Hariri’yi halk hareketi mi yoksa dış baskılar mı istifaya götürdü?
Lübnan'da halk ayaklanmasının 13'üncü gününde Başbakan Saad Hariri'nin aniden istifa etmesi üzerine Lübnanlı ve Arap sokaklarında farklı görüşler yer alıyor. Bazıları çözümden ziyade krizi derinleştirecek bir şekilde sorumluluktan kaçış olarak yorumlarken, bazıları ise halk hareketinin taleplerine olumlu cevap vermek ve iç savaşı önlemek için atılan cesur bir adım olarak değerlendirdi.
Başbakan Hariri, hareketin başlangıcından bu yana istifa etmeyi reddediyordu. Geçtiğimiz Salı günü öğleden sonra yaptığı açıklamasındaysa, çabalarının çıkmaz yola girdiğini ve istifanın kaçınılmaz hale geldiğini söyledi. Ancak bu istifa ile büyük bir şok yaşayan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Hariri'den biraz beklemesini istedi. Büyük ihtimalle vakit kazanmak ve başta Hizbullah ile Emel hareketleri olmak üzere Lübnan'daki en önemli müttefikleri ile gerekli görüşmeleri yapmak için, bu istifayı kabul edip etmediği hakkında bir açıklamada bulunmadı.
Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah ise, istifadan dört gün önce yaptığı konuşmasında bu konuda uyarıda bulunmuş ve iç savaşa dönüşebilecek bir siyasi boşluk oluşmasından kaçınmak için hükümetin istifa etmesini reddettiğini, anlaşmaya bağlı kalındığını vurgulamıştı. Hükümetin istifası ile birlikte, meydanlardaki barışçıl göstericiler, “bilinmeyen” unsurlar tarafından saldırıya uğradı. Bazıları bu unsurların Emel Hareketi ve Hizbullah'a bağlı “mezhepçiler” olduğunu ve kapatılan yolları güç kullanarak açmak için bunu yaptıklarını öne sürdü. Ancak bu saldırı, Hem Hizbullah hem de Emel Hareketi'nin şiddetle reddettiği iç savaş için gereken şartları olgunlaştırdı.
****
İstifanın ardından Lübnan, adeta patlamak üzere olan bir volkanın ağzına geldi. Ülkenin güvenlik ve istikrarını istemeyen çok sayıda iç ve dış kaynaklı bölgesel ve uluslararası güçler, Araplarla ilgili meselelerde belirleyici bir siyasi ve askeri güç haline gelen Hizbullah'ı hedef aldı. Çünkü Hizbullah, işgalci İsrail devletinin varlığı ve ABD'nin bölgedeki projeleri için doğrudan tehdit oluşturuyor.
Başbakan Hariri'yi böylesine bir zamanlamada aldığı istifa kararına götüren sebebin kişisel düşüncesinden kaynaklı mı yoksa ABD ve Körfezdeki müttefiklerinin başını çektiği dış baskılar sonucunda mı geldiğini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz Hariri'nin geçmişte tüm tehditlere rağmen bu baskılara direndiği ve direniş hareketleri ile siyasi ve askeri bir çatışmaya sürüklenmeyi reddettiğidir. Saad Hariri, geçmişte Suudi Arabistan'ın başını çektiği güçler tarafından, kardeşi Baha Hariri, Eşref Rifi, Fuad Sinyora gibi koltuğuna göz diken birçok ismin kendisinin yerine geçmesi ile tehdit edilmişti.
Lübnanlı göstericilerin bu büyük galibiyetin ardından, eylemlerini burada durdurarak caddeleri boşaltıp güvenli bir şekilde evlerine geri döneceklerine inanmıyoruz. Çünkü bu protestocular, başta bu bozuk rejimi kökünden kesip atmak ve seçim yasasını değiştirmek maddelerinin yer aldığı uzun bir talep listesine sahip. Lübnan'ı tek bir seçim bölgesi haline getirmek, yolsuzluğun kökünü kazımak, yolsuzluk yapanların yargılanması, yağmalanan milyarların devlet hazinesine geri iadesi ve adli kurumun bütünlük ve bağımsızlık sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gibi maddeler ise listenin devamında yer alıyor.
Öngörülen bakanlık krizi ve yürütmedeki boşluk ile nasıl başa çıkılacağına dair üç senaryo bulunuyor:
Birincisi: Hariri'nin yeniden hükümet kurmakla görevlendirilmesi ve Başkan Avn'ın damadı olan Dışişleri Bakanı Cibran Basil, Parlamento Başkanı Nebih Berri'ye en yakın isimlerden biri olarak bilinen Maliye Bakanı Hasan Halil, Lübnan Merkez Bankası başkanı gibi yolsuzluk ile suçlanan isimlerin görevden alınması.
İkincisi: Saad Hariri veya başka bir yetkilinin başkanlığında, uzmanlar, temiz isimler ve politikacılardan oluşan bir teknokrat hükümetinin kurulması. Bu hükümetin görevi, ülkeyi ekonomik krizden çıkarmak ve ekonomik çöküşünü engellemek olacak.
Üçüncüsü: Parlamentoda, Hizbullah, Ulusal Özgürlük Hareketi ve Emel Hareketi gibi politik olarak uyumlu olan büyük güçler ve Direniş Eksenini destekleyen Sünni müttefiklerden oluşan büyük güçlerin, tüm taraflarca kabul edilen Sünni bir lider başkanlığında hükümet oluşturması.
***
Lübnan'ın egemen yönetimi başarısız oldu… Sınıfçı kotalara dayalı koalisyon hükümeti ülkeyi iflas ve yıkıma sürükledi… Devleşen ve derinleşen din ve mezhep feodalizmi, problemler üzerine problemler doğurdu.
Ülkede iki hafta önce patlak veren şiddetli halk ayaklanması, tarihinde görülmemiş bir ayaklanmadır. Kendiliğinden gelişen bu ayaklanma tek bir çatı altında toplanan ulusal kimliği güçlendirdi ve yolsuzluk, sınıfçılık ve siyasi feodalizm gibi Lübnan'ın başına bela olan krizlerin köküne indi. Tüm hedeflerini kazanmadan bu ayaklanmanın durdurulacağını düşünmüyoruz. Lübnanlılar, eğer savaşmaları gerekiyorsa en şiddetli şekilde savaşacak ayrıcalıklı ve ciddi insanlardır. Erkelerle birlikte kadınların da savaştığı ve 15 yıl süren iç savaş bunun kanıtıdır.
Direniş silahına dokunmadan köklü değişim nasıl gerçekleşecek ve yolsuzluk ile sınıfçılık nasıl yok edilecek? Bu soru bugün Lübnan'ın karşısındaki en büyük zorlukların başında geliyor. Bu denklemdeki herhangi bir bozulma Lübnan'ı yıkmak isteyen güçlerin askeri yollarla başaramadığını, yani Hizbullah'ı yok etmek ve silahsızlaştırma hedefini içeriden halletmeyi amaçlıyor.
Lübnan'da dış güçlerin kullandığı iç unsurlar, kışkırtma eylemleri ile işe başladı. Protestocuların arasına sızarak fitne tohumları ektiler. Başlangıçta usulca işe başlayan bu aktörler, yiyecek ve bayrak dağıtarak planlarını sürdürüyor ve en son silah dağıtarak amaçlarına ulaşacaklar. Çok dikkat etmek gerekiyor. Lübnan semalarını kaplayan fitne bulutundan kurtulmak için halkın meşru taleplerini iyi anlamak gerekiyor.
(Abdulbari Atvan, Raialyoum - Çeviri: Merve Soydaş, intizar)