Kamusal Alanda Müslüman Kadın
Hz. Ömer elinde bir kamçı, çarşıya çıkar ve şöyle derdi:
“Alışveriş bilgilerini öğrenmeden hiç kimse bu çarşıda iş yapmasın. Aksi taktirde ister istemez faize bulaşır.”
Bu sözü konumuza uyarlayacak olursak, her birimiz kamusal alanda yapmamız ve yapmamamız gerekenleri çok iyi bilmeliyiz. Aksi taktirde ister istemez hata eder ya da bize karşı yapılan bir hata karşısında nasıl davranacağımızı bilemeyebiliriz.
Yapılan bir tanıma göre kamusal alan; modern toplum kurumlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavramdır.
Kamusal alanlar toplumun ortak ihtiyaçlarına hitap ettiğinden dolayı toplumun her kesiminden şahısların bir araya geldiği ve birbiriyle muhatap olmalarının gerekebildiği alanlardır.
Böylesi alanlarda elbette bütün toplumun, özelde ise Müslümanların –bilhassa Müslüman hanımların- uyması gereken bir takım hususlar vardır. Bir Müslüman, yaşamın her alanında olması gerektiği gibi kamusal alanlarda da –hizmet veren veya hizmet gören fark etmeksizin- evvela İslami kimliğiyle yer almalıdır.
Farklı ırktan, düşünce ve inançtan insanların bir araya gelebildiği kamusal alanlarda, özellikle Müslüman bayanların İslami duruşu toplumun huzuru ve selameti için şarttır. Birkaç örnek verecek olursak; Müslüman bir bayanın ne amaçla olursa olsun evinden çıkarken tesettürüne ayet ve hadisler çerçevesinde dikkat etmesi, namahrem bir kimseyle muhatap olmasının gerektiği durumlarda göz göze gelmemeye dikkat etmesi, sese ayrı bir eda katmadan konuşması ve sözü gereksizce uzatmaması İslami kimliğin gereklerindendir.
Aksi davranışlar nefse ve şeytana kapı aralamaktır. Nitekim “O halde (yabancı erkeklerle konuşurken) konuşmayı yumuşak (bir eda ile) yapmayın ki; kalbinde bir hastalık olan kimse tamah etmesin” (Ahzab / 32) buyuruyor Rabbimiz.
Bazı kamusal alanlarda uzun bekleyişler olur. Böylesi durumlarda boş oturup etrafı süzmek yerine vakti değerlendirmenin yolları aranmalıdır. Örneğin kitap okuyarak, bir zikirle meşgul olarak veya yanımızda oturan bir bayanla çevredekilerin dikkatini çekmeyecek şekilde İslami içerikli bir sohbet ederek vaktimizi değerlendirebiliriz.
Sohbet etmesek bile yanımızda oturan bayanlara selam vermeliyiz. Zira selam kalpleri birbirine ve dolayısıyla İslam’a ısındırır.
Kalabalık ortamlarda yaşlılara veya rahatsız olanlara oturmaları için yer vermeli ve başkalarını da buna teşvik etmeliyiz. Bu davranışlarımız insanlar üzerinde büyük bir etki oluşturacaktır ve İslami duruşumuzdaki güzellik ve dolayısıyla İslam’ın güzellikleri üzerinde tefekkür etmelerine vesile olacaktır.
Az evvel de bahsettiğimiz gibi kamusal alanların amacı toplumun ortak yararını belirlemek ve gerçekleştirmektir. Bu tanım çerçevesinde kamusal alanlar, hiçbir hak ihlaline yer vermeksizin herkese eşit bir şekilde hizmet sunmak durumundadır.
Fakat ne yazık ki uzun yıllardır toplumumuzda –özellikle İslami bir duruşa sahip- tesettürlü hanımlar farklı zihniyetlerdeki insanlara hedef olup, önyargılı hükümler ve haksız muamelelerle karşılaşabiliyorlar.
Birçoğumuzun banka veya postanede herhangi bir işlem için bulunduğu sırada -büyük bir kalabalık içerisinde ve gereksizken- peçesini açması istenmiş ve bu durum fazlasıyla üzmüştür. Ya da okullarda tesettürümüze yönelik kırıcı, dışlayıcı söz ve davranışlara muhatap edildiğimiz olmuştur.
Bilhassa hastanelerde birçoğumuz –İslami hassasiyetlerimizden ötürü- incitilmiş, haksızlığa uğramış, kalbimizi kıracak söz ve davranışlarla karşılaşmışızdır. Hâlbuki hastaneye gittiğimiz vakit en çok anlayışa ve insanca muameleye ihtiyaç duyduğumuz bir vakittir.
Rahatsız oluşumuz veya rahatsız olan bir yakınımıza refakat ediyor oluşumuz bizi yeterince tedirgin etmiş ve üzmüştür. Bir de sıra ihlalleri, tesettüre yönelik aşağılayıcı bakışlar ve incitici sözler, bazı hastane personelinin “modern!” görünümlü olanlara gayet kibar, fakat tesettürlülere karşı sert üsluplu oluşu, hakeza bir veterinerin tedavi ettiği havyana gösterdiği ilgi ve merhameti bile hastasına çok gören doktorlar… Eminim ki bunlar hiçbirimizin yabancısı olmadığı ve hatta çok daha acısını dahi yaşadığımız durumlardır.
Bacılar! Ne kadar incinmiş olsak da bilmeliyiz ki böylesi durumlarda hedef alınan şahsımız değil, üzerimizde taşıdığımız Allah-u Teâlâ’nın ayeti kerimesidir. Bunu bilmeli ve tepkimizi buna göre vermeliyiz.
Yani İslami kimliğimizden ödün vermeyerek, aşağılanmalar karşısında zelil hissine kapılmadan izzetli bir duruş sergileyerek… Kendimiz, hiçbir hak ihlaline ve karmaşaya sebebiyet vermemek suretiyle kamusal alanlarda işlemlerin sırayla ve düzenli bir şekilde yürütülmesine yardımcı olarak ve bu vesileyle İslam’ın güzelliğini topluma göstererek… Şahsımız üzerinden İslam’a yöneltilen hakaretamiz söz ve davranışları, muhatabımızın seviyesine düşmeden ölçülü söz ve davranışlarla bertaraf ederek… Bulunduğumuz ortamdaki hiç kimseye haksızlık edilmesine müsaade etmeyerek… Hak arama imkânı varken “Allah biliyor yeter” deyip haksızlığa göz yummanın başka ve daha büyük haksızlıklara kapı aralayacağını bilip gerekirse hakkımızı hukuki yollarla arayarak ama asla ve asla onurlu ve izzetli duruşumuzdan ve İslami kimliğimizden ödün vermeyerek!
Hz. Mevlana der ki “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır”.
Demek ki kıyafetimizle hakir görülsek de, bu sebeple haksızlığa ve hatta zulme maruz kalsak da ilmimiz ve ahlakımızla bu durumu lehimize çevirmek hatta belki haksızlık edenin hidayetinin artmasına vesile olabilmek de İnşallah bizim elimizde…
Yeter ki sadece tesettürümüzle değil, kamusal alanlar da dâhil bütün ortamlarda hem güzel bir tesettür, hem ilim ve hem de ahlak sahibi olarak; yani İslami bir kimlikle bulunabilelim.
Vesselam…
Rumeysa Durmaz / Nisanur Dergisi – Ağustos 2015 (45. Sayı)