Niçin okuyoruz ve niçin yazıyoruz?
Okuyoruz. İzliyoruz. Öğrenmeye çalışıyoruz. Dinliyoruz. Soruyoruz. Tartışıyoruz. Yazıyoruz. Konuşuyoruz. Anlatıyoruz.
Peki niçin?
* Kendimizi avutmak için mi?
* Hobi mi?
* Başkalarına şirin görünmek için mi?
* Üstünlük sağlamak için mi?
* Ya da menfaat elde etmek için mi?
Herkes kendini tanır ve bilir aslında ama çoğu zaman bilmek istemeyiz ve kendimizle yüzleşmekten kaçarız.
Diğer tüm çalışmalar için de aynı soru sorulabilir.
Tabi ki insan, bir şeyleri, her zaman, bilerek isteyerek ve planlamayarak yapmayabilir. Yani mesela birileri bizden öyle istediği ya da bize öyle nasip olduğu için okuyor veya yazıyor olabiliriz. Ya da bazı özel çalışmalar da yine böyle sebeplerden olabilir.
Fakat her halükarda işe nasıl başlarsak başlayalım, devam etmek ve nasıl devam edeceğimiz bizim elimizdedir. Bu yüzden hedefimizi doğru belirlemek, bizim elimizde ve sorumluğumuzdadır. Her iş:
* Ya başlamadan önce,
* Ya da başladıktan sonra öğrenilir. Yani bir insan, bir mesleği, illa önceden planlayıp öğrenemeyebilir. Bir işe başladıktan sonra da bir mesleği öğrenebiliriz.
Burada bize düşen gayret etmek ve işin hakkını vermektir. Yani ne iş yapıyor isek, tam yapmalı ve işin gereğini yapmalıyız.
Peki, niçin öğrenmeli ve okumalıyız? İnsan, evvela kendi için okumalıdır. Bu yüzden felsefenin güzel tariflerinden birisi de “insanın kendisini bilme çabasıdır” şeklindeki tanımdır. İlmin en üstünü de kendini bilmek ve neleri bilmediğinin farkında olmaktır. Şu halde biz, kendimizi yetiştirmek, kendimizi tanımak ve anlamak, kendimizi düzeltmek, kendi soru/n/larımıza çözüm bulmak için okuruz evvela.
Anlatmak ve yazmak da böyledir. Anlatırız ve yazarız. Zira hem bildiğini bildirmek farzdır hem de ilmin de zekâtı vardır. Ayrıca bildiğini yapmak ve başkalarına da öğretmek, yeni şeyler öğrenmenin de kapısını açar. Yani bildiği ile amel eden ve bunu başkalarına da öğretene, Allah, yeni bilgiler ihsan eder. Bildiği ile amel etmeyen ve başkalarına da bildiklerini öğretmeyen kimsenin basiret ve feraseti bağlanır. Böyle kimseye ilmi, fayda vermediği gibi zarar verir. Hakkı verilmeyen ilim, insanın hakikatleri görmesinde engel olur.
Her şeyi okumamız yani herkesin her şeyi bilmesi gerekmez. İnsan, kendi alanında uzman; yakın alanlardan ve kendine lazım olan diğer ilimlerin ana konularından ve ilkelerinden haberdar olmalıdır.
Bu yüzden her insana her bilgiyi vermek de gerekmez. Bilgi, gıda değil ilaç gibidir. İlacın, vakti ve muhatabı vardır. Herkese her ilaç her zaman verilmez. Velev ki zaten gıda da zamansız ve plansız alındığında zararlıdır. İşte ilim de böyledir. İnsanlara lazım olmayan veya görgülerini/akıllarını aşan bilgiler vermek, onlara iyilik ve merhamet değildir. İlim de emanettir ve emanetleri ehline teslim etmek, emri ilahidir.
Bilgide aslolan güzel olması değil doğru ve faydalı olmasıdır. Yani güzel, hoş ya da ilgi çekici olsa da bilgiyi değerli yapan; hakikat olmasıdır. Hakikatin ise iki temel ölçüsü vardır; kâinata ve sünnetullaha yani fıtrata uygun olması ve faydalı olması. Faydalı olan bilginin şartlarını şöyle özetleyebiliriz:
* Hak olması.
* Zamana ve mekâna uygun olması.
* Şartlarla ve kişiyle uyumlu olması.
* Ölçülü yani uygun miktarda olması.
* Doğru kişi tarafından doğru kişiye tatbik edilmesi. Ki zaten hikmet de her şeyi yerli yerine koymaktır.
Şu halde güzel konuşmaktan kasıt da etkileyici konuşmak değil hakikati ve insanlara faydalı olacak şeyleri söylemektir. Şu halde bir amaca ve amele yönelik olmayan her söz boştur ve israftır. Tabi ki tatlı söz ve insanların gönüllerine hitap etmek, kaba ve kulak tırmalayıcı konuşmamak, dilin kurallarına uymak; Efendimizin (S.A.V.) de sünnetidir. Ama tüm bunların amacı; insanların iman, ahlâk ve amellerine katkıda bulunmaktır. (Milli Gazete)