İkinizin de İsmi Peygamber İsmi Değil mi?
Arif, kantinden koğuşa gitmek için çıktı. Hava soğuktu, kışın ayazı iliklerine kadar kendini hissettiriyordu. Hele bu şehir, doğunun kuzeyinde yer alan Kars’sa soğuk daha başkaydı. Üzerindeki askeri kabana ve ayağındaki botlara rağmen üşümemek elde değildi.
Beş dakikalık yolu alana kadar Arif’in yanakları kırmızılaştı. Acelesi üşümemek için değildi, namaz vakti çıkmadan namazını eda etmek istiyordu. 1. Bataryanın kapısını açınca koğuşçu Yusuf’la karşılaştı, ona selam verip abdesthaneye doğru yöneldi.
-Hay aksi, kapılar yine kilitliydi. Arif, Yusuf’a dönerek:
-Yusuf, kapıyı açar mısın? Dedi. Yusuf:
-Kusura bakma, Hocam açamam! Hasan astsubayın emri var, kapılar vakitsiz açılmayacak; yoksa fırça yiyeceğim, bakarsın astsubayın ters tarafına geldi, o zaman dayak bile yemem işten olmaz! Arif, sezdirmeden bir ‘lahavle! çekti ve:
-Yusuf, biliyorsun! Ben Müslüman’ım ve vakti gelince namazımı kılarım. Buna kimse engel olamaz; Hasan astsubay bile olsa… Hem sen kapıyı aç da vakit geçmesin! dedi. Yusuf:
-Bak, Hocam! Seni gerçekten seviyorum. Al anahtarı, içerden kilitle bari kimse fark etmesin!
-Tamam, sen gönlünü ferah tut! Bir şey olursa ben seni zorladım.
Arif, içeri girerken Hatay Araplarından ve Hıristiyan olan Yusuf’un hem tedirginliğini hem de garip bakışlarındaki gizemi anlamaya çalışıyordu.
Arif emindi ki, Yusuf şunu demekten kendini alamıyordu:
‘Şu işe bak yahu! Müslüman’ım diyen 80 insanın içinde -subay, astsubay ve uzmanlar da dâhil- Arif Hoca ve birkaç asker dışında namaz kılan yok! Hem de bizim bataryada pek olmasa da 5. Batarya’da yüzbaşı namaz kılmayı dahi yasaklamış.’
….
Arif, namaz ve başka ihtiyaçlar için koğuşa her gittiğinde Yusuf’la bir iki cümlelik de olsa sohbet etmeyi ihmal etmiyordu. Yusuf, Arif’ten etkilenmiş; Arif de onun hidayete ermesi için gayreti elden bırakmıyordu. Yine bir gün Arif, koğuşa girince Yusuf’u dolabını düzeltirken gördü:
-Hayırdır, Yusuf temizliktesin! Dedi.
-Yo, Hocam! Evden bana biraz yiyecek geldi de sen de yemez misin? diye teklif etti. Arif,
-Teşekkür ederim! deyince Yusuf, gücenir gibi oldu ve:
-Hocam, yoksa Hıristiyan olduğum için mi yemiyorsun? Bunları annem, ben Paskalya Bayramı’na gidemediğim için bana gönderdi, dedi. Arif, bu gücenir ifade üzerine:
-Kesinlikle hayır, ben zaten yemeyecektim; ama madem öyle diyorsun, gönlün rahat olsun diye bir şeyler alayım. Hem bil ki, bize göre ehl-i kitabın yiyeceği, içeceği helaldir, dedi.
Yusuf’un uzattığı pişmiş bir yumurtayla tuzsuz ekmekten bir parça alıp yedi. Yusuf:
-Hocam, biliyor musun? Ben size hayranım, insanlarla olan ilişkiniz, diyaloglarınız… Korkarım, benle siz daha çok beraber kalırsak Müslüman olayım, dedi. Arif, heyecanla:
-Ne güzel, hakikati bulmuş olursun ve ben de senin gibi birinin hidayetine vesile olmaktan mutlu ne sevap nasiplisi olurum, dedi. Yusuf:
-Hocam, yalnız size şunu söyleyeyim; ben ömrümde yalan söylemedim ve zina etmedim, içki içmedim, dedi. Arif, derin derin düşünmekten kendini alamadı:
‘Adı, Yusuf! Ameli İslam gibi… Zina etmemiş ve yalan söylememiş. Ama ya adı Müslüman olduğu halde, Müslüman bir ana babanın evlatları olduğu halde gayri Müslimler gibi hareket eden Murat, Salih, Hüseyinlere… Ne demeli?
Sanki Yusuf’un Arif’e olan sevgisi ve bu haramdan uzak oluş hali Maide Süresi 82. ayetin tefsiri olsa gerek,
“İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah`a ortak koşanları bulursun. Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.”
…
Aradan birkaç ay geçmişti. Arif, kısa dönem olduğu için gün sayıyordu. Acemi birliğinden gelen tertipler ve yeni gelen kısa dönemlerle koğuş kalabalıklaşmış; eskiler ve yeniler, mantığın çöpe atıldığı bir askerlik ortamında birbirine alışmaya ve birbiriyle kaynaşmaya(!) çalışıyordu!
Arif, namaz kıldığı odadan çıkmış uzun koridordan dış kapıya doğru gidiyordu. Az öteden yeni gelen askerlerden Yakup’un kendisine doğru geldiğini gördü. Yakup heyecanlı ve nefes nefeseydi. Arif’i görünce aynı heyecanla:
-Hocam hocam, biliyor musun? deyiverdi. Arif:
-Yakup, neyi biliyorum! Söyle ki, bileyim, dedi. Yakup, birden:
-Hocam, Yusuf Hıristiyan’mış! dedi. Arif, birden ciddileşerek:
-Yakup, niye bu kadar şaşırdın? diye sordu. Bu soru karşısında ne diyeceğini bilemedi. Sadece:
-İşte, Hıristiyan’mış! diyebildi.
Arif, işi biraz da kimi gerçeklere parmak basacak bir diyalogla çözmeyi düşüncesiyle:
- Senin adın ne, onun adı ne? diye sordu, Yakup’a. Yakup soruya şaşırdıysa da cevap verdi:
-Benim adım Yakup, onunki Yusuf!
-Peki, Yakup’la Yusuf kim?
-Baba oğul iki peygamber!..
-Bak, ne güzel! İkinizin de ismi birer peygamber ismi…
-Peki, söyle Yakup sen namaz kılıyor musun? Bir iki ıkınmadan sonra yavaş bir sesle:
-Hayır, dedi Yakup. Arif:
- Yusuf da namaz kılmıyor! Peki, oruç tutuyor musun? Yakup bu soruya da gönül rahatlığıyla cevap veremedi. Arif:
-O da oruç tutmuyor. Hem o, bir seferinde bana yeminle kesinlikle bugüne kadar yalan söylemediğini ve zina etmediğini, içki içmediğini söyledi. Sen de böyle bir rahatlıkla buna benzer günahlar işlemediğine yemin edebilir misin?
Arif, konuşmasına devam etti:
-Şimdi, ikinizin de ismi peygamber ismi… Amelleriniz İslamî olmaktan uzak ve dikkat edersen, aynı bölgenin insanı olarak şeklen de birbirinize benziyorsunuz!
O halde söylesene o Hıristiyan’sa sen neye bağlı Müslümansın?
Allah’u Teâlâ, Mülk Süresi’nde: "Hanginiz daha güzel amel işliyor, belli olsun diye Allah(c.c) hayatı ve ölümü yarattı." Buyurmaktadır. Ayrıca Efendimiz Muhammed aleyhisselam da bir Hadis-i Şerif’inde şöyle demiştir:
"Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." (Müslim, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel)
Demek ki, Yakup Kardeş! Mesele isim, şekil meselesi değil; mesele niyet ve amel meselesidir.
Yakup, sessiz kalmayı tercih etti. Belki de vazife çıkarmak veya eğlenceye dönüştürmek istediği bir konuda av durumuna düşünce ya sorduğuna ya da durumuna pişman olmuştu…
(İnzar Dergisi)