ABD hegemonyası, küreselleşme ve karşıtları
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) dış politika ve strateji denince akla gelen isimlerin başında olan Henry Kissinger şöyle demişti yıllar önce: “Globalleşme, Amerikan hegemonyasının diğer adıdır”. Kissinger, haklıydı. Üstelik açık sözlüydü bu tanımı yaparken. Çünkü eğip bükmeden söylemişti ne düşündüğünü.
Fakat, Türkiye de dahil olmak üzere dünyada, kraldan çok kralcılık, Amerikalılardan çok Amerikancılık yapan o kadar çok uzman, akademisyen, yorumcu, gazeteci, siyasetçi, asker, diplomat, bürokrat var ki, Kissinger onların yanında yaya kaldı adeta.
Çünkü ABD ve NATO bağımlısı bu koro, küreselleşmenin büyüsüne kapılanlardan, Yeni Dünya Düzeni’nin gerçekte emperyalizmin yeni adı olduğunu göremeyenlerden, NATO’yu bir barış ve demokrasi ittifakı sananlardan oluşuyor. O nedenle ABD emperyalizmine ilişkin bu yalın, bu çıplak gerçeğin, ABD’nin en kıdemli dış politika uzmanı ve duayen diplomatı tarafından dilendirilmesi bile, onların gözlerini açmaya yetmiyor. Hiç utanıp sıkılmadan, hiç yüzleri kızarmadan ABD’den demokrasi ve insan hakları, NATO’dan özgürlük ve barış bekliyorlar.
Lakin dünyanın gidişatı, ABD’nin istediği gibi gitmiyor.
Örneğin, önümüzdeki Mayıs ayında toplanacak Arap Birliği zirvesi öncesinde, Suriye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme adımları hızlanıyor. Suriye ve Suudi Arabistan yakınlaşması için en fazla çabayı da Birleşik Arap Emirlikleri gösteriyor. Şam’la ilişkilerini hızla düzelten Arap ülkeleri arasına son dönemde Tunus ve Cezayir de katıldılar.
Suudi Arabistan’ın son yıllarda ABD’yle arasına mesafe koymaya çalışmasını, Çin’le hızla yakınlaşmasını, Rusya’yla ilişkilerini daha da geliştirmesini, ABD’ye rağmen İran’la ilişkilerini normalleştirmeye karar vermesini de unutmamalı.
Örneğin, Türkiye Suriye ilişkilerinde de normalleşme adımları sıklaştı son aylarda. Son olarak iki gün önce, Moskova’da, Türkiye, Suriye, Rusya ve İran’ın dışişleri bakan yardımcıları bir araya gelip, normalleşme adımlarını konuştular. Bu toplantı, Astana formatının, Soçi sürecinin başarı hanesine yazıldı elbette.
Bu türden bölgesel gelişmeleri, yakınlaşma çabalarını, normalleşme ve ittifak arayışlarını desteklemek, özendirmek gerekiyor. Çünkü ABD’nin dayattığı ve sadece ABD’nin önceliklerine göre kurgulanmış Atlantik merkezli dünya düzenine karşı, Doğu’daki bölgesel ittifakların etkili olduğu, devletlerin eşitliği, bağımsızlığı, egemenliği, bütünlüğü, siyasal birliği temelinde yükselen, içişlerine karışmamayı tartışmasız ilke edinen bir dünya düzeni zorunlu. Buna ister “karşı küreselleşme” densin, ister Sultan Galiyev’in “emperyalizme karşı, milletler bir olsun, milletler eşit olsun” dediği “mazlumlar enternasyonali” kullanılsın, ister çok kutuplu dünya düzenine vurgu yapılsın, dünyada gerçek anlamda barışın, istikrarın, refahın, eşit ilişkilerin yolu, öncelikle ABD ve NATO’ya karşı çıkmaktan geçiyor.
(Barış Doster, CRI)