Peygamberlere İman -1
Peygamber’ farsça bir kelimedir ve “haber getiren kimse” anlamına gelir. Dini terim olarak ise “Allah (CC)’ın, kulları arasında seçerek vahyine muhatap kıldığı, emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi” manasındadır. Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber” kelimesinin karşılığı olarak “Resul ve Nebi” kelimeleri kullanılmaktadır.
Resul; yeni bir kitap ve şeriatla gönderilmiş peygamberdir. Nebi ise; kendisine yeni bir kitap ve şeriat verilmeyen, kendisinden önceki kitap ve şeriatın hükümleriyle kavmini Allah (CC)’a kul olmaya çağıran peygamber demektir. Nebi ile Resul arasında icra ettikleri vazife açısından ise bir fark yoktur.
Medeniyetlerin gelişmesi ve değişmesiyle, doğal olarak her toplumun ihtiyacına göre farklı bir şeriat ve bu şeriatı topluma bildirecek bir peygamber gönderilmiştir.
“Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.” (Yunus / 47)
Ve Yüce Rabbimiz; hiçbir ayırım yapmadan bütün bu peygamberlere inanmayı, iman etmenin bir gereği sayarak, mealen şöyle buyurmuştur:
“…O’nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik…” (Bakara / 285)
İman bir bütündür. İman edilmesi gereken bazı hususlara inanıp bazılarını inkâr etmek iman değildir. Mesela peygamberlerden bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak küfürdür. Ya da “peygamber, sadece Allah (CC)’ın ayetlerini bize ulaştıran bir aracıdır; yaptıkları bizi ilgilendirmez. Hayatı bizim için bir örnek teşkil etmez” demek de peygamberin varlık sebebini reddetmek olduğundan küfürdür.
“Şüphesiz ki Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerle Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, / 21) ayeti de peygamberlerin sadece elçi olarak değil aynı zamanda söz ve davranışlarıyla örnek olmaları amacıyla gönderildiklerinin delilidir.
Peygamberlik ile din birbirine sıkı sıkıya bağlı iki olgudur. Yüce Allah’ın sünneti gereği, peygamber olmadan dinin gelmesi söz konusu olamaz. Şüphesiz ki Allah (CC), hiçbir aracı kullanmaksızın veya insan olan bir peygamber yerine, farklı bir aracı veya meleklerden olan bir peygamber de gönderebilirdi. Bütün bunlar Rabbimizin iradesi ve gücü dâhilinde olan şeylerdir ve bunu sorgulama, eleştirme hakkına da hiç kimse sahip değildir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Bununla beraber, Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah`a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur” (Ahzâb / 36) buyurulmuştur.
Yüce Allah yine de, insanların idrak edebilmeleri için, peygamber olarak bir insanı göndermesinin sebebini yüce kitabında bizlere bildirmiştir:
“Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece; ‘Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?’ demeleridir. De ki: Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsra / 94-95)
Peygamber bir insan olduğu halde hayatını, mücadelesini, sabrını birebir örnek almayışımıza bahane olarak, ‘O bir peygamberdi, bizler O’nun gibi olabilir miyiz?’ diyoruz. Oysaki değil Resulullah (SAV)’ı, Onun ashabını bile tam olarak örnek alamıyoruz. Eğer peygamber melek olsaydı, İslam’ı reddedenler için daha güzel bir bahane olmayacak mıydı sizce de? Tabiri caizse bir kuş bir kediye nasıl örnek olabilir? O zaman da, ‘peygamber insan olsaydı, kendimiz için Onda örnek alacak daha çok şey bulurduk’ demezler miydi?
Resulullah (SAV)’ın dünya malı babında fakirliğini öne sürerek inanmayanlar, zengin olması durumunda asla inanmayacaklardı. ‘Rabbin sana her türlü nimeti verdiği için O’na inanıyorsun. Bizlere de verseydi elbette inanırdık’ benzeri bahaneler öne sürmezler miydi?
Resulullah (SAV)’ın okuma ve yazma bilmemesi bile bir hikmet dâhilindedir. Bilseydi eğer, bugün ‘Kur’an’ı Muhammed yazdı’ diyenler, bu safsatalarının kabulü için daha bir şevkle çalışmayacaklar mıydı sizce de?
Velhasıl İbrahim Hakkı gibi;
“Deme şu niçin şöyle
Yerindedir o öyle,
Bak sonunda sabreyle!
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler”
Demeli ve her şeyi sorgulamaya hakkımız olmadığını bilmeliyiz.
Dinin gelmesi için peygamberliğin aracılığı nasıl gerekli ise, dinin nasıl yaşanılması hususunun pratik olarak gösterilmesi için de peygamberlerin olması gereklidir. Çünkü peygamberler, kendilerine vahyolunan dini sadece insanlara tebliğ etmekle kalmazlar, bilakis o dinin en samimi uygulayıcısı olarak, ilk başta kendi nefislerinde yaşayıp diğer insanlara dinin pratikteki halini gösterirler. Bununla birlikte insanların dini yaşarken karşılaştıkları sorunlar, kafalarına takılan sorular, yaptıkları birtakım şeylerin dine uyup uymadığı konusundaki tereddüt ve problemlerde ancak dinin ilk tebliğcisi olan peygamberler aracılığıyla çözüme kavuşabilmektedir.
O halde, peygamberlere iman etmeden dini yaşamak, akidevi açıdan küfür üzerinde olmak demektir ve bu kişi kâfir sayılır. Buna karşılık peygamberlere inanıp onların varlığını gerekli gördüğü halde dini yaşamayan birisi, İslam’dan dönmeye sebebiyet verici söz, davranış ve fikirlerden sakındığı takdirde; kâfir değil, günahkâr bir Müslüman olur.
Rumeysa Durmaz / Nisanur Dergisi - Kasım 2014 (36. Sayı)