tehdit edilmesi sonucu ölüm korkusuyla ilk önce Kenya’ya kaçarak oğlunu orada dünyaya getirdiğini, ardından da Norveç’e iltica ettiğini aktardı. Norveç’e ayak bastığında müvekkilinin henüz 17 yaşında, oğlunun ise 2 aylık olduğunu ifade eden Avukat Lutina, “Anne, oğlu elinden alındığından bu yana oğlunu geri alabilmek için mahkemede mücadele etti. Ancak oğlu kendine verilmeyecek olursa, onun en azından Müslüman bir koruyucu aileye verilmesini istedi.” dedi.
İbrahim’in davasının AİHM’nin son karar mercii olan Büyük Daire’ye (İng. “Grand Chamber”) intikal eden bir dava olması hasebiyle bir ilk olsa da, benzer hadiselerin daha önce de yaşandığını belirten avukat Lutina, “Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikal etmiş Türk vatandaşı Kılıç’ın Avusturya’ya açtığı benzer başka bir dava daha var. Dolayısıyla bizim davamızın sonucu gelecekte verilecek kararlarda da etkili olacak.” dedi.
“Annenin Dinî Hassasiyetleri Dikkate Alınmadı”
“İlk davada AİHM 8. Maddenin ihlal edildiğine hükmetmesine rağmen, müvekkilim için ‘düşünce, vicdan ve din özgürlüğü’ hakkını kapsayan 9. Madde ile ilgili yargı sürecini başlatmak da önemliydi.” diyen Lutina, çocuğun Hristiyan bir koruyucu aileye verilirken dinî inancının dikkate alınmadığını hisseden müvekkilinin ayrıca daha sonra çocuğuna domuz eti yedirilmemesi ve camiye gönderilmesi gibi isteklerinin de sosyal hizmetler tarafından “sıkıntı verici” görüldüğünü aktardı. Lutina, “Anne her hâlükârda bu davanın din farkı gözetmeksizin benzer davalar için faydalı olabileceğini düşünüyor.” dedi.
Evlatlık verilme davasının yeniden görülmesi için de Norveç’te ayrı bir süreç daha başlattıklarını, ancak başvuruları hakkında henüz karar verilmediğini aktaran avukat Lutina, “Umut ediyoruz ki AİHM’de görülen davanın ışığında, Norveç Temyiz Mahkemesi davanın yeniden açılmasına onay verir.” şeklinde konuştu. Avukat, “Annenin bu davadan en büyük isteği evlatlık verilme kararının bozulması ve oğlu ile tekrar irtibata geçebilmek. Bu, annenin ilk günden beri en birinci önceliği.” dedi.
Almanya’da Konuyla İlgili Hukuki Mevzuat ve Uygulamalar Nasıl?
Norveç’in koruyucu aile ve evlatlık sisteminin birçok mağduriyet ürettiği belirtilirken, Avrupa’daki diğer ülkelerde ise farklı uygulamalar söz konusu. Almanya’da koruma altına alınan çocukların ebeveynlerinin rızası olmadan evlatlık verilmesi yasal olarak mümkün olsa da pratikte böyle bir uygulamaya rastlanmıyor. Koruma altına alınan çocukların, koruyucu ailelere yerleştirilirken kültürel olarak aşina oldukları bir çevreye yerleştirilerek tekrar ebeveynlerine dönmeleri hâlinde zorluk yaşamamaları amaçlanıyor.
Ancak Almanya’da yeterli sayıda Müslüman koruyucu aile olmadığından örneğin Türkiye kökenli çocuklar daha çok Alman koruyucu ailelerin yanına yerleştiriliyor.
Bu anlamda 2016’da Hamm’da karara bağlanan bir davada, mahkeme Müslüman bir çocuğun biyolojik ebeveyninin rızası olmadan koruyucu aile tarafından vaftiz ettirilemeyeceğini ve çocuğun buna 14 yaşından sonra kendisinin karar verebileceğine hükmetmişti.
(Meltem Kural - Perspektif)