Speicher katliamı ve Irak’taki mirası
En az 1,700 genç adam birbiri ardına, soğukkanlılıkla öldürüldü. Çoğu, bir kısmı yüzlerce ceset barındıran birkaç toplu mezara gömüldü. Kalanlar, başlarına sıkılan tek kurşunla şehit edildi ve Dicle Nehri’ne atıldı.
10 Haziran 2014 günü, önceden IŞİD, şimdilerde ise “İslam Devleti” veya Daiş olarak bilinen terör örgütü, Irak'ın kuzeyindeki Musul şehrini ele geçirdi ve güneye, Irak'ın başkenti Bağdat'a doğru ilerleyişe geçti. 48 saat içinde, orta kısımlardaki Tikrit şehri militanların eline geçti. Daiş militanları Tikrit'le birlikte, çoğu yirmili yaşlarda olan, üç ila dört bin arasında asker ve hava harp okulu öğrencisini de esir aldı.
İlk gelen haberler askerlerin Daiş katliamından “kaçmaya çalıştığını” ve ardından yakalandığını belirtse de, daha sonra, vahşi katliama yol açan olayların çok daha meşum olduğu ortaya çıktı. Bu zamana kadar ayrıntılar belirsiz kalmaya devam etti, ancak hayatta kalanların anlattığı hikayelere göre, Speicher Kampı olarak da bilinen Tikrit Hava Akademisi'ndeki askerleri ve askeri okul öğrencilerini, umutsuz bir panik hali kapladı. Üniformalar çıkarıp atıldı, silahlar düşürüldü, sivil kıyafetler giyildi ve askerler üsten kaçmaya başladı. En azından birkaç yüz asker üste kaldı ve bunların çoğu ötekilerin de gitmesine mani olmaya çalıştı, ancak ikazlarının çoğu görmezden gelindi.
Aşiret ihaneti
Hayatta kalan başka kişiler, ihanete uğradıklarına yemin ediyor. Korkunç Speicher olayının küllerinden birçok teori türetildi ve bu teorilerden çoğu, üste bulunan komutanlarla yerel Tikrit aşiretleri arasındaki bir örtülü anlaşmaya işaret ediyor. Hayatta kalanlar, Speicher Kampı'ndaki subayların acemi askerlere üsten ayrılmalarını ve kısa bir izin için evlerine gitmelerini söylediklerini, bölgenin güvenli olduğu konusunda kendilerine teminat verdiklerini ve askerlerin şüphelerini giderdiklerini söylüyor.
Yol üzerinde ise, yerel Sünni aşiret üyeleri ve Daiş militanları bekliyordu. Acemi askerlere güvende oldukları ve emniyet içinde evlerine götürülecekleri söylendi. Ancak bunun yerine, Tikrit ve yakınlarındaki başkanlık sarayları yerleşkesine götürüldüler. Öteki kurtulanlar da evlerine gittikleri sırada yakalandı. Sünni acemi askerler Şii meslektaşlarından ayrıldı ve orduya katıldıkları için tövbe etmeleri için kendilerine bir şans verildi. Şii acemi askerler ise bu kadar şanslı değildi. İtiraf etmeleri için kırılma noktasının ötesine varıncaya kadar onlara işkence edildi. Çoğu bu süreç içinde öldü ve sağ kalanlar da en sonunda öldürme alanlarına götürüldü. En az 1,700 genç adam birbiri ardına, soğukkanlılıkla öldürüldü. Çoğu, bir kısmı yüzlerce ceset barındıran birkaç toplu mezara gömüldü. Kalanlar, başlarına sıkılan tek kurşunla şehit edildi ve Dicle Nehri'ne atıldı. .
Irak İnsan Hakları Bakanı Muhammed el-Bayati'ye göre Mart ayında Tikrit şehrinin geri alınıp toplu mezarların bulunmasında bu yana, 600'ün biraz altında (597) şehidin cenazeleri topraktan çıkarıldı. El-Bayati bu süreci “karmaşık” olarak tanımladı ve “Birbirinin üstüne yığılmış birkaç kat ceset var. Devasa bir durum. Kurbanları tanımlamak için çok çalışmak gerekiyor” şeklinde konuştu. Haberlerde ayrıca, katliamın faillerinin yüzde 32'sinin şimdi tutuklu olduğu ileri sürülüyor.
Şu an itibariyle açık olan bir şey varsa, o da Speicher sonrasında Irak'ta hiçbir şeyin aynı olmayacağıdır. Eğer Daiş militanları katliamı kendi başlarına işlemiş olsalardı, bu olay tarihe bir terör örgütünün Irak halkına karşı işlediği canavarca bir suç olarak geçerdi. Fakat yerel Sünni aşiretlerin önemli katılımı, önümüzdeki yıllar boyunca yankısını bulacaktır. Daiş militanlarının sayısının (en azından olayın ilk aşamalarında) onlarla ifade edildiği, aşiret üyelerinin sayılarının ise yüzlerce olduğu dedikoduları dolaştı. Böyle bir kötülük, ihanet ve vahşet, hasıraltı edilemez. Daiş bu insanları katılmaya zorlamadı, onlar gönüllü olarak katıldı.
Sadece sayılar değil
Savaş ve sefaletle geçen on yılların ardından Irak'taki ölüm rakamları, Batılıların gözünde rakamdan başka bir şey olmayabilir; en azından Iraklıların çoğunun hissettiği şey budur. Ve bu yüzden, bir an durup bu katliamın kapsamını absorbe etmek gerekir. 1,700 insan evladı, işkenceden geçirilmiş, aşağılanmış ve soğukkanlıkla ölüme sürüklenmiştir. Yitirdikleri oğullarının, kardeşlerinin, babalarının, kuzenlerinin ve yeğenlerinin acısını yaşayan binlerce ve binlerce insan olmalıdır.
Bağdat'tan bir hükümet çalışanı olan Sadık, Speicher katliamının arkasında nasıl bir miras bıraktığı konusunda ne düşündüğü sorulduğunda şöyle dedi: “Ben katliamın, şehitlerin aileleri üzerinde ve bir bütün olarak toplum üzerinde bir etki bırakacağını düşünüyorum. Bu genç adamların çoğu ailelerine ekmek getiren insanlardı, hatta bazı yerlerde sadece onlar ekmek getiriyordu. Onlar olmadan bu insanlar mücadele verecektir ve hükümete, onlara yardım etmeleri için güvenilemez. Öteki etki ise toplumdaki mezhepçilik düzeyinde olacaktır. Speicher katliamı, Iraklıların Baasçıların, Irak El Kaidesi'nin ve Daiş'in ellerinden maruz kaldığı katliamlar dizisinin bir yenisidir. Bu, durumu kötüleştiriyor.”
Irak'ta saygı gören bir araştırmacı ve seçkin bir blog yazarı olan Reydar Visser ise şöyle konuştu: “Genel olarak, katliamın anlamı Batı'da az anlaşıldı. Tahminimce Iraklılar bunu, 1980'lerin sonlarında Halepçe'de olanın veya 1991 ayaklanmasının bastırılması sırasında olanların dengi bir vahşet olarak görüyor. Muhtemelen bunun Halepçe'ye ve 1991'e benzer şekilde anılması çağrıları olacaktır ve bu mirasla uğraşılması, IŞİD'le çatışmanın ardından bir ulusal uzlaşı sağlama çabalarında merkezi bir yerde duracaktır.”
Irak, kan donduran şiddet ve barbarlık eylemlerine yabancı olmasa da, Speicher katliamı gibi büyük ölçekli, kelimelerle anlatılamaz ahlaksızlık eylemleri, çok basit, fakat güçlü bir nosyonu sağlamlaştırmış gibi görünüyor. Ya zafer ya şehadet! Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Daiş'in savaş esirlerine yaptığı mide bulandırıcı muamele – bu genellikle önce aşağılama, arkasından da ya kafalarına bir kurşun sıkılması, ya da kafalarının kesilmesi oluyor – askerlere böyle bir yazgıdan kurtulmak için bu olağandışı şeyle daha da güçlü bir şekilde mücadele etmek için yeterince güçlü bir teşvik sunuyor.
Irak ordusundan emekli tümgeneral ve ABD'deki eski savunma ataşesi İsmail el-Sudani, “Speicher katliamı, Irak'ın karşı karşıya olduğu korkunç, ürkütücü ve barbar düşman hakkında açık kanıt sunuyor. Bu katliam Irak'ın tarihine geçecek ve gelecek nesiller, Daiş'in yenilgiye uğratılmasının arkasındaki gerçek güdünün bu katliam olduğunu öğreneceklerdir” diye vurguluyor.
Iraklılar geçmişlerinden de öğrenmişler gibi görüyorlar. Bu, cihadçıların Irak'ın Şii nüfusuna karşı iğrenç bir suç işlemek yoluyla mezhepçi savaş ateşlerini tutuşturmaya çalıştığı ilk örnek değil.
22 Şubat 2006 tarihinde Irak askerlerinin kılığına girmiş adamlar, Samarra'daki El-Askeri türbesine girdi, muhafızları bağladı, türbeye bubi tuzakları yerleştirip patlattı ve bu şekilde türbenin ve yapının çoğunun çökmesine yol açtı. Bir yıl sonra gerçekleşen başka bir saldırıda, türbenin onar katlı iki minaresi yıkıldı. Böyle bir kutsal mekana yapılan bu tiksindirici saldırı, akıldışı bir mezhepçi iç savaşta on binlerce kişinin hayatını kaybettiği, Irak'ın yakın tarihinin en kanlı dönemlerinden birinin fitilini ateşledi.
Gelecekteki olasılıklar
“Şu anda ne yapıyoruz? Ne yapabiliriz? Daiş bu katliamı, Sünniler ve Şiiler arasında bir mezhep savaşını tetiklemek umuduyla gerçekleştidi. Onlara istedikleri şeyi veremeyiz. Projelerinin başarılı olmasına izin veremeyiz. Şehitlerimizin kanının, ulusumuzu yok etmek için tasarlanmış bir projenin temeli olmasına izin veremeyiz.” Bağdat'tan, 21 yaşındaki mühenislik öğrencisi Riyad Abdüllatif böyle konuşuyor.
Fakat böyle bir duruş pek çok kişi tarafından soylu bir duruş olarak görülse de, Speicher katliamı ve Kuzey Irak'ta azınlıklara yönelik etnik temizlikler gibi olayların, ülkenin toplumsal dokusunu parçaladığını dikkate almamız gerekir. Yerel Sünni aşiretlerin her ikisine de katılmış olması, zor soruları gündeme getiriyor. Musul'un Sünni nüfusunun Şii ve Hristiyan komşularına düşman olmasına sebep olan nedir? Tikrit'in aşiretlerini, kendi ülkelerinden olan 1,700 gencin katledilmesinde Daiş'e yardım etmesini ve suç ortaklığı yapmasını teşvik eden şey nedir? Azınlıklar bir gün evlerine dönüp yerleşebilecek mi? Yaşadıklarını unutabilecek ve affedebilecekler mi? Yakın zamanda Yezidilerin Sincar bölgesinde Sünni Arapları katlettiğine dair ortaya çıkan haberler, orta ve kuzey Irak'ta uzlaşının çetin bir süreç olacağını gösteriyor.
Irak'ın yaralanmış Şii toplumu arasında, bir tür intikam arzusu hakim. Pek çoğu, Mart ayında Tikrit'in geri alınmasını sağlayan başarılı operasyonu, katliamın intikamı olarak adlandırdı. Özellikle Elbu Acil köyünde, Daiş'in katliamı gerçekleştirmesine yardım eden aşiretlere ait mülklerin hedef alındığına dair haberler vardı. Elbu Acil aşireti, katliama katılan başlıca aşiretlerden biriydi. Ancak mülklerde meydana gelen hasar, bölgede gerçekleşen yoğun çatışmalara atfedildi.
Kutsal Kerbela kentinden 38 yaşındaki taksi şoförü Tarık el-Kerbelaî (kimliğini gizlemek için kullandığı sahte bir isim), “Dürüst olmak gerekirse, Daiş'in bizim çocuklarımızı katletmesine yardım eden aşiretler asla güvende olmayacaktır. Bu hainlerin sükunet içinde yaşayacakları bir dönem hiçbir zaman olmayacaktır. Hükümet onları affetmeye karar verse bile, Iraklılar affetmeyecektir. Ben Şiiler ve Sünniler arasındaki uyum ve diyaloğu görmekten büyük mutluluk duyuyorum, fakat bu aşiretler bu süreçte yer alamazlar. Onlar, çocuklarımızı tekfircilere (Daiş) sattılar ve biz kesinlikle bunun bedelini ödeteceğiz” iddiasında bulunuyor.
“Ahlaka az yer var”
Singapur Ulusal Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü'nden araştırma görevlisi Fanar Haddad, Iraklıların Speicher karşısındaki tepkilerinin ve bunun meydana getirdiği sembolizmin, “vahşetlerin, birbiriyle rekabet eden mağduriyetlerin elinde geçer akçe olduğu, savaşta bölünmüş bir topluma işaret ettiğini” söylüyor. Speicher örneği için, “Şiiler bunu kendi mağduriyet hislerinin – ve bunun sonucunda gelen salahiyet hissinin – altını çizmek için kullacaklardır. Sünniler (yahut hakim siyasi düzene karşı olanlar) ise bunu onaylama konusunda tereddüt gösterecektir” diye ekliyor. Haddad iki tarafın da diğerinin vahşet anlatısını onaylamayacağını, çünkü böyle bir durumda süregiden mezhepsel mağduriyetler rekabetinde ihtilaflı alanı terk etmiş olacaklarını kabul ediyor ve ekliyor: “Böyle bir ortamda, bu çatışmaya damgasını vuran mezhepsel tahkimattan bağımsız olarak vahşetlere yanıt verecek ahlaka az yer var.”
Ancak Irak'ın Şii çoğunluğu, bu azgın cihadçı saldırıyı ve bunun beraberinde getirdiği ahlak dışı tecavüzleri savuştururken, büyük bir dizginleme sergiledi. Northeastern Üniversitesi'nden siyaset bilimi profesörü ve Dış İlişkiler Konseyi üyesi Max Abrahms, bir topluluk olarak Iraklı Şiilerin sergilediği disiplin karşısında büyülendiğini söyledi ve şöyle konuştu: “Speicher Katliamı, hem [kendi kendine verdiği isimle] İslam Devleti'nin barbarlığının, hem de Irak Şiilerinin kendini dizginlemesinin altını çiziyor. İslam Devleti'nin topyekün bir mezhepçi savaşı ateşleme yönündeki süregiden çabalar düşünüldüğünde, Irak Şiilerinin herhangi bir yanıt vermemesi beni etkiliyor.”
Devlet televizyonu El-Irakiye kısa süre önce, Speicher katliamının faillerinden olduğu ileri sürülen bir kişiyle yapılan röportajı yayınladı. Bu kişi kendisine, kader değiştiren o güne ait bir video gösterildiğinde, ileri-geri koşan ve Şii askerleri yakalayıp onları, ikinci bir failin her bir kurbana birer kurşun sıktığı eski bir başkanlık sarayına götüren maskeli adamı kendisi olarak teşhis etti. İnfazcı olduğu iddia edilen kişi, “onların” [Daiş'in] kendisini, bunun yapılmasının gerektiğine ikna ettiğini kabul ediyor. Röportajı yapan kişiye kendisinin, düzenli olarak namaz kılan dindar biri olduğunu teyit ediyor.
İlk ismini vermeyi tercih eden, Bağdat'taki 44 yaşındaki kitapçı Besim, röportajla ilgili fikri sorulduğu zaman bunun Sünni İslam içindeki dikotomiyi – dindar, ibadet eden bir Müslüman'ın, doğru fırsat verilmesi halinde kolayca soykırım işleyen birine dönüşecek şekilde kandırılabileceğini – gösterdiğini söylüyor. Besim, “Nasıl olup da bir adamın namazını bitirdikten sonra arkasını dönüp yüzlerce kişiyi soğukkanlılıkla öldürebildiğini anlamak zor. Görüntüleri izlediğimiz zaman, hareketlerindeki şevki görebilirsiniz, yaptıkları şeyden keyif aldıklarını görebilirsiniz. Kuran'ın hangi ayeti, yüzlerce genç insanın bu şekilde katledilmesine cevaz veriyor?” şeklinde konuşuyor.
Fail olduğu iddia edilen kişi, kurbanların annesine ne diyeceği sorulduğunda ise, “Allah onlara sabır versin” cevabını veriyor.
(Haydar Sümeri / Hasan Hadad - 1001iraqithoughts.com - Medyaşafak)