Neden Kur’an’ın Her Cümlesine Ayet Denilmiştir?
Bilindiği üzere Kur’an’ın her cümlesine “ayet” denilmektedir. Ayet; “somut delil, açık alamet, işaret, ibret, mucize" gibi manalara gelir. Kur’an’ın cümlelerine “ayet” denilmesi sadece bir isimlendirme değil aksine buna bağlı hükümler ve hikmetler terettüp eden özel bir isimlendirmedir.
Kur’an’ın her cümlesine ayet denilmesinin hikmeti
Kur’an’ın cümlelerine ayet denilmesinin birçok hikmeti vardır. Mesela onlara inanarak okuyan kimsenin üzerinde Kur’an ayetlerinin doğrudan ve fiili etkisi vardır. İnanarak Kur’an ayetlerini okuyan dolayısıyla tatbik edenin üzerinde onların somut tecellileri vardır. Böylece hem kendileri hem de onları okuyup tatbik eden kimse “ayet” olmaktadır. Onlar insanı dönüştürdükleri ve somut tecelliler oluşturdukları için ayettir. Onları tatbik eden insan dahi güzel ahlakın, doğru düşüncelerin ve dengeli duyguların timsali olduğu için o da haddi zatında “ayet” olmaktadır. Kur’an’ın cümlelerinin ayet olmalarının bir ispatı da kendilerine yakînî olarak yaklaşmayana asla kapı açmamaları ve yüz vermemeleridir. Yani iman ile ve amel etmek niyetiyle onları okumayana hiçbir fayda sağlamaz, onun üzerinde hiçbir etki, hiçbir tecelli oluşturmazlar. Yani ilginçtir Kur’an ayetleri okuyup uygulayan kimseye olumlu tecellileriyle ayet oldukları gibi onları inanmadan okuyan kimseye de ona hiç bir fayda vermemek suretiyle ayettirler.
Kur’an’ın cümlelerine “ayet” denilmesi; onları şiirden ve felsefeden ayıran en önemli özelliğin onların uygulanabilir olması ve hem de uygulanmalarının zorunlu olması anlamına gelir. Bu nedenle Allah (c.c): “Biz Ona(Peygambere) şiir öğretmedik. Onun buna ihtiyacı yoktur ve bu Ona yakışmaz da…” (Yasin:69) buyurur. Çünkü Kur’an hekim bir kitaptır ve hikmetin olduğu yerde şiirin varlığı zorunlu değildir. Kur’an’ın hikmeti o derece tesirlidir ki, muhataplarını hakikaten coşturduğu, kendilerinden geçirdiği için onların yapay ve sahte yollarla söz gelimi içkiyle bunu sağlamalarına izin vermemiş, bu nedenle içkiyi yasaklamıştır. Belki içi boş bir sözün tesir oluşturabilmesi için böyle ortamlara ihtiyaç vardır ve de burada sözler süslenip püslenerek sarf edilir. “böylece Biz, her peygambere insanların ve cinlerin düşmanlarını şeytan etmişizdir. Bunlar aldatmak için birbirine yaldızlı söz-zuhrufelkavl-fısıldarlar..” (Enam:112) ayeti, bunu ifade buyuruyor.
Kur’an’ın her cümlesine ayet denilmesinin hükmü
Allah(c.c): “Öyle ya, inanan kimse fasık olan kimse ile aynı olur mu? Tabii ki eşit olmazlar.” (Secde:18) buyurur. Bir düşüncenin-sistemin doğruluğu, önemi, yararlılığı ancak uygulamayla anlaşılabilir. Pratik, teorideki düşüncelerin boyunun ölçüsünü almasını sağlar. Bu ilke ayet-i kerimede ifade buyruluyor. Öyle ki ayette mümin ile fasık’ın (ameli olmayanın) karşılaştırması yapılıyor. Bu, çok dikkat çekici bir noktadır. Çünkü aslında müminin zıttı fasık değil, kâfir-inkârcı kimsedir. Fakat Kur’an amele o denli önem veriyor ki, insanı kıymetlendirirken düşüncesini değil, amelini esas alıyor. Bu nedenle Kur’an, doğru olsalar bile uygulanmayan sözlerin ya da uygulanabildiği halde uygulamaya konulmadan söylenen sözlerin insanı büyük bir sorumluluk altına soktuğunu hükme bağlıyor. Bu nedenle Allah(c.c) şöyle buyurur: “Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir öfkeyle karşılanır.” (Saff:2-3) bu durumun Allah’ı öfkelendirmesi, “bir düşüncenin doğruluğu veya yanlışlığı mensubunun yaşamından anlaşılır” İlahi ilkesini ihlal etmesinden dolayıdır. İslam’ın uygulanabilirliği olmayan, sadece teorik bir sistem olarak algılanmasına yol açmasından dolayı “yapmadığını söylemek” Allah’ı (c.c) öfkelendiriyor. Oysa Kur’an-ı Kerim, hükümlerinin ve emirlerinin tümünün her zaman ve zeminde, her şahıs için mutlak olarak uygulanabilme kabiliyetine sahip olduğu iddiasındadır. Burada uygulamadan kasıt, her hükmün sadece insanın dış âleminde tatbik edilmesini anlamamak gerekir. Kur’an’ın hükmünün insanın iç âlemindeki tesiri, rahatlatıcı, sakinleştirici veya yerine göre caydırıcı vasfı da pratik bir durumdur ve yukarıdaki maksada dâhildir. “Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Karşılarında Onun ayetleri okunduğunda imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal:2) buyrulur. Burada ayetlerin insanın içinde oluşturduğu tesirin ameli bir durum olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre ayetlere karşı içinde bir şey hissetmeyen kimse ayetlere inansa bile amelsiz fasık hükmündedir. Cümlelerinin her birinin “ayet” olmasının hükmü budur. Nice günah vardır ki, Allah’ın öfkelenmesine sebep olmazken “yapmayacağı şeyi söylemek” O’nun öfkelenmesine sebep oluyor. Oysa bu, zahirde çok büyük bir suç gibi görünmüyor. Lakin hakikat öyle değil. Çünkü bu, İslam’ın en büyük iddiasına ve hüccetine karşı bir tavırdır. O bakımdan bu, bir günah işlemenin ötesinde anlamı, neticeleri ve ihlalleri olan bir durumdur. İslam’ın en özel vasfı, her hükmünün pratikte yansımasının olmasıdır. İnandığıyla amel etmeyen bir Müslüman adeta İslam’ı felsefe gibi addetmiş olmaktadır.
“Rabbin, memleketleri, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi ana noktalarına göndermedikçe helak edici değildir.. ” (Kasas:59) buyrulur. Dikkat edilirse ayet, insanların sorumluluk altına girmesi, aleyhlerinde hüccetin tamamlanması için risaletin-mesajın gönderilmesini yeterli görmüyor. Ayrıca bunun bir peygamber vasıtasıyla olmasını da şart koşuyor. Bu da İslam’ın iddiasının uygulamada olduğunun başka bir delilidir ve bu konu nefis lezzetler ihtiva etmektedir. Demek ki mesajın etkisi, hikmeti ve azameti ancak onu uygulayan bir elçinin vasıtasıyla müşahede edilebilir. Ne olursa olsun mesajın ulaşmış olabilmesi için onun bir elçi vasıtasıyla olması gerekir. İnsanlar mesajın tatbikatını görecek, onu getirenin ahlakını müşahede edecek o takdirde onlar için hüccet tamamlanmış olacaktır. “ahlakın güzelliklerini tamamlamak üzere gönderildim.” Hadisi de bunu ifade buyuruyor. Gerçekten de Kur’an’ın ayetleri en fazla Peygamber (s.a.v) üzerinde müşahede edilirken etkili olmuş ve birçok kimse Peygamberin(s.a.v) mübarek ahlakından etkilenerek Müslüman olmuş, olmaya devam etmektedir.
Özetle İslam, mesajın ulaşmasının yanında bunun insan üzerinde somut şekilde tatbik edilmesini teknik ve usuli bir konu olarak değil, esasa ilişkin ve hayati bir konu olarak kabul etmektedir.
(İnzar Dergisi – Ağustos 2014)