Elimizde Hazine Var
İlim elde edebilmek, donanımlı olabilmek için birçok kitap, birçok dergi, birçok makale okuyup araştırma yaparken elimizdeki yegâne hazineden kendimizi mahrum bırakmamız ne kadar da abes! Tüm mücevherler tek bir hazinenin birer yansıması iken, yansımaları asıl hazineden bağımsız olarak aramaya çalışmamız ne beyhude bir çalışma…
İlim elde edebilmek, donanımlı olabilmek için birçok kitap, birçok dergi, birçok makale okuyup araştırma yaparken elimizdeki yegâne hazineden kendimizi mahrum bırakmamız ne kadar da abes! Tüm mücevherler tek bir hazinenin birer yansıması iken, yansımaları asıl hazineden bağımsız olarak aramaya çalışmamız ne beyhude bir çalışma…
Hâlbuki tüm kitaplar, dergiler, makaleler, şiirler elimizdeki tek hakikat olan ilahi kitabın bizlere anlattığı gerçekleri bulma arayışında kör topal ilerlemekte. İnsanlık tarihinden bu yana asırlar geçmesine rağmen tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, edebiyat vs. alanlarında yapılan çalışmalar, yazılan eserler ilahi kitabın, Kuran-ı Kerim’in çok cüzi bir kısmını açıklayabilmiştir oysaki. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda on dört asır evvelinden her çağa reçete sunabilecek, her ilme cevap verebilecek, her insana hitap edebilecek güçte olduğunu göreceğiz.
Aile bireylerine aile içi kuralları, ülke yöneticilerine bir ülkenin yönetimi ile ilgili kaideleri sıralayabilecek kadar özel ve aynı zamanda genel olduğunu, yine hukukçuya hukuktan, tüccara ticaretten, çiftçiye ekinlerden, öğretmene öğretim tekniklerinden, bilim adamlarına bilimden bahsedip iman etmelerini sağlayabilecek üstünlükte olduğuna şahit olacağız.
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa bilir. Bir yaprak düşmez ki onu bilmesin! Yerin karanlıklarındaki hiçbir dane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru yoktur ki apaçık olan kitapta bulunmasın.” (En’am / 59)
Evet, elimizde bir hazine var ve ne yazık ki günümüz Müslümanları olarak bu eşsiz hazinenin değerini yeterince bilmemekte ve istifade edememekteyiz. Müslüman olmayan batılı düşünürler dahi bizim ilahi kitabımızın kıymetini bilmekte ve ondan istifade etmektedir oysaki. Hristiyan olan Jean-Paul Roux Kur’an-ı Kerim için şöyle demektedir:
“Şiirden üstün, taklidi imkânsız ve tercümesi mümkün olmayan bu ulvi eserin olgunluk seviyesine ne bundan evvel çıkılabilmiştir ne de bundan sonra çıkılabilecektir. İslam’ın yayılmasında Kur’an okumanın bütün uzun nutuklardan daha büyük bir amil olduğu, birçok şahadetlerle sabittir. Yola getirilmeleri imkânsız düşmanlar bile Kur’an’ı dinler dinlemez birden bire duraklıyorlar ve hemen imana gelip kelime-i şahadet getiriyorlardı. Ayetlerdeki kelimelerde fevkalade bir kuvvet ve kudret vardır.”
Hz. Ömer’in, Hz. Muhammed (SAV)’i öldürmeye giderken kız kardeşinin evinde duyduğu Kur’an-ı Kerim ayetlerinin etkisiyle Müslüman olması bunun en bariz örneğidir.
Durum bu iken biz biçare Müslümanlar neden elimizdekinin kıymetini bilmiyor ve istifade edemiyoruz. Müslüman toplumların bugün içerisinde bulunduğu vahim durumun nedenini irdelemek gerekirse bunun en temel nedeninin elimizdeki emanete tutunmamamız olduğunu göreceğiz. Peki neden? Mehmet Akif Ersoy bu sorunun cevabını bir şiirinde çok güzel izah ediyor.
“İbret olmaz bize, her gün okunur ezbere de!
Yoksa bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı-ı muhkem yalınız, anlaşılan Kur’an’ın,
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın,
Ya açar nazmı Celil’in, bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.”
Sekiz satırlık beyitte tam da kendi halimizi bizlere anlatıyor şair. Öyle ya hemen her Müslüman’ın evinde en az bir Kur’an-ı Kerim bulunmasına rağmen ve okunmasına rağmen mana Müslüman’ın kalbine ve dolayısıyla yaşantısına sirayet etmiyor. Çünkü yirmi-otuz yaşına hatta yaşamının son demlerine gelmiş birçok Müslüman, Kur’an-ı Kerim’i Arapça defalarca okumasına rağmen ayetlerin manası ve maksadı üzerinde hiç düşünmemiş, anlamaya çalışmamış hatta “manasında ne var, rabbim kelamında neler anlatmış” diye merak edip bakmamış.
İşte, bu biz Müslümanların en büyük eksikliği! Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in yaşantımıza sirayet edebilmesi için ilk yapmamız gereken onu anlamaya çalışmaktır. Bunun da yolu Arapça öğrenmekten ya da aslı gibi olmasa da onun meallerini okumaktan geçer. Her gün okuduğumuz bir cüz ve ya bir hizb Kur’an’ı, mealiyle beraber okumaya başlamamız ve bu şekilde devam etmemiz yaşantımıza çok bariz değişiklikler getirecektir muhakkak. En azından kendimizi ve içerisinde bulunduğumuz kâinatı anlamaya yönelik Kur’an’ı söyletmemiz, hissettirmemiz kendi hayatımızı anlamlı hale getirecek ve kolaylaştıracaktır. Hem sadece bu fani dünyaya değil ebedi olan ahiret hayatımıza da sirayet edecektir inşallah.
Son olarak bir ayeti kerime hatırlatmak isterim ki; hep beraber üzerinde beş dakika da olsa düşünüp mahiyetini kavramaya çalışalım…
“Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebut / 64)
Adalet Vural / Nisanur Dergisi - Mayıs 2015 (42. Sayı)
Hâlbuki tüm kitaplar, dergiler, makaleler, şiirler elimizdeki tek hakikat olan ilahi kitabın bizlere anlattığı gerçekleri bulma arayışında kör topal ilerlemekte. İnsanlık tarihinden bu yana asırlar geçmesine rağmen tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, edebiyat vs. alanlarında yapılan çalışmalar, yazılan eserler ilahi kitabın, Kuran-ı Kerim’in çok cüzi bir kısmını açıklayabilmiştir oysaki. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda on dört asır evvelinden her çağa reçete sunabilecek, her ilme cevap verebilecek, her insana hitap edebilecek güçte olduğunu göreceğiz.
Aile bireylerine aile içi kuralları, ülke yöneticilerine bir ülkenin yönetimi ile ilgili kaideleri sıralayabilecek kadar özel ve aynı zamanda genel olduğunu, yine hukukçuya hukuktan, tüccara ticaretten, çiftçiye ekinlerden, öğretmene öğretim tekniklerinden, bilim adamlarına bilimden bahsedip iman etmelerini sağlayabilecek üstünlükte olduğuna şahit olacağız.
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa bilir. Bir yaprak düşmez ki onu bilmesin! Yerin karanlıklarındaki hiçbir dane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru yoktur ki apaçık olan kitapta bulunmasın.” (En’am / 59)
Evet, elimizde bir hazine var ve ne yazık ki günümüz Müslümanları olarak bu eşsiz hazinenin değerini yeterince bilmemekte ve istifade edememekteyiz. Müslüman olmayan batılı düşünürler dahi bizim ilahi kitabımızın kıymetini bilmekte ve ondan istifade etmektedir oysaki. Hristiyan olan Jean-Paul Roux Kur’an-ı Kerim için şöyle demektedir:
“Şiirden üstün, taklidi imkânsız ve tercümesi mümkün olmayan bu ulvi eserin olgunluk seviyesine ne bundan evvel çıkılabilmiştir ne de bundan sonra çıkılabilecektir. İslam’ın yayılmasında Kur’an okumanın bütün uzun nutuklardan daha büyük bir amil olduğu, birçok şahadetlerle sabittir. Yola getirilmeleri imkânsız düşmanlar bile Kur’an’ı dinler dinlemez birden bire duraklıyorlar ve hemen imana gelip kelime-i şahadet getiriyorlardı. Ayetlerdeki kelimelerde fevkalade bir kuvvet ve kudret vardır.”
Hz. Ömer’in, Hz. Muhammed (SAV)’i öldürmeye giderken kız kardeşinin evinde duyduğu Kur’an-ı Kerim ayetlerinin etkisiyle Müslüman olması bunun en bariz örneğidir.
Durum bu iken biz biçare Müslümanlar neden elimizdekinin kıymetini bilmiyor ve istifade edemiyoruz. Müslüman toplumların bugün içerisinde bulunduğu vahim durumun nedenini irdelemek gerekirse bunun en temel nedeninin elimizdeki emanete tutunmamamız olduğunu göreceğiz. Peki neden? Mehmet Akif Ersoy bu sorunun cevabını bir şiirinde çok güzel izah ediyor.
“İbret olmaz bize, her gün okunur ezbere de!
Yoksa bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı-ı muhkem yalınız, anlaşılan Kur’an’ın,
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın,
Ya açar nazmı Celil’in, bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.”
Sekiz satırlık beyitte tam da kendi halimizi bizlere anlatıyor şair. Öyle ya hemen her Müslüman’ın evinde en az bir Kur’an-ı Kerim bulunmasına rağmen ve okunmasına rağmen mana Müslüman’ın kalbine ve dolayısıyla yaşantısına sirayet etmiyor. Çünkü yirmi-otuz yaşına hatta yaşamının son demlerine gelmiş birçok Müslüman, Kur’an-ı Kerim’i Arapça defalarca okumasına rağmen ayetlerin manası ve maksadı üzerinde hiç düşünmemiş, anlamaya çalışmamış hatta “manasında ne var, rabbim kelamında neler anlatmış” diye merak edip bakmamış.
İşte, bu biz Müslümanların en büyük eksikliği! Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in yaşantımıza sirayet edebilmesi için ilk yapmamız gereken onu anlamaya çalışmaktır. Bunun da yolu Arapça öğrenmekten ya da aslı gibi olmasa da onun meallerini okumaktan geçer. Her gün okuduğumuz bir cüz ve ya bir hizb Kur’an’ı, mealiyle beraber okumaya başlamamız ve bu şekilde devam etmemiz yaşantımıza çok bariz değişiklikler getirecektir muhakkak. En azından kendimizi ve içerisinde bulunduğumuz kâinatı anlamaya yönelik Kur’an’ı söyletmemiz, hissettirmemiz kendi hayatımızı anlamlı hale getirecek ve kolaylaştıracaktır. Hem sadece bu fani dünyaya değil ebedi olan ahiret hayatımıza da sirayet edecektir inşallah.
Son olarak bir ayeti kerime hatırlatmak isterim ki; hep beraber üzerinde beş dakika da olsa düşünüp mahiyetini kavramaya çalışalım…
“Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebut / 64)
Adalet Vural / Nisanur Dergisi - Mayıs 2015 (42. Sayı)