İmam Humeyni ve Hatıralar 3 - İmam Humeynî’ye Müjde!
Aklı fikri Kum’daydı, Kum’a gitme arzusuyla yanıp tutuşuyordu! O, duygularını Kum’a gitmek için izhar ediyordu ben ise manidar bir şekilde sükût ediyordum. Onun için kalmak çok ağırdı, benim için ise gitmek...
Babam gider gitmez Seyyid Ahmed Bey’e ümit vererek meselenin Allah’ın izni ile hallolacağını söylemiş. Zira Seyyid Ahmed Bey’e bu sefer Hanım Mahsus’un yanından her zamankinden daha ümitvâr bir şekilde geldiğini vurgulamıştı!
Olumlu cevap vermek yaklaşık dokuz ay sürmüştü ve bu süre zarfında babam karşı tarafa kendisinin razı olduğunu ama ailenin kadınlarını razı edemediğini söylüyordu. Bu, hem karşı tarafı incitmeyen bir cevaptı hem de hakikat de böyleydi. Babam hariç herkes muhalefet ediyordu.
Sonunda Seyyid Ahmed Bey de ailenin kadınlarının da yavaş yavaş razı olduğu müjdesini damada vermişti. Bu aşamadan sonra Seyyid Ahmed Bey ile mektuplaşma başlamıştı. Sonraları İmam Humeynî mektuplara verdiğimiz cevaplardan pek de razı olunmadığını anladığını söylemişti.
Kız İsteme Merasimi
Ramazan ayının ilk günüydü. Son rüyamın üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki Seyyid Ahmed Bey, damat bey ve damadın iki erkek kardeşi Pesendîde Bey ve Hindî Bey Tahran’a geldiler. Damadın ailesinin kadınlarından kimse yoktu. Pesendîde Bey’in eşi ve damadın kız kardeşi yeni doğum yaptıkları için onlarla beraber gelememişlerdi. Damadın kardeşleri mesele daha fazla uzamasın diye kadınlarla beraber gelmeyi beklemeden -hatta bize bile haber vermeden- Tahran’a doğru yol almışlardı! Yanlarında nikah hediyeleriyle gelmişlerdi. Hediye ki ne hediye ama! Birkaç mollanın zevkine göre alınmış nikah hediyeleri! O da ayrı bir hikâye.
Damat ve yanındakilerin Tahran’a varışının ikinci günüydü. O gün annem ve babam, evlerindeki yardımcıları Zebihullah Bey’i bana haber getirmesi için anneannemin evine gönderdi. Zebihullah Bey akşama misafir geleceğini ve benim de eve gelmemi söyledi. Anneannem misafirlerin kim olduğunu sordu. Tabii annem ve babam kimin geleceğini söylememesini onu tembihlemişti. Zira babam misafirlerin kim olduğunu bildiğim takdirde gitmeyeceğimden endişe ediyordu.
Babamın evine gitmek için hazırlandım. Hiçbir zaman tek başıma evden çıkmazdım. O zamanın deyimiyle “Nimçe hanım” ile dışarı çıkıyordum. Nimçe hanım, evdeki yardımcılardan biriydi ama diğer yardımcılardan daha üstündü. Nimçe hanımımızın adı Saltanat idi. Saltanat Hanım, ben ve Zebihullah Bey yola koyulduk. O zamanlar dışarı çıkarken uzun bir çarşaf giyerdim ve yüzümü de nikâb[1] ile kapatırdım.
Ailemin oturduğu sokak, çıkmaz sokaktı ve sokağımızda bizim evimizden başka üç ev daha vardı. O evler de babamındı. Babam o evleri kiraya vermişti.
Eve vardığımda neler olduğunu anlamıştım. Damat, yanındakilerle kız istemeye gelmişti! Herkes benim nasıl bir tepki vereceğimi bekliyordu. Her kız için isteme merasimi, heyecan ve stres doludur. Benim için de öyleydi. Evdekileri gördükten sonra hiçbir şey söylemeden annemin odasına geçtim ve sessizce bir köşeye oturdum.
Babam sonradan söylediğine göre o an olumsuz bir tepki vermemden çok endişelenmiş. Ama bir şey söylemeden geçip oturduğumu görünce razı olduğumu düşünmüş. Rızayetimin sebebinin de gördüğüm rüya olduğunu anlamış.
Babam, bir şey söylemeden razı olduğumu görünce şükür secdesinde bulundu. Zira hem molla bir damadı olmuştu hem de kızının akıbetinin hayırlı olacağına emin olmuştu...
Annem ve kardeşlerim damadı görmem için ısrar ediyorlardı. Damadı görebilmem için Zebihullah Bey’in odasından bakmam gerekiyordu. Anne ve babamın diğer yardımcısı Meşhedî Museyyib, Zebihullah Bey ile aynı odada kalıyordu. Annem, Zebihullah Bey’e durumu anlatınca, Zebihullah Bey, Meşhedî Museyyib’i kibrit alma bahanesiyle evden gönderdi. Bir süre sonra eve dönen Meşhedî Museyyib olayın farkına varıp gülerek kibrit bulamadığını söyledi. Tabi onun yokluğunda damadı görmüştüm...
İlk Evimiz
İsteme olayının ertesi günü anneannemin evine döndüm. Anneannem de olayı öğrenmişti. Önceden bu konuyla ilgili olumsuz konuşmama kararı aldığı için muhalefet etmedi. Sadece isteksizce “Mübarek olsun” demekle yetindi. Birkaç gün sonra annem ve anneannem çeyizimi hazırlamaya başladı. Seyyid Ahmed Bey ise bizim için yakınlarda küçük bir ev bulup kiralamıştı.
İmam Humeynî’nin abisi Pesendîde Bey yanlarında Humeyn’den büyük bir halı getirmişti. O halı uzun yıllar her gittiğimiz evde İmam’ın odasında kullanacağı halı olacaktı...
Kış günü, Behmen ayıydı.[2] Pesendîde Bey’in getirdiği halıyı tuttukları evin girişindeki odaya serdiler, halının ölçüsü tam da oraya uygundu. Diğer iki oda ise benim çeyizliklerimle dolmuştu. Çeyizlik eşyam çok vardı diyebilirim.
7 Şubat 1930 yılının Ramazan ayının sekizinci günüydü. Bazı işlerimi halletmek için anneannemin evinden babamın evine gelmiştim. Babam bana seslenerek “İzin ver, Seyyid Ahmed Bey’i vekilimiz olarak İmamzâde Abdülazîm’in Türbesine gönderelim, nikâh akdinizi orada okusunlar” dedi. İmam’ın abisi Pesendîde Bey de damadın vekili olmuştu.
Ben on altı yaşındaydım, İmam ise yirmi sekiz. Nikâhımız İmamzâde Abdülazîm’in Türbesinde kıyılmıştı. Ramazan’ın on altıncı günü de artık evimiz tamamen hazırdı.
Düğün günü gelip çatmıştı. Annem damadın kiraladığı eve, düğün merasimi için hazırlık yapsınlar diye birkaç kadın yollamıştı. Yaklaşık yetmiş kişi birkaç araçla beni damadın evine götürdü. Babacığım da “el ele verme” geleneğini yerine getirmek için gelmişti. (O zamanlarda gelin ve damada mahrem olan biri -genelde gelinin ya da damadın babası- gelin ve damadın elini birleştiriyordu)
O gün ilk kez birbirimizi karşılıklı olarak görmüştük...
Kum’a Yolculuk
Ertesi günü sabah anladım ki, bu ev rüyamda gördüğüm evdi! Şu oda Peygamber’in, İmam Ali ve İmam Hasan’ın oturduğu odaydı evet! Hatta diğer odaya bakan cam da aynıydı. Annemin çeyizim için aldığı perde bile rüyamdakiyle aynıydı! O rüyada gördüğüm her şey yerli yerindeydi!
Evleneli iki ay olmuştu. 1930 yılının Nisan ayı, Nevruz’un ilk günleriydi. Bahar gelmişti. Evimizin kira sözleşmesinin süresi dolmuştu. Yavaş yavaş Kum’da dini ders veren medreseler açılıyordu. Bu yüzden derslerine aşık olan talebe damat bey son derece heyecanlıydı. Aklı fikri Kum’daydı, Kum’a gitme arzusuyla yanıp tutuşuyordu! O, duygularını Kum’a gitmek için izhar ediyordu ben ise manidar bir şekilde sükût ediyordum. Onun için kalmak çok ağırdı, benim için ise gitmek...
Gitmekten başka bir yol yoktu biliyordum. Ama gitmeyi bu kadar kolay mı kabul edecektim?
Kum’da yaşamak istemiyordum. Hatta anne ve babam orada olduğu zamanlarda bile Kum’a gitmekten hoşlanmıyordum. Üstelik şimdi orada tek başıma olacaktım! Hem de henüz daha tam olarak ünsiyet kuramadığım biriyle! Büyük bir korku içerisindeydim. Ya beni üzerse, ya bazen acı olaylar yaşarsam, ya bana kötü davranırsa? Ne yapacaktım orada?!
Kum’da ne zaman içim sıkılsa ve ne zaman kötü şeyler yaşasam Hz. Masûme’nin (s.a.) türbesine giderdim.[3] Orada içimi dökerdim, gözyaşlarımı boşaltırdım ve tebessümle eve dönerdim. Huzursuz olduğumda Hz. Masume’nin türbesine gitme kararını, daha Kum’a gitmeden almıştım. Zira ondan başka içimi dökebileceğim kimsem yoktu.
Kum’a hareket zamanı gelmişti. Nisan ayının on dördüncü günüydü. İmam’ın öz kardeşi gibi gördüğü ve evlenmemize de vesile olan Seyyid Muhammed Sadık Bey ev eşyalarımızı götürebilmemiz için yük arabası kiralamıştı… Üçüncü Bölüm Sonu
[1](Ar.) Peçe, yüz örtüsü
[2]İran takvimine göre yılın 11. Ayı (Yaklaşık 22 Ocak-22 Şubat)
[3]İmam Musa Kazım’ın kızı ve İmam Rıza’nın kız kardeşidir.