Uyanışa ve Dirilişe Vesile Olmasını…
25 Ekim itibariyle 1436. Hicri Yıla giriyoruz.
Hemen bütün bayramlarda, önemli gün ve gecelerde olduğu gibi, birbirimizin Hicri Yılbaşını da tebrik edecek ve sözün bir yerinde mutlaka ‘Yeni Hicri Yılın İslam Alemi’nin uyanışına vesile olması’ ya da benzer şeyler dileyeceğiz.
Uyanış, diriliş, ihya, yeniden doğuş, silkiniş, ayağa kalkış… Ne dersek diyelim; İslam Alemi’nin içinde bulunduğu durumun içimizi acıttığı anlaşılacak sözlerimizden. Çünkü öyle.
Ve bu durum, sadece bu türden günlere özel önem atfedenlerin dilekleri olmayacak sadece. Sayıları 2 milyara yaklaşan Müslümanların hemen tamamı, yaşananlara bakarak, bir şeyleri yanlış olduğunu anlıyor ve bu durumdan çıkış yolları bulabilmek için kafa patlatıyorlardır muhakkak.
Sayıları 2 milyara yaklaşan Müslümanlar, dünyanın tamamına nizamat verebilecek formülün sahibi oldukları halde; bırakın dünyayı, bunu kendilerinin hakim olduğu coğrafyalarda bile bir türlü uygulamaya koyamıyor olmanın şaşkınlığını da yaşıyorlardır bir yandan.
Objektif ama tabii mümkün olduğunca da iyimser bir bakışla, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda, kontrol altında tuttukları imkanlarla, akılların başa toplanması ve gerekenlerin yapılması durumunda kısa sürede bir derlenme ve toparlanma, sonrasında da zillet yerine izzet içerisinde yaşanabileceğini söyleyebilmek mümkün.
Bir dünya haritası üzerinde, herhangi bir engel düşünmeden yapılabilecek basit bir planlama ile, Müslümanların sahip oldukları imkanların envanteri çıkarılıp, bunların ortak bir değer olarak kullanılabilme hesaplamaları yapıldığında, oldukça ümit verici neticelere ulaşabilmek mümkün.
Şurada şu kadar Müslüman, burada bu kadar... Şu, şu ülkelerin doğal kaynakları çok zengin; şu ülke teknolojik açıdan gelişmeye müsait. Filan ülke, eğitim ve kültür seviyesi açısından lokomotif görevi görebilir… Bu imkanların şartların gerektirdiği şekilde akıllıca kullanılmaları durumunda sıkıntılı durumda bulunan ülkeler kısa zamanda kendilerine gelebilirler... Ve top yekün ayağa kalkış; silkiniş ve uyanış…
Evet ama bütün bunlar için bütün Müslümanların üzerinde ittifak edebilecekleri merkezi bir karar gücü gerekli, dediğinizi duyar gibiyim. Sadece bu da değil, büyük ihtimalle birçoğumuzun zihninden, ‘tabii ki mümkün olabilir, ama bırakmazlar ki!..’ şeklinde bir düşünce de geçiyordur…
Merkezi kararlar alabilecek bir mekanizma, yok... Dahası, ‘bırakmazlar ki’ sözü, böyle bir imkana ulaşabilmek için yapılacak çalışmalar için de geçerli…
Ancak, içinde yuvarlanıp durduğumuz zillet uçurumundan kurtulmak için bir şeyler yapılması gerektiği de açık. Her bayramda, kutsal gün ve gecelerde ve hicri yılbaşlarında ‘gerçek manada kutlanılacak bayramlara, uyanışa, İslam Alemi için hayırlara vesile olması’ dilekleriyle yaptığımız tebrikleşmeler, tabii ki güzel… Ama bunun ötesine geçmek gerekiyor.
Ne diyordu Aliya İzzetbegoviç?.. “Dünya üzerindeki Müslümanların vaziyetini düşündüğümde ilk sorum hep şu olur: Acaba hak ettiğimiz kaderi mi yaşıyoruz, acaba vaziyetimiz ve mağlubiyetlerimiz konusunda daima başkaları mı suçlu? Eğer biz suçluysak -ki ben böyle olduğu kanatindeyim- yapmamız gereken neyi yapmadık, yahut yapmamamız gereken neyi yaptık?”
Aliya’nın bu sözü, Bosna Hersek’te yaşananlar beraberce değerlendirildiğinde, ciddi bir mesaj taşıyor olmalı. Çünkü sadece ‘Müslümanım’ dediği için yıllarca hapishanede kalan ve dört duvar arasında geçirdiği yıllardan sonra, eksik-gedik de olsa Bosna Hersek’in ortaya çıkmasına vesile olan bir ismin bilgi ve tecrübeleri ile yoğrulmuş bir söz bu…
Konu uzun. Ancak şu örnek üzerinde düşünebiliriz mesela: “Bir gün askerlerden biri gelip kendisine 'onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigane kalmamalıyız' (yani, bizler de bu tür şeyler yapmalıyız) dediğinde, şunu söylüyor Aliya: “Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.”
Şöyle de diyor Aliya: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
Ya da şu: “Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor… Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”
Ve hülasa: “Hayat; inanan ve salih ameller işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazamadığı bir oyundur!”
Yapmamız gerekirken yapmadıklarımız, yapmamamız gerekirken yaptıklarımız… Asıl problem, başkalarına bile yapmamamız gerekenleri, kendimizden olana bile yapıyor oluşumuzda sanki. Hep emperyalistlerden şikayet ediyor olsak da, onlara gerek bile kalmadan, onların istediğini yapıyor, kendi kendimizle kavga ediyoruz… Onlar da, bu kavgadan devşirdikleri malzeme ile, ismi bile ‘barış’ olan dinimizi, hiç istemediğimiz şekillerde tanıtma imkanını tepe tepe kullanıyorlar…
1436. Hicri Yılınızı şimdiden tebrik eder, İslam Alemi için hayırlara, uyanışa ve dirilişe vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ederim…
(Haber 7)