Suud Veliahdı’nı Türkiye’ye davet ediyorum
Suudi Veliahdı Muhammed bin Selman (MBS) haftalardır sürdürdüğü Mısır, İngiltere, ABD ve nihayet Fransa ve İspanya seyahatlerini tamamlayıp ülkesine döndü. Veliaht MBS seyahatlerindeki temasları, ziyaretleri, açıklamaları ile dışarıda sosyal medyanın fenomeni olurken, aynı zamanda çeşitli ithamlara varacak kadar kızgınlıklara da neden oldu.
MBS’nın dışarıda gördüğü ilgi şımarık bir prense gösterilen ilgi değildir. Medyada yansıyan bazı görüntülerin aksine hemen herkes ona Suudi Arabistan’ın müstakbel kralı gözü ile bakmaktadır. Bu yüzden, onu kabul edenler ne düşünüyor, nasıl davranıyor, olaylar karşısındaki tepkileri nedir, diye öğrenmeye çalışıyor. Yönetebilme kapasitesi ölçülüyor.
Suudi Arabistan ise hem 2012’den sonra kendisine bölgede biçilen ama bir türlü hayata geçirilemeyen “yeni aktör” olma rolünü oynamak ve hem de daha büyük bir oyuncu olmaya aday olduğunu göstermek istiyor. Kapasitesi, yeterlilikleri, beşeri potansiyeli ve zaafları ile bunu becerebilir mi, sorusu şimdilik bir kenarda dursun.
KRAL SELMAN’IN POLİTİKALARI
Selman’ın kral olduğu 2015 yılı sonrasına odaklanarak bir değerlendirme yapalım. Bu süreçte iki konu dışında Suudi Arabistan’ın bir devlet politikası ortaya koymaya çalıştığını görmekteyiz. Ancak ülkeyi krizin eşiğine getiren Yemen Savaşı büyük; İran’a karşı cephe açmak için Katar’ın seçilmesi ise daha büyük bir hataydı. Bu hatalarıyla da bölgesel aktör olma konusunda bir beceriksizlik sergilediği muhakkak.
Bunları telâfi etmek ve mümkün olduğunca lehine dönüştürmek için ikinci hedefi olan “büyük oyuncu” olma arzusunu devreye sokmuştur Suudi Arabistan. Zorunlu olmadıkça veya turistik amaçlar dışında ülke dışına çıkmayan Suudi Arabistan krallarının aksine Kral Selman, büyük bir heyet ile Asya seyahatine çıkarak Asya devleri ile yakınlaşmaya çalıştı. Başta Çin olmak üzere birçok ülke ile ortak projeler üzerinde anlaşmalar yaptı. Diğer taraftan seçilmesi akabinde, ilk yurtdışı ziyaretinde ABD Başkanını Riyad’da ağırlayarak, Yemen Savaşı ile tüketilen silah stoklarının yerine, benim de tenkit ettiğim yeni bir silahlanma anlaşması gerçekleştirdi. Ardından Moskova’yı ziyaret ederek (SA tarihindeki ilk ziyaret) Rusya ile de işbirliği yapma, hatta tartışmalı S400 füzeleri satın alma sinyalleri verdi.
MBS GELENEKÇİ Mİ YENİLİKÇİ Mİ?
Her ne kadar Suudi dış politikası reformcu bir atağa geçmiş gibi görünse de aslında geleneksel çizgide kendisini yenilemeye çalıştığı görülmektedir. Sadece MBS’nin son gezi rotası bile bunu açıklayacak niteliktedir.
İlk durağı Mısır olmuştur. Bu durum Sisi’nin askeri darbesinden sonra iki taraf arasında yaşanan ilişkilerin tabii bir sonucu olarak görünse de, gerçekte Suudi Arabistan, bir Arap devleti görüntüsü vererek, Arap Birliği üzerinde etkisini arttırmayı amaçlamaktadır. Suudi Arabistan kurulurken, Abdülaziz b. Suud, savaşçılarını Necid bölgesinden seçerken, danışmanlarını da Mısır’dan seçmişti. Genel olarak Suud hanedanı, tarihi gerekçelerle Mehmet Ali Paşa hanedanına karşı kinlerinden dolayı Mısırlılara karşı mesafeli dursalar da iki taraf arasında ilginç pragmatik bir ilişki vardır.
Suudi Arabistan kurulma aşamasında iken, İngiltere mali, siyasi ve askeri destek vermiş olsa da bu ülkeyi tanıyan ilk devlet İngiltere değil, Rusya olmuştur. Nitekim soğuk savaş döneminde Suudi-eski Sovyetler Birliği ilişkileri bile hep bu düzlemde ve pürüzsüz yürümüştür. MBS’nin Avrupa-ABD ziyaretinden önce babası Kral Selman’ın Moskova’yı ziyaret etmesi bu gelenekçi tavrın bir göstergesidir. İngiltere resmen tanımadan 1926 yılında Türkiye Suudi Arabistan’ı tanımıştır. Kralın Ekim 2017’deki Moskova ziyareti akabinde Başbakan Yıldırım’ın Suudi Arabistan’ı ziyareti de bu tarihi sıranın takip edildiğini göstermektedir. Aynı ziyaret sırasında, MBS’nin Türkiye’ye geleceğinin açıklanması, geleneksel Suudi siyasetini hatırlatmaktadır.
MBS’nin rotasını takip edelim:
Suudi Arabistan 1932 yılında, İngiltere tarafından resmen tanındıktan sonra uluslararası camiada bir devlet olarak nitelenebilmiştir. O sırada Kral Abdülaziz adına sonradan kral olacak olan oğlu Emir Faysal, uzun bir Avrupa seyahatine çıkmıştır. MBS de amcasının izinden giderek bu seyahatinde önce İngiltere’yi ziyaret etmiştir. ABD petrol şirketleri Suudi Arabistan’dan petrol imtiyazları aldıktan sonra iki taraf arasında büyük bir yakınlaşma olmuştur. Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdülaziz b. Suud da 1945 yılında ülkesinden ayrılıp Süveyş Kanalı’nda demirleyen bir gemide Yalta Konferansı’ndan dönmekte olan ABD Başkanı Roosevelt’i ziyaret ederek, bugüne gelen ilişkilerinin temelini atmıştır. MBS’nin rotası da bu tarihi olayı takiple, Riyad’da yapılan ticaret anlaşması ile belirlenmiş ve ABD ziyareti de bunun ardından gelmiştir.
Suudi-Fransız ilişkileri, sonradan gelişen ilişkilerdir ve sınırlı ikincil bir ilişkidir. Bu yüzden MBS İngiltere’den Fransa’ya doğrudan geçmemiş, ABD’den sonra, dönüş yolunda Fransa’ya gitmiştir. Son olarak, 1982’den sonra amcası Kral Fahd’ın iyi ilişkiler geliştirdiği İspanya’yı da ziyaret ederek tarihi misyonunu tamamlamıştır. Böylece kral olmadan önce kendisini bütün dünyaya tanıttı. ABD ve Avrupa’da yaptığı anlaşmalar, görüşmeler ve satın aldığı silah, ürün ve hizmetler ise krallığının teminatı olacaktır.
Kim ne derse desin, -ne kadar süreceği konusunda bir tahminim olmasa da- İkinci Suudi Arabistan (onlara göre dördüncü) Kral Selman eliyle kurulmaktadır. Bunun da ilk kralı MBS olacaktır. Dünya bunun farkındadır. Suudi Arabistan, ABD ile Avrupa (özellikle İngiltere) arasında ciddi bir rekabetin konusudur. Görülen o ki, MBS tercihini ABD’den yana kullanacaktır. Buna rağmen geleneksel politikaları da dengede tutmak istediği açıktır.
MBS’nin gezi rotasının eksik kalan tarafı Aralık 2017’de planlanan Türkiye ziyaretidir. Her ne kadar davet, Başbakan tarafından resmen yapılmış olsa da ben tekrarlıyor ve Veliahd’ı Türkiye’ye davet ediyorum. 1932 yılında Avrupa’dan sonra amcasının Türkiye’yi ziyaret ettiği gibi o da kral olmadan önce bu geleneği yerine getirmelidir. Şu cümlenin altının çizilmesinde de yarar vardır: Basra Körfezi politikalarında Türkiye ile Suudi Arabistan arasında farklı görüşler olsa da Suudi Arabistan’daki değişim Türkiye’nin de yararına olacaktır. (Yeni Şafak)