Türkiye'de Muhalefetin Patalojisi
Türkiye’nin siyasi kültüründe, toplumsal ve siyasi boyutlarıyla iktidar ve muhalefetin karşı karşıya gelme biçimi hep sorunlu olmuştur. Türk-İslam imparatorlukları devlet geleneğinde iktidarlar, genellikle, siyasete dair doğru ve hakikati kendilerinin temsil ettiği iddiasıyla kendilerine yönelen her türden toplumsal ve siyasi muhalefeti kendisinin “öteki”/ “düşmanı” olarak telakki etmiş, baskı altına alınması ve ezilmesi gereken bir unsur olarak görmüştür.
İktidarı sürdürmek ve güçlendirmek adına, meşru ya da meşru olmayan her türden aracı kullanmıştır. İktidarın bu türden patolojik eğilimine paralel olarak ne yazık ki, muhalefet de başka türden patolojik bir tutum takınmıştır.
Türkiye’nin siyasi hayatında muhalefetin patolojisi de, her ne olursa olsun, iktidara karşı gelmiş, iktidarı bütün olumsuzlukların tek sebebi görmüş ve iktidarı devirmek için her türden aracı meşru saymıştır. Özellikle II. Meşrutiyet dönemindeki “İttihatçı-İtilafçı” (İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf) çekişmesinden bugüne, Türkiye’de siyaset, iktidar ve muhalefeti ile birlikte bir “kutuplaşma”, “cepheleşme” ve “ölüm kalım savaşı” yönünde evrilmiştir. İçsel ve dışsal eleştiri ve yüzleşme kültürünün olmadığı böylesi bir siyasi atmosferin, ahlak, adalet ve hakkaniyet ekseninde dönüşmesi zor görünmektedir.
İktidar da muhalefet de “kutuplaştırma” ve “birbirinin yok sayma” üzerine kurulu dil, üslup ve eylemi takındığı sürece, Türkiye’de siyasetin adalet, hakkaniyet ve “müzakereci demokrasi” yönünde evrilmesi mümkün değildir.
Yazılarımızda genellikle, toplumun tümü adına karar alan, iş gören ve toplumu adaletle yönetme yükümlülüğü içinde hareket etmesi gereken iktidara yönelik uyarıcı, yapıcı ve ıslah edici eleştirilerde bulunduk ve bulunmaya devam edeceğiz.
Eleştirilerimizden iktidar nasibini aldığı kadar toplumsal ve siyasi muhalefetin de nasibini alması ve kendisiyle yüzleşip hesaplaşması elzem hale gelmiştir. Dolayısıyla geçmiş dönemlerde görüldüğü gibi, Ak Parti iktidarına karşı yönelen toplumsal ve siyasi muhalefetin patolojisi üzerinde durulmaya değerdir.
Bir bakıma Türkiye’de iktidarlar, muhalefetin patolojisinden güç alarak, toplumun diğer kısmında makes bulmakta ve siyasi ahlak ve adaletsiz yönetimlerini görünmez kılmakta ve sözüm ona kendilerini “haklılaştırmakta” ve topu muhalefetin üzerine atarak sorumluluktan kaçmaya çalışmaktadır. Özellikle Gezi sürecinden bu yana, ortamı gerginleştiren, kutuplaştıran ve iç düşman/dış düşman sendromu ve travması ile muhafazakar tabanı tahkim eden iktidarın pek karar ve uygulaması, kendisine yönelen muhalefeti azdırmışsa da, bu süreçte toplumsal ve siyasi muhalefetin dil, üslup ve eylem tarzı da, iktidarın olumsuzluklarının, maalesef kendi tabanında görülüp gerekli uyarıların yapılmasını zorlaştırmaktadır.
Ak Parti iktidarına yönelik farklı saiklerle bir araya gelen türlü ve çeşitli toplumsal muhalefet, iktidarın meşruluğunu reddeden, onu ortadan kaldırmayı hedefleyen ve toplumda cereyan eden her türden olumsuzluğun sebebi olarak iktidarı gören bir üslup, dil ve eylem tarzına sahip olduğu sürece, iktidar ve “ak”saray’ın ahlak, hukuk, adalet ve hakkaniyetten uzak kimi söylem ve uygulamaları, muhafazakar tabanı tarafından görmezlikten gelinmeye devam edecek hatta savunulur hale gelecektir. Bu da, iktidarın sorunlu yönetimine rağmen güçlenmesine hizmet etmiş ve etmektedir.
İktidarın, hukuk dışı kimi uygulamaları, yolsuzluk yapanlara yönelik önlem almaması, çoğulculuk ve farklılığı önceleyen politikadan ziyade tepeden inmeci yönetim tarzı ve kendi tabanını pekiştirmeye yönelik söylemleri gibi pek çok olumsuzlara yönelik muhalefette bulunan siyasi ve toplumsal muhalefetin, öncelikle, kendi içinde “demokrat” ve kendi dışında farklı dünya görüşü ve yaşam tarzına sahip toplumsal kesimlere yönelik “saygılı”, “anlayışlı” ve “hoşgörülü” olması gerekmektedir.
“Seküler” ve “ulusal” içerimli toplumsal muhalefetin, artık Türkiye’nin sosyolojisini ve dünyanın yöneldiği yönü farketmesi gerekmektedir. Yine, “dinci” Kemalist “hizmet” şebekesinin iktidara yönelen muhalefetinin hiçbir anlam ve değeri yoktur. Önce kirli, kumpasçı, darbeci, sicili bozuk ve kendi içinde “hapishane” kuran, dışındakine “yaşam hakkı” tanımayan zihniyet ve uygulamaları ile yüzleşmeyen ve hesap vermeyen “şebeke”nin, “sütten çıkmış ak kaşık” gibi davranmaya hakkı yoktur.
Siyasi muhalefet olarak Ak Parti’ye karşı çıkan CHP, MHP ve HDP/BDP’nin de önce kendi geçmişleri ile yüzleşmesi, sicili bozuk muhalefet kültürlerinden azade olması gerekmektedir. CHP ve ulusal solun hala kokuşmuş laisist, çağdaş yaşam sloganları ile din ve manevi değerler karşıtı gösterdiği tutumu, HP’nin “ulusalcı/Türkçü” perspektifte farklı etnik kimliklere yönelik bütünselci yaklaşımı, HDP ve PKK’nın şahin kanadının, sorunu “çözümsüzleştirmeye” hizmet eden tehditvari yaklaşımları ile “ak”saray’la eklemli iktidarın siyasetteki ağırlığının ortadan kaldırılması mümkün görünmemektedir.
Aslına bakılırsa Ak Parti iktidarı, çoğunlukla gücünü, toplumsal ve siyasi muhalefetin beceriksizliği ile kullandığı söylem ve eylem tarzının patolojisinden almaktadır. Türkiye’de aklı başında, olgun, topluma güven veren, geçmişi kirli ve sicili bozuk olmayan, sadece dışlama ve yok etmenin dışında iktidarı belirli ilkeler (ahlak, adalet, hakkaniyet ve yöntem) çerçevesinde uyaran, iktidardan ziyade toplumu muhatap alan bir muhalif dil ve üslup, Ak Parti gibi hegemon ve sorunlu yönetim gösteren siyasi pratiklerin korkulu rüyası ve en iyi ilacıdır. Bu durum, klasik Türkiye siyasetindeki “cepheleşme” ve “ölüm kalım savaşı”na evrilen gergin anormal durumu, normalleştirecek ve farklı kesimleri ile Türkiye insanı, barış ve etkileşim içinde bir arada yaşayabilecektir.
Toplumsal ve siyasi muhalefetin patolojiye sahip olması, elbette iktidarın olumsuzluklarını meşrulaştırmamalı ve ahlaklı karşı duruşu geçersizleştirmemelidir. Ancak Türkiye’de hadise büyük ölçüde bu şekilde cereyan etmektedir. İlkesel düzeyde pek çok konuda karşı çıkılması gereken olumsuzluklarına rağmen, Ak Parti ve iktidarı destekleyen toplumun büyük çoğunluğu, bizleri, “ölümü göstererek sıtmaya razı ettirici” bir zihniyet dünyasının esaretinde tutmak istemektedir. Son günlerde, zaten şer ve sicili bozuk olduğu bilinen “hizmet”e yönelik şeytanlaştırma operasyonu ile artık Türkiye iktidar klasiği haline gelen “travma yaratarak toplumu yönetme” pratiği hepten tavan yapmıştır. Ancak operasyon yapanların, farklı bir travma üzerinden ilerde operasyona maruz kalmayacaklarının hiçbir garantisi yoktur. Bu yüzden üçüncü yola ihtiyaç vardır. Bu köşede yıllardır bunun sesi olmaya çalıştık ve inşallah devam edeceğiz.
(Milat Gazetesi)