Bir Âlim ve Mücahid Şeyh Said
Bu mazlum coğrafyanın hakları gasp edilmiş Müslümanları, iki asra yakındır İslamî değerlerden uzak kaldı/uzak bırakıldı.
Kâbe’yi bırakıp batıyı, modayı, çağdaşlığı, laiklik ve benzeri izm’leri kıble seçenler, İslam’a dair ne varsa toplumsal hayattan kalkması için ellerinden geleni artlarına koymadılar.
Kılık kıyafetten tutun takvime kadar değiştirdiler.
Medreselerden tutun tekkelere kadar kapattılar,
Allah’ın evlerini ahırlara bile çevirmekten çekinmediler.
Kur’an ve ezanı Arapça aslından okumayı yasakladılar.
Halifelikten tutun şeyhliğe kadar ne kadar İslamî unvan varsa yasakladılar.
Ve bütün bunları gözlerin içine bakarak attıkları yalanlarla “çağdaşlık, medeniyet, batılılaşma” gibi aldatıcı kılıflara büründürdüler.
Allah’ın haram kıldığı ne kadar iğrenç ve şeytani iş, amel, fiil varsa yaşam tarzı diye halkın karşısına çıkardılar.
“Faiz, içki, kumar, fuhuş, rüşvet” gibi büyük günahları ve haramları milli kılıfa büründürüp günlük gidişat saydılar.
Bu haramların, çirkinliklerin, günahların ve gayri İslamiliklerin karşısına çıkanları çeşitli kılıflarla ötekileştirmeye çalıştılar, zindanlara tıktılar, sürgün ettiler, darağaçlarına astılar, hunharca katlettiler, köyleri evleri, insanları ve hayvanlarıyla birlikte Uhdud ashabının çukurları gibi çukurlara atıp diri diri yaktılar…
Son yüzyıl, bunun örnekleriyle doludur.
İşte Müslüman kimliğinin ve İslami duruş/kıyamının bedellini bunlardan biriyle ödeyenlerden örnekler!…
İşte laiklik, demokrasi, Halkçılık diye yutturulan Kemalizm dininin zalimce, rezilce ve insafsızca yaptıklarından size kareler!…
Şeyh Sait ve kırk altı arkadaşı darağaçlarında…
Bediüzzaman ve talebeleri ya zindanlarda ya sürgünlerde…
İskilipli Atıf Efendi, Erbilli Esat Efendi mazlumane bir şekilde şehit edilenler arasında…
Geliye Zilan, Genç’in Sayer köyü ve binlerce köy ateşler arasında…
12 Eylül Diyarbakır zindanlarındaki işkence çığlıkları…
Doksanlı yıllarda Camide Kur’an dersi verdikleri için yıllarca cezaevinde tutulanlar…
Roboski, Susa, Başbağlar, Reyhanlı… Yakın zamanın köy, kasaba ve camii katliamları…
Her zaman ve zeminde İslam için yapılan çalışmaları ötekileştirenler ve hemen sihirli kelime yaftasıyla “dış güçler” bağlantılı ilan edenler bilsin ki,
Ne Şeyh Sait ve arkadaşları, ne de doksanlı yılların İslamî çalışmaları dış bağlantılıydı.
Ne de bugün birilerinin bayrak yapıp mağduriyet devşirmeye çalıştığı gibi Şeyh Sait bir ulusalcıydı.
O tamamen dayanağını Kur’an ve sünnetten alan İslamî bir endişeye bağlı olarak bir İslam âlimi, mücahidi ve kıyamcısıydı…
Şeyh Said’in şu sözleri onu tanımamız ve kıyamının rengini bilmemiz için yeterlidir:
“ Değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Şüphesiz mücadelem Allah ve din içindir.”
“ Medreseler kapandı. Din ve vakıflar bakanlığı kaldırıldı. Din okulları, milli eğitime bağlandı. Gazetelerde bir takım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye(kıyam etmeye) başlar, dinin yükseltilmesine (İlayı kelimetullaha) gayret ederim…”
Gezi Parkı ve çapulcularından özür dileyenler, Nazım Hikmet gibi Marksist kalıntılara iade-i itibar yapanlar, cesetlerinden bile korkup cesetlerini Müslümanlardan gizleyenler acaba Şeyh Sait ve yarenlerinden ne zaman özür dileyecekler?…
En çirkin günahlar karşısında bile Allah’ın rahmetini hatırlayanlar, daha ne zaman kutsallaştırdıkları devlet putunun günahlarını boyunlarından atmak için çabalayacaklar?…
Dindar nesil arzusuyla meydanlara çıkanlar, demeç verenler! İlhamını imanından alan bu din âlimi ve İslam mücahidini daha görmeyecek misiniz?
85 yıldır, bir mezar yerini bile bilmeye geçit vermeyen sistem baskısını ne zaman ikrar edeceksiniz, mazlum Müslüman halktan ne zaman özür dileyip gönül alma yoluna gideceksiniz?
Kim bilir, belki de istenmediği halde şu an başınıza gelenler Şeyh Sait’in; Rana Teyze’nin, başörtüsüyle okuldan okula sürgün edilenlerin, zindan zindan dolaştırılan Müslüman mahkûmların ah’ından bir şefkat tokadıdır!
Müslüman toplum ve âlim ve fertlere dönük baskılar, ötekileştirmeler, hak gaspı, yok saymalar oldukça; bu vebal boynunuzda bir utanç olarak asılı kalacaktır!
(İBRAHİM DAĞILMA)