Siyonist Çetenin İşgal ve Tahakküm Alanı
Siyonist katil sürüsünün sadece Filistin topraklarında işgalci olduğu büyük bir yanılsamadır. Siyonist çete,
Rodschild, Rockefeller ve George Soros gibi birkaç değil birçok aile ile dünya ekonomisini ellerine geçirmiş bulunmaktadır. Bunların dünyanın her köşesinde finans merkezleri/şirketleri, bankaları ve borsaları var. Afrika'dan çıkarılan değerli madenler başta olmak üzere diyamant ve her çeşit mücevher bunların tekelinde. Çeşitli gıda ürünlerinden, çukulatasından, makarna ve çorbasına varasıya dek üretim şirketleri yine onlara ait. Afrika'da kakao üretim tarlalarının işletim hakkı tapularıyla birlikte onların elinde. İsviçre'de üretilen dünyanın en meşhur çukulata fabrikaları onların. Yine aynı şekilde kahve fabrikası ve tüketim şirketleri onlara ait. En popüler dondurma şirketleri onların. Yine piyasada en çok isim yapmış onlarca temizlik ürünü imâl eden fabrikalar onların. Kısacası (İran, Suriye ve Yemen hariç) hemen hemen dünyanın her ülkesinde envaî çeşit üretimde bulunan koca koca şirketleriyle, devasa kartelleriyle küresel ekonomik güç onların tekelinde. Bisküvisinden, çukulatasına, kahvesinden dondurmasına, çorbasından, fast food'a (hazır yiyecekler), deterjandan sabuna, şampuandan kozmetik ürününe kadar yüzlerce şirket, yüzlerce fabrika 7/24 Siyonizm'e hizmet veriyor. Dünyayı ahtapot gibi sarıp sarmalamışlar. Bir zamanlar şöyle bir tabir vardı: "Bu ülkede üç tane Masonik holding istediği hükümeti iş başına getiriyor, istediği hükümeti alaşağı ediyor." Evet, ne yazık ki öyleymiş. Masonik şirketler Siyonizmin ileri karakolu olarak işlev görmektedir. Masonluk Siyonizm'in en güçlü kollarından biridir. Siyonizm dünyayı Mason klüpleri ile ele geçirmiş vaziyette. Türkiye'yi ise ilk etapta Sabetasit Yahudiler ele geçirdi. Kurucu irade bunlardandır. Merkezleri Selanik'ti. "Genç Türkler" adı altından Selanik'ten gelip İstanbul'da padişahı alaşağı ettiler ve Osmanlı İmpatatorluğu'nu yıktılar. Daha sonra devreye giren Rotary ve Lions klüpleri Mason cemaatine adam devşirip lojistik destekte bulundular ve hâlâ bu yöntemle çalışmaktadırlar. (Bakmayın onların "yardım kuruluşu" adı altında faaliyet gösterdiklerine. Dünyada mevcut olan üretim ve üretim araçlarının çoğu bunların elinde.) Evet, ellerindeki bu devasa ekonomik güç ile dünya siyasetine tahakküm ediyorlar, dünyaya yön verip dizayn ediyorlar. Ayrıca şunu da ifade etmiş olalım ki, birçok Müslüman ülkedeki siyasîlerin çoğu Siyonist şirketlerle ortaklıkları var. Kimilerinin çocukları, kimilerinin akrabası ortak. Küresel Siyonizm her ülkede taşeron olarak kullandığı yerel piyonlarının katkısı ve hizmet sunumuyla dünya üzerinde hegemonya kurmuş vaziyette. Bu Siyonist çete kurmuş olduğu hegemonyadan dolayı ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan Filistin toprakları üzerinde 14 Mayıs 1948'den bu yana zamana yayarak kesintisiz bir şekilde düşük yoğunlukta soykırım yapmaktadır. İfade ettiğimiz gibi zamana yayılmış soykırım düşük yoğunlukta olduğu için ne Birleşmiş Milletler'den ne de Müslüman ülkelerden ciddi bir tepki almıyorlardı. İşin garip tarafı 7 Ekim'den itibaren dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde girişilen topyekûn soykırıma karşı ne Birleşmiş Milletler'den ve ne de Müslüman ülkelerden olması gereken bir tepki verilmedi. Sadece dünya halkları büyük şehirlerde protesto mitingleri yapıp Siyonist katil sürüsünü şiddetle telin etmektedirler. Hepsi bu kadar.. Bu mitingler Siyonist çeteye tesir etmemektedir. Siyonist katil sürüsünün hegemonya alanı siyasî makamlar olmaktadır. Bakınız, 7 Ekim'den sonra giriştikleri topyekûn soykırıma müdahale edilmesin diye Siyonist çete lideri Benyamin Netanyahu Arap liderleri nezdinde bütün Müslüman ülke liderlerine seslenerek, "Ekonominizin kötüye gitmesini istemiyorsanız, koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" dedi. Nitekim hiçbiri sesini çıkar(a)madı ve suspus oldular. Şu küstahlığa, şu kabadayılığa bakar mısınız? Siyonist çete liderlerinin bu kadar rahat tehditler savurması ticarî ortaklıklarından dolayı olduğu aşikâr. Nitekim başta Arap ülkelerinin başındaki liderler ve diğer Müslüman ülke liderleri bu yüzden aldıkları talimata uyuyorlar...
İnsan hakları savunuculuğunun beşiği olduğu iddia edilen Batı ülkelerinin liderleri de sessizliği tercih etti. Hatta sessizlikten öte Siyonist çete ile dayanışmaya girdiler; beyanatlarla Siyonist katil sürüsünü desteklediklerini ilân ettiler. Çünkü borçlular, çünkü aralarında göbek bağı var. Nasıl minnet duymasınlar, nasıl itaat etmesinler? Kendilerine boşuna mı üstün hizmet madalyası veriliyor? Bir örnek verecek olursak, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'nde nüfus esasına göre seçilen 435 üyeli Temsilciler Meclisi (TM) ile her eyaletin iki kişiyle temsil edildiği 100 üyeli Senato'dan oluşmaktadır. Savaşın durdurulması için bu söz konusu 100 üye arasında oylama yapılıyor. Sonuç: 97 kişi katliamın devamından yana oy kullanıyor. Görüyorsunuz, ABD Kongresi'nin durumunu! Senato üyelerini nasıl satın almışlar? Susmak bile katliama ortak olmak anlamına geldiği hâlde destek olmak, lehte oy kullanmak ne ile izah edilir? Oysa hiçbir insan topluluğu için, hiçbir sosyal devlet düzeni için, hiçbir tüzel kişilik için çocukların, bebeklerin ve her yaştan sivil insanların katledilmesi her hangi bir gerekçe ile asla izah edilemez. Başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Batılı ülkeler canavar Siyonist çete için, "İsrail'in kendini savunma hakkı vardır, İsrail'in meşru müdafaa hakkı vardır" diyerek soykırımı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Oysa her şeyden önce Birleşmiş Milletler nezdinde bile Siyonist çete sınırlarını aşmış işgalci konumundadır. Elbette Birleşmiş Milletler'in belirlediği sınırlar Müslüman halklar nezdinde geçerli değil. Çünkü, Birleşmiş Milletler sınır belirlerken Bahlfour Deklarasyonu'nu referans almıştı. Oysa dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Bahlfour kendi ismini verdiği bu deklarasyonu ilân ettiğinde Filistin toprakları üzerinde bizzat kendileri işgalciydiler. İşgal ettikleri topraklar/ çaldıkları mülk üzerinde inisiyatif kullanıp tasarrufta bulundular. Bu iş baştan yanlış, baştan sakat. Çalıntı malın tasarrufu hırsızın inhisarına verilemez. Hırsız İngiltere çaldığı/gasp ettiği toprakları bir başka hırsız olan Siyonist çeteye bir takım bedeller karşılığı veriyor. Bu yüzden bugün İngiltere, Siyonist hırsız çeteye borcundan bir kısmını ödemek için kraliyet ailesine bağlı deniz kuvvetlerini bölgeye getirip konuşlandırdı. Taahhüt bunu gerektiriyor! Siyonist katil sürüsü daha rahat soykırım yapsın diye dünya jandarmalığına soyunmuş olan büyük şeytan ABD ile birlikte "tarassut kulesi nöbeti" tutuyorlar. Ayrıca Fransa'ya ait savaş gemilerini de yanlarına almışlar. Kolektif irade göstererek akılları sıra hep birlikte Hamas’a yıllardır silah veren İran ve Suriye'ye gözdağı veriyorlar. Taciz ve suikast olayları da bu soykırımı daha geniş coğrafyalara taşıma amacına matuftur. Suriye'yi bu yüzden arada bir bombalayıp tacizde bulunuyorlar. Hatırlayınız, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Beşşar Esat'a ABD'nin taleplerini sunmuştu. Bu talepler Hamas ve İslâmî Cihad başta olmak üzere Filistinli gruplara İran'dan gelen silah sevkiyatını sonlandırmak, Hamas ve diğer örgütlerin Şam'daki ofislerini kapatmak ve ülkenin kapılarını yabancı sermayeye açmak. Yabancı sermayeden kasıt ABD ve Siyonist çeteye ait firmaların Suriye topraklarında şirketler kurmasına ve fabrikalar açmasına imkân sunmak. Ekonomik işgalin şeytanî mantığı bu. Esat bu şeytanî işgal plânını reddetti diye "kötü adam" ilân edildi. Suriye'deki iç karışıklığın, Suriye'deki terör sarmalının asıl sebebi de bu zaten.. Suriye, ABD ve Siyonist çeteye direniyor ama Türkiye ta 1931 yılında Şükrü Saraçoğlu maliye bakanı iken ABD ve Siyonist sermayeye kapılarını açmıştı. Adım adım yüzlerce hatta binlerle ifade edebileceğimiz şirketleriyle sömürü hortumlarını memleketimize yerleştirdiler. Ucuz işgücü bunun cabası. Bugün gelinen nokta itibariyle binlerce fabrika ve şirketleriyle ülkemizin üzerine çöktüler, habire yerli sermaye ve kaynaklarımızı vantuzluyorlar. Yine aynı şekilde Şükrü Saraçoğlu döneminde Selanik'ten gelen Sabetaist Siyonistlere her türlü malî imkân sunularak sömürü düzenine onlarda iştirak ettirildi. İçimizdeki bu embesil Sabataist/Dönme/Mason/Siyonist sömürücüler her fırsatı değerlendirerek adım adım Türkiye'de sermayeyi ele geçirdiler. Bunun öncesi de var elbette. Osmanlı döneminde gayrimüslimler askerlikten muaf olması hasebiyle ticaret ve zanaat genellikle Yahudilerin ve diğer yabancı unsurların elindeydi. Osmanlı'nın asli unsuru olan Müslüman erkekler 7 yıl askerlik yapıyordu. Bir de bu süre yetmezmiş gibi 7 düvele karşı savaşılırken seferberlik ilân ediliyor ve mevcut 7 yıl askerlik yapanlara bir kez daha 7 yıl ekleniyordu. Özellikle "Kurtuluş Harbi" yıllarında o kadar çok şehid verilmişti ki, 15 yaşında çocuklar bile silah altına alınmıştı. İşte bu dönemde ticaret ve zanaat gayrimüslimlerin elindeydi. Cumhuriyet kurulunca ülke ekonomisi adeta tamamen bunların eline geçmişti. Bu sınıf palazlandıkça palazlandı. Bugün Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) üyelerine bakın birçoğu ya Yahudi'dir veya Yahudilerin ortağıdır. TÜSİAD'ın bir önceki başkanı Simone Kaslowski'nin İtalyan asıllı bir Siyonist Yahudi olduğu iddia ediliyor. Bu şahıs velev ki, Yahudi ve Siyonist olmasa bile TÜSİAD üyelerinin çoğu Siyonistlerle ortak. Bugün işgalci İsrail'e çalışan malum marka şirketlerin sahipleri TÜSİAD üyesi. Bu kuruluşun ne olduğunu ve Siyonizme nasıl hizmet ettiğini bilen vatanperver iş insanları alternatif olarak Müstakil İş İnsanları Derneği'ni (MÜSİAD) kurdular. Ayrıca milli ve yerli düşünceyi temsilen Yeni Bir Dünya Sanayici ve İş Adamları Derneği (YENİAD) isimli bir kuruluş daha var. Genel Başkanı Sayın Selman Esmerer. Bu kurumlar TÜSİAD'a alternatif olarak kuruldu. Müslüman devletler daha işin başında işi sıkı tutup bu insanlık belası sömürü çetesine imkân ve fırsat vermemeliydi. Anlamadılar, gaflet içerisindeydiler, ancak şimdi bu şirketlerin Siyonist katil sürüsüne nasıl yardım ve yataklık yaptığı, nasıl bunlara finansman destek sağladıkları görüldü. İfade etmek istediğimiz o ki, hiç olmazsa dolaylı da olsa Siyonist çete ile ilişiği olan şirketler tespit edilsin ve hepsi kapatılsın. İster bireysel olarak, ister tüzel kişilere yönelik olsun her devletin ceza kanunlarında "yardım ve yataklık yapmak" ve ayrıca "cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" diye yaptırıma ilişkin cezaî maddeleri var. Bu maddeler Siyonist çeteye hizmet sunan şirketlere uygulanmalı. Yasalar ihlâl için değil uygulanmak için vardır. Sadece soykırım uyguladıkları insanlar için değil, her kurum, her devlet yapılanmasına yönelik tehdit oluşturan bu tür muzır yapılar bu ceza-i müeyyidelerin muhatabı olmalıdır. Velev ki bunlar Birleşmiş Milletler nezdinde devlet statüsünde görülseler dahi bu yasalar uygulamalı. Sivil toplumların yaptırım gücü olmadığı için "boykot" adı altında bu zümreye tavır koyulmaktadır.
Evet, sivil inisiyatif olarak
Sadece Müslüman ülkelerde değil hemen hemen dünyanın her tarafında işgalci İsrail'e ait firmalar boykot edilmektedir. Ekonomi/finans kaynakları Siyonizmin bel kemiğidir. Ekonomi/para Siyonizmin omurgasını oluşturmaktadır, hatta ekonomi/para/finans kaynakları Siyonizm'in can damarıdır. Bu yüzden yaptıkları soykırıma mukabil Siyonizm'e ait her ürünün boykot edilmesi insanî bir sorumluluktur. Bunu zaten erdem ve vicdan sahibi her insan yapmaktadır. Sivil insanların ellerinden bu gelmektedir. Ancak ne yazık ki, devletler yukarıda söz konusu ettiğimiz sorumluluklarına ilişkin aynı hassasiyeti göstermemektedirler. Oysa hiçbir ticarî kaygı bu soykırımın önüne geçmemelidir. Batılı ülkeler de, Müslüman ülkeler de bu konuda sınıfta kaldılar.
Bakınız, üzülerek ifade etmiş olalım ki Gazze'de soykırım devam ederken Hayfa Limanı'na ticarî gemi sevkiyatları devam ediyor. Ulaştırma Bakanlığı’nın resmî verileri bunu doğrulamaktadır. 7 Ekim ile 31 Aralık arasında günde ortalama 8 gemi olmak üzere işalci İsrail limanlarına toplam 701 gemi gitti (480 direkt, 221 transit).
Filistinlilere yalnızca 3 adet yardım gemisi gönderildi. Bu yardım Mısır limanlarına teslim edildi. Çünkü Siyonist çete bu gemilerin işgal altında tuttuğu limanlara yanaşmasına müsaade etmiyor. Adeta Filistin'e dua, işgalci İsrail'e gemi politikası resmî olarak ilân edilmiş ve böyle devam edeceği karara bağlanmış! Özellikle ifade etmiş olalım ki, geçmişte yapılan sözleşmeler asla mazeret gösterilemez. Sözleşmeler zaten yapılmamalıydı. Bu canavarlık karşısında hiç olmazsa mazeretiniz var, anlaşmaları iptal edin gitsin. Batılı/Haçlı hempaları onların arkasında, bari siz bunu yapmayın.
Bakınız, bugün Siyonist katil sürüsü dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir canavarlıkla yaptığı soykırımdan dolayı ABD, İngiltere ve Fransa'yı kendisini koruması ve kendisine arka çıkması için hemen yanıbaşında nöbet tutturuyorsa ve işlemiş olduğu bu insanlık dışı cinayetlere onları da ortak edebiliyorsa bu Siyonist çetenin dünya siyasîlerinin üzerindeki tahakküm gücünü varın siz düşünün. Bu tahakkümü sadece Batılı devletler üzerinde değil İran, Suriye ve Yemen'in haricindeki Müslüman ülkelerin üzerindeki tahakkümünü de net bir şekilde görüyoruz. Sözde 57 Müslüman ülkeyiz ve 2 milyar nüfus potansiyeline sahibiz ama 8 milyonluk küçücük bir çete karşısındaki acziyetimize bakar mısınız? Bu nasıl bir zillettir ya Rabbi? Mazlum/bi çare Gazzeli kardeşlerimize sahip çıkamıyoruz. Merhum İmâm Humeynî demişti ki: "Her Müslüman bir kova su dökse İsrail'i sel alır." İşte 2 milyar İslâm ümmeti olarak bunu yapamadık. En azından başımızdaki siyasîler bir şeyler yapsa. Ama sessizler, ama kıllarını kıpırdatmıyorlar. Hatta ticareti bile kesmiyorlar. Bunun mazereti ve affı olamaz. Ne Gazze halkı, ne tarih ve ne Allah Teâlâ sizi affetmeyecek. Gazze'deki bu insanlık dışı katliam Suudi Arabistan'ın zerre kadar umurunda değil. Suudi Arabistan tarihinin en büyük müzik ve eğlence festivalini yapıyor. Suudi Arabistan'da "Filistin" ismini telaffuz etmek yasak. Cami hocaları cemaati uyarıyor: "Filistin ile ilgili konuşmak fitne sebebidir" diyorlar. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır böyle? Kutsal topraklada Filistin halkının uğradığı zulmü dile getirmek yasak. Bu nasıl bir ihanettir böyle, bu nasıl bir alçaklıktır böyle? Tarih sizi ve sizin gibilerini lânetle anacak...
"Gün, fevri değil devlet aklıyla, soğukkanlılıkla ve insanlık vicdanıyla hareket etme günüdür" diyen siyasîlere sormuş olalım, "Devlet aklı insanlık vicdanıyla hareket etmeye engel mi teşkil ediyor?" Bu nasıl bir çelişkidir böyle? Devlet bir hizmet aygıtı okarak yönettiği halkın kolektif iradesini temsil etmiyorsa, o devlet meşruiyetini yitirmiş demektir. Sayın Ayçin Kantoğlu diyor ki: "Biz sirkeye ekmek banarak karnımızı doyurmaya razıyız, yeter ki, hükümet İsrail ile ilişkileri kessin ve ekonomik kaygı ile Gazze'ye yardım etmemezlik yapmasın."
Bugün Gazze'de yaşanan vahşetten dolayı dünya iki sınıfa ayrıldı, bir tarafta acımasız zalimler güruhu, diğer tarafta mazlumdan yana olan milyonlarca halk kitleleri. Acımasız zalimler güruhu saflarında öncelikli olarak Gazze için kılını kıbırdatmayan Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler var. Sonra Birleşmiş Milletler, sonra tarassut kulesinde nöbet tutan ABD, İngiltere ve Fransa var. Bizim sözümüz ve sistemimiz elbette Müslüman ülkelerin başındaki siyasîleredir. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor. Konum, zemin ve zaman itibariyle yapılması gereken yapılmayınca boşluğu bebek katilleri dolduruyor. Hükümranlık ve tahakküm araçları (finans kaynakları) onların elinde. Bu yüzden fütursuzca zulüm ve katliamlarını sürdürüyorlar. 2 miyarlık İslâm ümmeti olarak tek çare birliğimizi tesis etmemiz. 57 parçaya bölünmüş olmamızdan dolayı düşman karşısında bir varlık gösteremiyoruz. Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin çoğu siyasî ikballeri uğruna tahakküm ve zilleti kabullenmiş vaziyette. Birlik için çabalamıyorlar. Birlik için çabalamayan siyasîler Allah Teâlâ'nın lânetini hak etmektedirler. Bunları ahirette cehennem beklemektedir. Veballeri büyük..