İyileşmenin esrarı
Hastalığı yakalanmak gibi iyileşmek de birçok faktöre bağlıdır. Falan ilacın veya falan tedavi yönteminin filan hastalığın iyileşmesine sebep olduğu söylenebilse de, şifa bulmak, bugün tıp âleminin sırrını tam olarak çözemediği bir muammadır. Bazen çok ağır bir hasta mucizevî bir şekilde iyileşmekte, bazen de basit bir nezle umulmadık sonuçlara yol açabilmektedir. Çeyrek asrı bulan hekimlik hayatımda bunun sayısız örneklerine şahit oldum. “Ömür boyu sürer” denilen akıl hastalıklarının düzeldiğine veya basit görülen bir depresyon yüzünden akli dengenin tamamen yitirildiğine rastladım.
Psikiyatri dünyasının saygın dergilerinden American Journal of Psychiatry’nin Mayıs-2002 sayısında yer alan bir araştırma, hastalıklardan iyileşmenin farklı bir boyutunu daha ortaya koydu: Beyin, yaratılışı gereği, dış bir sebebe bağlı kalmaksızın iyileşmede önemli bir rol oynamaktadır.
Bu araştırmada, iki bağımsız psikiyatrist tarafından birbirinden ayrı muayene edilerek, DSM-IV teşhis kriterlerine göre depresyon geçirdiği tesbit edilen iki grup hasta ele alınmış. Bunlardan bir grubuna etkili bir depresyon ilacı olan Fluoxetine verilmiş. Benzer özelliklere sahip diğer hasta grubuna ise placebo, yani hiçbir iyileştirici özelliği olmayan tamamen etkisiz ilaç verilmiş. Gruplar rastgele seçilmiş ve araştırma çift-kör metodla yapılmış. Yani hastaları tedavi eden doktorlar, servis personeli ve PET (pozitron emisyon tomografisi) görüntüleme ekibi hangi grubun nasıl bir ilaç aldığından habersizmiş.
Altı haftalık tedavi sonunda PET ile beyin glukoz metabolizmasındaki değişiklikler ölçüldüğünde, iki grubun da benzer tepki ve cevaplar verdiği görülmüş. Yani, placebo verilen hastaların beyninde meydana gelen değişiklikler, depresyon ilacı kullananlara benzer verilere sahipmiş.
İşin ilginç yanı, klinik olarak düzelme oranı da aynı derecedeymiş. Yani, depresyon ilacı alanlar ile ilaç aldığını zanneden hastalar benzer oranda iyileşmişler.
Araştırmacılar, depresyon ilacı aldığına inanarak etkisiz bir maddeyle düzelen hastalardan yola çıkarak, şu sonuca varıyorlar: Hepimizin beyninde kendi kendini iyileştirme yeteneği vardır.
Gerçekten şifa, hiç tahmin etmediğimiz pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan esrarengiz bir olaydır. İster ağır isterse sıradan bir hastalığımız olsun, iyileşmenin gizli formülü ilaç prospektüslerinde değildir. Ne doktorlar, ne modern hastane donanımları, ne de sık sık öncekinden daha etkili olduğu iddiasıyla bir yenisi piyasaya sürülen ilaçlar, hastalıktan şifa bulmanın yeterli sebebi olmamaktadır.
İyileşme, en iyi şekilde, yaralanmış veya hasar görmüş bir organın sağlıklı hale gelme süreci (olayı değil) olarak tanımlanabilir. Çoğumuz küçükken mutlaka en azından birkaç kere düşüp dizimizi yaralamışızdır. Ayağa kalkıp biraz ağladıktan ve üzerimizi silkeledikten sonra mucizevi bir şey olmaya başlamıştır. Bu, iyileşme sürecidir. Kendimizi iyileştirmemişizdir, ne kadar sürdüğünü de bilmeyiz. İyileşme süreci, yaşamanın tabiatına yerleşmiştir. Hiçbir cerrah, doktor veya şifacı birini iyileştiremez. Daha çok tedavi süresinin oluşması için en iyi ortamı sağlar.
Dizimizdeki yara zaman içinde şifa bulur, ama işlem bizim davranışlarımızla bağlantılıdır. Eğer yarayı antiseptikle temizlersek, mikrop kapmasını önleriz. Eğer kemikleri hareket ettirmezsek yara tekrar açılmaz. O halde, prensip olarak iyileşme, kendi tavrımız ve tutumlarımızla sağlanır.
Ruhsal iyileşmek, kararlı bir şekilde enerji harcayıp geçmişte neden bazı yaralar alındığını anlamak ve buna uygun tedbirler almaktan geçmektedir.
(Milat Gazetesi)