İsrail uluslararası savaş hukuku sınırlarını nasıl aştı?
UNIFIL’e yönelik saldırılar bir dönüm noktası olabilir. Ancak bu durumda kesin olan şey uluslararası hukukun tek bir devletin takdirine bağlı olamayacağıdır.
10 ve 11 Ekim’de İsrail ordusunun Lübnan Geçici Barış Gücü’nün (UNIFIL) üslerine saldırması, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği’nin (AB) önde gelen isimleri arasında ve uluslararası toplumda öfkeye yol açtı.
Başbakan Giorgia Meloni döneminde İsrail ve Filistin’e yönelik eşit mesafeli duruşundan uzaklaşarak İsrail’i destekleyen İtalya, bu saldırıdan sonra İsrail’e karşı sesini yükseltti. İtalya, İspanya ve Fransa ile birlikte ”saldırıların İsrail’in uluslararası insancıl hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerinin ciddi bir ihlali anlamına geldiğini” belirten ortak bir bildiriye imza attı. Aslında mevcut İtalyan hükümetinin temsilcileri, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının patlak vermesinden bu yana ilk kez İsrail’in eylemleri karşısında duydukları hayal kırıklığını dile getirerek tepki gösterdi.
İtalyan hükümeti İsrail’in UNIFIL’e saldırısına nasıl tepki verdi?
Lübnan’da UNIFIL bünyesinde binden fazla İtalyan barış gücü askeri görev yapıyor ve bu askerlerin rolü uzun yıllardır önem arz ediyor. İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto saldırıyı ”kabul edilemez” olarak tanımlarken çok sert konuştu ve ”İtalya ve BM, İsrail’den emir almaz.” dedi. Crosetto’nun sert açıklaması Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani tarafından da yinelendi ve Tajani ”İsrail askerlerinin UNIFIL üslerine ateş açtığına dair kesin kanıtlar göz önünde bulundurularak” bir soruşturma başlatılması çağrısında bulundu. Tajani, ”İsrail’in saldırıları eğer devam ederse, bu durum saldırıların bir kaza değil, gönüllü bir seçim olduğu anlamına gelir.” uyarısında bulundu.
Başbakan Giorgia Meloni de ”İsrail defalarca UNIFIL’deki İtalyan askerlerine güvenlik gerekçesiyle bazı güçlerini bölgeden çekmelerini tavsiye etti ama maalesef bu talep reddedildi.” diyerek İsrail’e karşı net bir tavır ortaya koydu.
İtalyan askerleri UNIFIL’deki en büyük ikinci güç ve misyonun batı kesiminde, yani Lübnan’ın İsrail sınırına yakın Shama ve Mayoun üslerinde bulunuyor. Ayrıca İtalya, deniz güvenliği operasyonlarından sorumlu Deniz Görev Gücü’ne, Lübnan için Uluslararası Destek Grubu’na ve İtalyan ordusunun helikopter birimi olan Italair Görev Gücü aracılığıyla hava kuvvetlerine katkıda bulunuyor.
İsrail’in saldırısı kaza değildi
Resmi açıklamalara göre geçtiğimiz haftalarda İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Lübnan’a sınırlı saldırılar düzenleme niyetini bildirerek UNIFIL’den İsrail ve Lübnan sınırındaki Mavi Hat boyunca yer alan karakoldan çıkmalarını istedi. Ancak BM, İsrail’in bu isteğini kesin bir dille reddetti. Bu çerçevede İtalya, İsrail’i BM üslerinin çatışmaların dışında tutulması gerektiği konusunda uyardı. Zira, bu üsler gerilimin tırmanmasını önlemeye ve barışı garanti altına almaya hizmet ediyor.
Mavi miğferliler tüm uyarılara karşın defalarca İsrail ve Lübnan’ın çapraz ateşine maruz kalarak şiddete dahil olma riskiyle karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla, İsrail’in saldırıyı önceden planladığını ve bunun sadece bir kaza olmadığını kanıtlayan yeteri kadar delil var gibi görünüyor.
UNIFIL, kuruluşu 1978’e dayandığı için İsrail ve Lübnan arasında yaşanan çatışmalara karşı deneyime sahiptir. O dönemde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 425 ve 426 sayılı kararlarıyla meşrulaştırılan misyonun kapsamı 2006’da 1701 sayılı kararla güçlendirildi. Bu çerçevede UNIFIL, Lübnan ile İsrail arasında ”Mavi Hat” olarak bilinen sınır boyunca müdahale gücü olarak hareket etme yetkisine sahip oldu.
Mavi Hat’ın varlığı Hizbullah’ın oldukça güçlü olduğu Lübnan’ın güney bölgesinin kontrolünde resmi Lübnan silahlı kuvvetlerine yardımcı olmasına rağmen, hiçbir zaman herhangi bir uluslararası anlaşma kapsamında resmileştirilmedi. Bu nedenle UNIFIL, 46 farklı ülkeden 10 binden fazla askerden oluşan ve kurulduğu yıldan itibaren düzenli olarak görev süresi yenilenen barışı koruma misyonu olarak doğdu.
BM, UNIFIL’e yapılan son saldırıların kasıtlı olduğunu açıkladı. Barışı koruma misyonunun hedef alınması, uluslararası insancıl hukukun ve bu durumda Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmaları sona erdirmeyi amaçlayan BMGK kararlarının açık bir ihlali anlamına geliyor. İsrail hükümeti buna rağmen geri adım atmaya niyetli değil. Hatta, İsrail eninde sonunda yayılmacı hedeflerine ulaşmak için gerilimi daha da tırmandıracaktır.
İsrail BM’ye düşmanca davranıyor
Ne yazık ki İsrail’in UNIFIL’i, kendi uydurduğu intikamı dahilinde Hizbullah’ı ve diğer tüm muhalifleri hedef alarak yürüttüğü bölgesel saldırılarının önündeki başlıca engel olarak gördüğünü düşünmek için bazı göstergeler mevcut. Geçtiğimiz yıl, İsrail ”düşman” olarak tasvir ettiği BM ve kurumlarına karşı küstahça güçlü bir muhalefet ve düşmanlık sergiledi. ”Terörist sığınağı” olarak tasvir ettiği BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) düzenli olarak suçlanması ve kapatılmasının talep edilmesi, ayrıca BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ülkede “istenmeyen adam” ilan edilmesi, İsrail’in bu konudaki zorbaca davranışlarını ortaya koyuyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, uluslararası hukuku ve insan ahlakını hiçe sayarak, ne pahasına olursa olsun askeri ve siyasi hedeflerine ulaşmaya odaklanıyor. Dolayısıyla, uluslararası çerçeveler sınır bölgelerinden gelebilecek her türlü tehdit ve risk faktörünü bertaraf etmek üzere tasarlandığı için, stratejik olarak genişlemeye kararlı İsrail hükümeti için engel teşkil ediyor.
UNIFIL’i vurmak, İsrail’in kendine atfettiği pozisyonunu, bugüne kadar suçlu bir devleti memnun etmeye devam eden uluslararası toplumun üzerine çıkarmak anlamına geliyor. Ancak uluslararası güçlerin doğrudan çıkarlarına dokunmak ters tepebilir ve savaşta oyun değiştirici bir rol oynayabilir. Kısacası, Netanyahu’yu uluslararası ortak bir duruş, kararlı bir kınama eylemi ve etkili yaptırımlardan başka hiçbir şey durduramaz.
UNIFIL’e yönelik saldırılar bir dönüm noktası olabilir. Ancak bu durumda kesin olan, uluslararası hukukun tek bir devletin takdirine bağlı olamayacağıdır. Eğer yaşananlar daha güçlü devletler için bir uyanış çağrısıysa, bu çağrıya tepkiler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) seçimlerinden sonra netleşecektir. Zira Batı’nın oy birliğiyle Amerikan diktasına boyun eğdiği ve dolayısıyla “var olma hakkı”nın tek bir devletin kendini savunması şeklinde çokça tekrar edilen distopik yorumuna rehin olduğu bir dönemde yaşıyoruz.(AA)