Meleklerin Bile Haya Ettiği Bir Kimsedir Hazret-i Osman
"(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah`ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir." (Şûrâ Suresi: 36. Ayet)
Zeyd İbnu Talha İbnu Rükane`den rivayetle Resulullah (sav) buyurdu ki:
"Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır, İslam`ın ahlakı hayâdır." ( Muvatta, Hüsnü`l-Hulk 9; İbnu Mace, Zühd 17)
"Adalet güzeldir, hâkimde olsa daha güzeldir.
Sabır güzeldir, fakirde olsa daha güzeldir.
Cömertlik güzeldir, zenginde olsa daha güzeldir.
Hayâ güzeldir, kadında olsa daha güzeldir.
Tövbe güzeldir, gençte olsa daha bir güzeldir." (Deylemî)
Yaşamın belki de en ihmal edilen amelî güzelliklerinden biri hayâdır. Biz, hayâyı salt "utanma duygusu, günaha düşmekten sakınma" olarak bilsek de zikrettiğimiz, ayet ve hadislerden anladığımız kadarıyla hayâ, aslında İslamî olmaktır, iman güzelliğini yaşamaktır.
Belki de "Utanmıyorsan dilediğini yap" (Buhârî, Enbiyâ, 54; Edeb, 78; Ebû Dâvûd, Edeb, 6) hadisi de "Müslüman/Mü`min değilsen dilediğini yap!" anlamında düşünülebilir.
Bilgi olarak günümüz insanı konulara uzak değildir; ama amelî ve model olarak İslam`dan uzak olanları bir tarafa bırakalım; Müslüman`ım diyenler dahi çok eksik, yetersizdir.
Bu yazı, hayâyı rol model konumdaki bir kişilikten hareketle müşahhaslaştırma amaçlıdır.
Kendisi, evinde edebiyle oturan bir genç kızdan daha hayâlı olan Peygamberimiz (s.a.v) (Buhârî, Edeb, 73, 77; Müslim, Fezâil, 67) ve Hazret-i Yusuf`u iffet, ismet yönüyle birer emsalsiz örnekliktir. Bu iki örnekliğin yansıması bir hayâ ve edep abidesi olan Hz. Osman`ı yakından tanıyalım:
6. asır... Mekke... Mübarek şehir... Gel gör ki, İbrahim aleyhisselamdan beri peygamberî mesajdan uzak bu şehir görünümüyle cehalet yüklü, insanıyla ahlaksız bir halde...
İnsanî kıymetin sıfırlandığı, kadınların insandan sayılmadığı ve şehvet metaı olarak günah pazarına sürüldüğü, kız çocuklarının bir utanç olarak görülüp diri diri toprağa gömüldüğü, zulmün kol gezdiği, faizin ticaret haline geldiği, sudan çok içkinin tüketildiği bir günah şehri...
Hanif dini üzere kalmış birkaç mümin şahıs dışında hakka hakikate, doğruya adalete, hilme edebe uzak bir toplum...
Efendimiz aleyhisselam`ın nübüvvet göreviyle cevher tabiatlı böylesi insanlar, İslam nurunun etrafında iman güzelliğiyle buluşmaya, bütünleşmeye başladı. Bu güzel ve edep misal insanlardan biri de daha sonra Zinnureyn(iki nur sahibi) olarak şeref kazanacak olan Hazret-i Osman`dır.
Hani her sahabeden sorulduğu zaman insanın aklına o ashab-ı kiramı anlatacak yüzlerce haslet gelir; ama bir haslet onun tam vasfı/yansıması olacak şekilde öne çıkar ya Hazret-i Osman(r.a), denilince ittifakla her akla öncellikle gelen "Hayâ ve edep karesi" oluşudur.
Öyle bir hayâ duygusu, iffetli duruşu var ki, Allah Resulü aleyhi’s-selatu ve’s-selam`ın asırlara altın bir levha olarak yazılmış şu sözü bunu ziyadesiyle resmetmektedir:
" Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!”
Hazret-i Osman`la ilgili söze, bu hadisin zikrine vesile olan hadiseyle başlamak en doğrusudur:
" Hz. Âişe’nin rivayetine göre, bir gün Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V), üzerine bir örtü çekmiş olduğu hâlde istirahat ediyordu. O sırada Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V) tav¬rında bir değişiklik yap¬madan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde hâlini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V) hemen doğruldu, toparlandı.
Bunun üzerine Hz. Âişe:
“Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi değiştirdiniz, elbisenizi düzelttiniz?”
Allah Resûlü şöyle cevap verdi:
“Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!” (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 26-27)
Hazret-i Osman (radıyallahü teâlâ anh), iman edenlerin beşincisi, Peygamber efendimizin damadı, üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenen bahtiyarlardan ve Hazret-i Ebu Bekrin topladığı Kur’an-ı Kerimi çoğaltarak yeryüzüne yaymak şerefine ulaşanlardan olmuştu.
Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sık sakallı, gür saçlı ve iri yapılı olan Hz. Osman, fıtraten temiz ve nezih bir insandı.
İslam davetinin ilk günleriydi. Bir yandan Allah Resulü (s.a.v), diğer yandan sadık ve sıddık arkadaş Hz. Ebubekir samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı. Bu dost-larından biri de Hz. Osman’dı.
Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti. İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti.
Allah Resulü Hz. Muhammed`den (s.a.v) altı yaş küçük olan Hz. Osman, Peygamberimizi hem akraba hem akran hem de aynı şehirde yaşayan biri olarak yakından tanıyor, onu "El- Emin" vasfına ulaştıran yüce şahsiyetine gün gün şahit oluyordu. Yine içki içmeyi Cahiliyye Devrinde kendisine haram kılan bu yüce insan kendisine İslam daveti için gelen Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu. Sonra da birlikte Re¬sû¬lul¬lah’ın huzuruna gittiler:
Hazret-i Resûlullah, dâima tebessüm eden parlak bir simâya sahip Hz. Osman`a,
"Allah`ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim!" dedi.
Rasûlullah`ın sâde, bu samimi ve etkileyici sözleri karşısında Hz. Osman kendinden geçer gibi oldu ve şehâdet kelimesi kendi kendine mübârek dudaklarından döküldü:
"Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!"
Sonra da daha önce Şam`dan dönerken gördüğü bir rüyasını Kâinatın Efendisine anlattı:
"Yâ Resûlallah," dedi. "Biz Muân ile Zerkâ arasında bulunduğumuz ve uyuduğumuz sırada bir münâdi:
`Ey uyuyanlar! Uyanın! Ahmet (a.s.m.) Mekke`de zuhur etti!` diye seslenmişti. Mekke`ye gelince sizi işittik!" (İbni Sa`d, Tabakât: 3/55)
Hz. Osman, İslam’la şereflendiği sırada 34 yaşında idi. Genç, nüfuzlu bir tüc¬cardı. Hâli vakti yerinde bir kimseydi. Müslüman olduğunu öğrenen amcası Hakem bin Ebi’l-As öfkesinden çıldıracak gibi olmuştu. Osman’ı bir direğe bağladı ve:
“Bu dini terk etmedikçe sana hiç yiyecek vermeyeceğim!” dedi. Fakat ölüm pahasına da olsa, onun dininden dönmeyeceğini anlayan diğer akraba¬sı araya girerek serbest bıraktırdılar.
İslamiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in oğlu Utbe, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evliydi. Utbe, Peygamberimizin yeni bir dini tebliğ ettiğini öğre¬nince gelip Peygamber Efendimize (a.s.m.) hitaben:
“Senin kızını da, tebliğ et¬tiğin dini de istemiyorum!” demiş ve Hz. Rukayye’yi boşamıştı. Bunun üzerine Hz. Osman, Rukayye’ye talip olmuş ve onunla evlenmişti.
Müşriklerin zulmünden dolayı Habeşistan’a hicret eden 15 kişilik kafile ara¬sında Hz. Osman ve Rukiyye de bulunuyordu. Bu iki mübarek çift, Allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticaretini bırakıp Habeşistan’a hicret etti. Re¬sû¬lul¬lah (a.s.m.), Hz. Os¬man’ın herkesten önce yola çıktığını duyunca şöyle buyurdu:
“Onların dostu ve hâkimi Allah’tır. Osman, Lût’tan (a.s.) sonra ailesiyle bir¬likte ilk hicret eden kimsedir."
Sonra Medine’ye de hicret etti. Başka işle vazifeli olduğu durumlar hariç, bütün gazalarda bulundu. Hazret-i Rukayye ağır hasta olduğundan, Bedir gazasına götürülmedi. Medine’de Resulullah`ın sevgili kızının tedavisi için kaldı. Zafer haberi geldiği gün, Hz. Rukayye vefat etti. Resulullah, ikinci kızı Ümmü Gülsümü Hazret-i Osman’a verdi. Bunun için, Hazret-i Osman’a, Zinnureyn (iki nur sahibi) denildi.
Hazret-i Osman çok zengin bir tüccar idi. Bütün malını ve mülkünü Resulullah için feda etti. Bu fedakârlığın onlarca örneklerinden sadece bir kaçını zikredersek ne kadar yüce ve örnek alınmaya layık bir şahsiyetle karşı karşıya olduğumuz daha güzel anlaşılır:
Tebük Gazvesi... Meşakkatin tavan yaptığı bir sabır, yardım ve katkı seferi...
Hiçbir seferde gidilecek yer önceden ilan edilmediği halde yolun uzaklığından, mevsimin sıcak oluşundan ve düşmanın sayısal fazlalığından gidilecek yerin Tebük olduğu açıkça ilan edildi.
Bu zorluk ordusunu teçhiz etmek için sahabe hayır yarışında; korkaklar, sıvışmada; münafıklar fitne peşinde...
Hazret-i Osman, kendi ticaret malından üç bin deve, 70 at, on bin altın getirdi.
Ashab-ı Kiramı susuzluktan kurtarmak için Rume kuyusunu satın aldı...
...
Medine... Mescid-i Nebevî artık dar gelmekte ve cemaat mescidin dışına taşmaktadır. Resulullah Efendimiz(s.a.v) buyurdu ki:
"Mescidimizi genişletene, Cennette daha iyisi vardır, Cennet onun içindir."
"Muhacirlerin ve Ensar’ın önce imana gelenlerinden ve onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı." (Tevbe 100) ayetin kendileri hakkında nazil olduğu şanlı saadet asrı neslinden olan Hz. Osman(r.a), hemen Mescid-i Nebevi’nin etrafındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi...
...
Bir gün Hazret-i Osman, Peygamber Efendimize gelip,
- Ya Resulallah, teşrif buyurup, evimizi şereflendirseniz! dedi. Peygamber Efendimiz:
- Yalnız beni mi davet ediyorsun, yoksa ashabı da mı? diye sordu. Hazret-i Osman:
- Ashab-ı kiram da gelsinler! dedi. Resulullah Efendimiz(s.a.v), Hz. Bilal`i çağırıp
- Ya Bilal, bütün sahabeye haber ver, Osman’ın davetine gelsinler! buyurdu.
Kendisi kalkıp, Hazret-i Ali ile beraber Hazret-i Osman’ın evine doğru gitmeye başladılar. Yolda giderken, Hazret-i Osman, Resul-i Ekrem`in ardınca gidip, adımlarını sayıyordu. Resulullah Efendimiz:
- Ya Osman, niçin sayıyorsun? buyurunca büyük ve yüce sahabi Hz. Osman, gönüllere şan/müminlere nişan olacak şu cevabı verdi:
- Her mübarek adımınız için, bir köle azat edeceğim ya Resulallah! dedi. Davetten sonra bütün köleleri azat etti.
....
Hz. Osman(r.a), hicri 24. yılın birinci günü halife oldu. Zamanında Horasan, Hindistan, Kıbrıs, Kafkasya, Afrika’nın birçok yerleri ve Endülüs fethedildi. Acem devletini tarihten sildi. Kabil’e kadar Asya ve İstanbul’a kadar Anadolu, onun zamanında Müslüman oldu.
Yumuşak bir tabiata, halim selim bir fıtrata sahip olan Hz. Osman`ın döneminde akrabaları olan Ümeyye oğullarının suiistimallerinden ve bu büyük insandan habersiz yaptıkları yalan ve yanlış işlerden dolayı büyük sıkıntılar oluştu. Asla kişiliğinden sadır olmayacak bazı işler, fitne peşinde ve cahiliye özleminde olan işgüzarlar tarafından Hazret-i Osman`a mal edildi. İşte bu münafık tipli insanlardan biri de Abdullah İbni Sebe denilen Yemenli bir Yahudi`ydi.
İbn-i Sebe, şeklen Müslüman oldu, İslamiyet’i içerden parçalamaya, yıkmaya uğraştı. Medine’de bu amacına ulaşamayınca Mısır’a gitti ve orada fitne çıkarmaya, fesat yapmaya başladı. Cahil ve serserilerden meydana getirdiği bir çapulcu alayı, Medine’ye geldi.
Hicret’in 35, Hz. Osman’ın hilafetinin de 12. yılında Kûfe, Basra ve Mısır gibi bölgelerden gelen bu bozguncular, Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Başta Hz. Ali olmak üzere sahabeler muhasarayı kaldırmak için gayret gösterdiyse de başaramadılar. Ka¬der, tecelli edecekti. Bozguncular, bu edep ve hayâ abidesi, masum ve mazlum halifeyi şehit etmeye kararlıydı. Hz. Osman:
“Beni niçin öldürmek istiyorsunuz?! Hâlbuki ben, Re¬sû¬lul¬lah’ın şöyle buyur¬duğunu işitmişim:
‘Şu üç hâl dışında Müslüman’ı öldürmek haramdır: Evliy¬ken zina eden, kasten adam öldüren, Müslüman olduktan sonra dinden dönen…’ Allah’a yemin ederim ki, ben ne Cahiliyede, ne de Müslüman olduk¬tan sonra zina etmedim. Hiç kimseyi öldürmedim. Müslüman olduktan sonra da bu dinden asla ayrılmadım... O hâlde beni neye dayanarak öldürmek istiyorsu¬nuz?!”
Fakat fitne ağları örülmüştü. Hz. Ali (r.a.), iki oğlu Hasan ve Hüseyin’i halifeye nöbetçi bırakmıştı. Abdullah bin Ömer ve bazı sahabeler de aynı şekilde halifeyi bekliyorlardı. Bu arada bozgun¬culara karşı koyacak kuvvet vardı. Abdullah bin Zübeyr, Zeyd bin Sâbit, Ebû Hüreyre (r.a.) ve diğer sahabeler... Fakat Hz. Osman, `Müslüman kanı aksın!` istemiyordu:
“Ben hiçbir zaman ‘Müslüman kanı döken bir halife’ olarak anılmak istemem. Tek bir kişinin kanının dökülmesinden bile Allah’a sığınırım! Ben savaşsam on¬lara galip geleceğimi gayet iyi biliyorum. Fakat ben onları da, onları aleyhimde kışkırtanları da Allah’a havale ediyorum…”
Hazret-i Osman, şehadetinden bir gün önce rüyasında, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i gördü. Peygamberimiz kendisine hitaben:
“Biz oruçluyuz, seni de iftara bekliyoruz.” buyurmuştu.
Hz. Osman uyandıktan sonra o gece hemen oruca ni¬yet etti. Sevinçliydi. Çünkü artık Allah ve Resûl’üne kavuşma günü gelmişti. O gün Cuma idi. Kur’ân okumaya başladı. Bozgunculardan birkaçı tam bu sırada fırsat bulup içeri daldılar ve Hz. Osman’ı şehit ettiler. Hz. Osman’dan akan kanlar, okuduğu Kur’ân’ın üzerine damladı.
Böylece, Peygamber Efendimizin istikbale ait bir mucizesi daha gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü O(s.a.v), Hazret-i Osman`ın(r.a) “Haksız yere şehit edi¬leceği”ni haber vermişti.
(İnzar Dergisi)
Zeyd İbnu Talha İbnu Rükane`den rivayetle Resulullah (sav) buyurdu ki:
"Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır, İslam`ın ahlakı hayâdır." ( Muvatta, Hüsnü`l-Hulk 9; İbnu Mace, Zühd 17)
"Adalet güzeldir, hâkimde olsa daha güzeldir.
Sabır güzeldir, fakirde olsa daha güzeldir.
Cömertlik güzeldir, zenginde olsa daha güzeldir.
Hayâ güzeldir, kadında olsa daha güzeldir.
Tövbe güzeldir, gençte olsa daha bir güzeldir." (Deylemî)
Yaşamın belki de en ihmal edilen amelî güzelliklerinden biri hayâdır. Biz, hayâyı salt "utanma duygusu, günaha düşmekten sakınma" olarak bilsek de zikrettiğimiz, ayet ve hadislerden anladığımız kadarıyla hayâ, aslında İslamî olmaktır, iman güzelliğini yaşamaktır.
Belki de "Utanmıyorsan dilediğini yap" (Buhârî, Enbiyâ, 54; Edeb, 78; Ebû Dâvûd, Edeb, 6) hadisi de "Müslüman/Mü`min değilsen dilediğini yap!" anlamında düşünülebilir.
Bilgi olarak günümüz insanı konulara uzak değildir; ama amelî ve model olarak İslam`dan uzak olanları bir tarafa bırakalım; Müslüman`ım diyenler dahi çok eksik, yetersizdir.
Bu yazı, hayâyı rol model konumdaki bir kişilikten hareketle müşahhaslaştırma amaçlıdır.
Kendisi, evinde edebiyle oturan bir genç kızdan daha hayâlı olan Peygamberimiz (s.a.v) (Buhârî, Edeb, 73, 77; Müslim, Fezâil, 67) ve Hazret-i Yusuf`u iffet, ismet yönüyle birer emsalsiz örnekliktir. Bu iki örnekliğin yansıması bir hayâ ve edep abidesi olan Hz. Osman`ı yakından tanıyalım:
6. asır... Mekke... Mübarek şehir... Gel gör ki, İbrahim aleyhisselamdan beri peygamberî mesajdan uzak bu şehir görünümüyle cehalet yüklü, insanıyla ahlaksız bir halde...
İnsanî kıymetin sıfırlandığı, kadınların insandan sayılmadığı ve şehvet metaı olarak günah pazarına sürüldüğü, kız çocuklarının bir utanç olarak görülüp diri diri toprağa gömüldüğü, zulmün kol gezdiği, faizin ticaret haline geldiği, sudan çok içkinin tüketildiği bir günah şehri...
Hanif dini üzere kalmış birkaç mümin şahıs dışında hakka hakikate, doğruya adalete, hilme edebe uzak bir toplum...
Efendimiz aleyhisselam`ın nübüvvet göreviyle cevher tabiatlı böylesi insanlar, İslam nurunun etrafında iman güzelliğiyle buluşmaya, bütünleşmeye başladı. Bu güzel ve edep misal insanlardan biri de daha sonra Zinnureyn(iki nur sahibi) olarak şeref kazanacak olan Hazret-i Osman`dır.
Hani her sahabeden sorulduğu zaman insanın aklına o ashab-ı kiramı anlatacak yüzlerce haslet gelir; ama bir haslet onun tam vasfı/yansıması olacak şekilde öne çıkar ya Hazret-i Osman(r.a), denilince ittifakla her akla öncellikle gelen "Hayâ ve edep karesi" oluşudur.
Öyle bir hayâ duygusu, iffetli duruşu var ki, Allah Resulü aleyhi’s-selatu ve’s-selam`ın asırlara altın bir levha olarak yazılmış şu sözü bunu ziyadesiyle resmetmektedir:
" Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!”
Hazret-i Osman`la ilgili söze, bu hadisin zikrine vesile olan hadiseyle başlamak en doğrusudur:
" Hz. Âişe’nin rivayetine göre, bir gün Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V), üzerine bir örtü çekmiş olduğu hâlde istirahat ediyordu. O sırada Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V) tav¬rında bir değişiklik yap¬madan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde hâlini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Hz. Re¬sû¬lul¬lah (S.A.V) hemen doğruldu, toparlandı.
Bunun üzerine Hz. Âişe:
“Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi değiştirdiniz, elbisenizi düzelttiniz?”
Allah Resûlü şöyle cevap verdi:
“Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!” (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 26-27)
Hazret-i Osman (radıyallahü teâlâ anh), iman edenlerin beşincisi, Peygamber efendimizin damadı, üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenen bahtiyarlardan ve Hazret-i Ebu Bekrin topladığı Kur’an-ı Kerimi çoğaltarak yeryüzüne yaymak şerefine ulaşanlardan olmuştu.
Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sık sakallı, gür saçlı ve iri yapılı olan Hz. Osman, fıtraten temiz ve nezih bir insandı.
İslam davetinin ilk günleriydi. Bir yandan Allah Resulü (s.a.v), diğer yandan sadık ve sıddık arkadaş Hz. Ebubekir samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı. Bu dost-larından biri de Hz. Osman’dı.
Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti. İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti.
Allah Resulü Hz. Muhammed`den (s.a.v) altı yaş küçük olan Hz. Osman, Peygamberimizi hem akraba hem akran hem de aynı şehirde yaşayan biri olarak yakından tanıyor, onu "El- Emin" vasfına ulaştıran yüce şahsiyetine gün gün şahit oluyordu. Yine içki içmeyi Cahiliyye Devrinde kendisine haram kılan bu yüce insan kendisine İslam daveti için gelen Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu. Sonra da birlikte Re¬sû¬lul¬lah’ın huzuruna gittiler:
Hazret-i Resûlullah, dâima tebessüm eden parlak bir simâya sahip Hz. Osman`a,
"Allah`ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim!" dedi.
Rasûlullah`ın sâde, bu samimi ve etkileyici sözleri karşısında Hz. Osman kendinden geçer gibi oldu ve şehâdet kelimesi kendi kendine mübârek dudaklarından döküldü:
"Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!"
Sonra da daha önce Şam`dan dönerken gördüğü bir rüyasını Kâinatın Efendisine anlattı:
"Yâ Resûlallah," dedi. "Biz Muân ile Zerkâ arasında bulunduğumuz ve uyuduğumuz sırada bir münâdi:
`Ey uyuyanlar! Uyanın! Ahmet (a.s.m.) Mekke`de zuhur etti!` diye seslenmişti. Mekke`ye gelince sizi işittik!" (İbni Sa`d, Tabakât: 3/55)
Hz. Osman, İslam’la şereflendiği sırada 34 yaşında idi. Genç, nüfuzlu bir tüc¬cardı. Hâli vakti yerinde bir kimseydi. Müslüman olduğunu öğrenen amcası Hakem bin Ebi’l-As öfkesinden çıldıracak gibi olmuştu. Osman’ı bir direğe bağladı ve:
“Bu dini terk etmedikçe sana hiç yiyecek vermeyeceğim!” dedi. Fakat ölüm pahasına da olsa, onun dininden dönmeyeceğini anlayan diğer akraba¬sı araya girerek serbest bıraktırdılar.
İslamiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in oğlu Utbe, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evliydi. Utbe, Peygamberimizin yeni bir dini tebliğ ettiğini öğre¬nince gelip Peygamber Efendimize (a.s.m.) hitaben:
“Senin kızını da, tebliğ et¬tiğin dini de istemiyorum!” demiş ve Hz. Rukayye’yi boşamıştı. Bunun üzerine Hz. Osman, Rukayye’ye talip olmuş ve onunla evlenmişti.
Müşriklerin zulmünden dolayı Habeşistan’a hicret eden 15 kişilik kafile ara¬sında Hz. Osman ve Rukiyye de bulunuyordu. Bu iki mübarek çift, Allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticaretini bırakıp Habeşistan’a hicret etti. Re¬sû¬lul¬lah (a.s.m.), Hz. Os¬man’ın herkesten önce yola çıktığını duyunca şöyle buyurdu:
“Onların dostu ve hâkimi Allah’tır. Osman, Lût’tan (a.s.) sonra ailesiyle bir¬likte ilk hicret eden kimsedir."
Sonra Medine’ye de hicret etti. Başka işle vazifeli olduğu durumlar hariç, bütün gazalarda bulundu. Hazret-i Rukayye ağır hasta olduğundan, Bedir gazasına götürülmedi. Medine’de Resulullah`ın sevgili kızının tedavisi için kaldı. Zafer haberi geldiği gün, Hz. Rukayye vefat etti. Resulullah, ikinci kızı Ümmü Gülsümü Hazret-i Osman’a verdi. Bunun için, Hazret-i Osman’a, Zinnureyn (iki nur sahibi) denildi.
Hazret-i Osman çok zengin bir tüccar idi. Bütün malını ve mülkünü Resulullah için feda etti. Bu fedakârlığın onlarca örneklerinden sadece bir kaçını zikredersek ne kadar yüce ve örnek alınmaya layık bir şahsiyetle karşı karşıya olduğumuz daha güzel anlaşılır:
Tebük Gazvesi... Meşakkatin tavan yaptığı bir sabır, yardım ve katkı seferi...
Hiçbir seferde gidilecek yer önceden ilan edilmediği halde yolun uzaklığından, mevsimin sıcak oluşundan ve düşmanın sayısal fazlalığından gidilecek yerin Tebük olduğu açıkça ilan edildi.
Bu zorluk ordusunu teçhiz etmek için sahabe hayır yarışında; korkaklar, sıvışmada; münafıklar fitne peşinde...
Hazret-i Osman, kendi ticaret malından üç bin deve, 70 at, on bin altın getirdi.
Ashab-ı Kiramı susuzluktan kurtarmak için Rume kuyusunu satın aldı...
...
Medine... Mescid-i Nebevî artık dar gelmekte ve cemaat mescidin dışına taşmaktadır. Resulullah Efendimiz(s.a.v) buyurdu ki:
"Mescidimizi genişletene, Cennette daha iyisi vardır, Cennet onun içindir."
"Muhacirlerin ve Ensar’ın önce imana gelenlerinden ve onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı." (Tevbe 100) ayetin kendileri hakkında nazil olduğu şanlı saadet asrı neslinden olan Hz. Osman(r.a), hemen Mescid-i Nebevi’nin etrafındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi...
...
Bir gün Hazret-i Osman, Peygamber Efendimize gelip,
- Ya Resulallah, teşrif buyurup, evimizi şereflendirseniz! dedi. Peygamber Efendimiz:
- Yalnız beni mi davet ediyorsun, yoksa ashabı da mı? diye sordu. Hazret-i Osman:
- Ashab-ı kiram da gelsinler! dedi. Resulullah Efendimiz(s.a.v), Hz. Bilal`i çağırıp
- Ya Bilal, bütün sahabeye haber ver, Osman’ın davetine gelsinler! buyurdu.
Kendisi kalkıp, Hazret-i Ali ile beraber Hazret-i Osman’ın evine doğru gitmeye başladılar. Yolda giderken, Hazret-i Osman, Resul-i Ekrem`in ardınca gidip, adımlarını sayıyordu. Resulullah Efendimiz:
- Ya Osman, niçin sayıyorsun? buyurunca büyük ve yüce sahabi Hz. Osman, gönüllere şan/müminlere nişan olacak şu cevabı verdi:
- Her mübarek adımınız için, bir köle azat edeceğim ya Resulallah! dedi. Davetten sonra bütün köleleri azat etti.
....
Hz. Osman(r.a), hicri 24. yılın birinci günü halife oldu. Zamanında Horasan, Hindistan, Kıbrıs, Kafkasya, Afrika’nın birçok yerleri ve Endülüs fethedildi. Acem devletini tarihten sildi. Kabil’e kadar Asya ve İstanbul’a kadar Anadolu, onun zamanında Müslüman oldu.
Yumuşak bir tabiata, halim selim bir fıtrata sahip olan Hz. Osman`ın döneminde akrabaları olan Ümeyye oğullarının suiistimallerinden ve bu büyük insandan habersiz yaptıkları yalan ve yanlış işlerden dolayı büyük sıkıntılar oluştu. Asla kişiliğinden sadır olmayacak bazı işler, fitne peşinde ve cahiliye özleminde olan işgüzarlar tarafından Hazret-i Osman`a mal edildi. İşte bu münafık tipli insanlardan biri de Abdullah İbni Sebe denilen Yemenli bir Yahudi`ydi.
İbn-i Sebe, şeklen Müslüman oldu, İslamiyet’i içerden parçalamaya, yıkmaya uğraştı. Medine’de bu amacına ulaşamayınca Mısır’a gitti ve orada fitne çıkarmaya, fesat yapmaya başladı. Cahil ve serserilerden meydana getirdiği bir çapulcu alayı, Medine’ye geldi.
Hicret’in 35, Hz. Osman’ın hilafetinin de 12. yılında Kûfe, Basra ve Mısır gibi bölgelerden gelen bu bozguncular, Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Başta Hz. Ali olmak üzere sahabeler muhasarayı kaldırmak için gayret gösterdiyse de başaramadılar. Ka¬der, tecelli edecekti. Bozguncular, bu edep ve hayâ abidesi, masum ve mazlum halifeyi şehit etmeye kararlıydı. Hz. Osman:
“Beni niçin öldürmek istiyorsunuz?! Hâlbuki ben, Re¬sû¬lul¬lah’ın şöyle buyur¬duğunu işitmişim:
‘Şu üç hâl dışında Müslüman’ı öldürmek haramdır: Evliy¬ken zina eden, kasten adam öldüren, Müslüman olduktan sonra dinden dönen…’ Allah’a yemin ederim ki, ben ne Cahiliyede, ne de Müslüman olduk¬tan sonra zina etmedim. Hiç kimseyi öldürmedim. Müslüman olduktan sonra da bu dinden asla ayrılmadım... O hâlde beni neye dayanarak öldürmek istiyorsu¬nuz?!”
Fakat fitne ağları örülmüştü. Hz. Ali (r.a.), iki oğlu Hasan ve Hüseyin’i halifeye nöbetçi bırakmıştı. Abdullah bin Ömer ve bazı sahabeler de aynı şekilde halifeyi bekliyorlardı. Bu arada bozgun¬culara karşı koyacak kuvvet vardı. Abdullah bin Zübeyr, Zeyd bin Sâbit, Ebû Hüreyre (r.a.) ve diğer sahabeler... Fakat Hz. Osman, `Müslüman kanı aksın!` istemiyordu:
“Ben hiçbir zaman ‘Müslüman kanı döken bir halife’ olarak anılmak istemem. Tek bir kişinin kanının dökülmesinden bile Allah’a sığınırım! Ben savaşsam on¬lara galip geleceğimi gayet iyi biliyorum. Fakat ben onları da, onları aleyhimde kışkırtanları da Allah’a havale ediyorum…”
Hazret-i Osman, şehadetinden bir gün önce rüyasında, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i gördü. Peygamberimiz kendisine hitaben:
“Biz oruçluyuz, seni de iftara bekliyoruz.” buyurmuştu.
Hz. Osman uyandıktan sonra o gece hemen oruca ni¬yet etti. Sevinçliydi. Çünkü artık Allah ve Resûl’üne kavuşma günü gelmişti. O gün Cuma idi. Kur’ân okumaya başladı. Bozgunculardan birkaçı tam bu sırada fırsat bulup içeri daldılar ve Hz. Osman’ı şehit ettiler. Hz. Osman’dan akan kanlar, okuduğu Kur’ân’ın üzerine damladı.
Böylece, Peygamber Efendimizin istikbale ait bir mucizesi daha gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü O(s.a.v), Hazret-i Osman`ın(r.a) “Haksız yere şehit edi¬leceği”ni haber vermişti.
(İnzar Dergisi)