Hatice de İlim Kervanına Katıldı
Basık bir oda... Odanın sağ tarafında bir pencere vardı. Perdesi gündüz vakti olmasına rağmen çekiliydi. Bundan dolayı içeriyi dolduran ışık, loş bir aydınlık olarak kalıyordu. Odanın duvar diplerine sıralanmış minderler, bir şark köşesini andırıyordu.
Hatice, feracesini henüz çıkarmamış bir vaziyette odanın bir başından diğer başına gidip geliyordu. İki de bir oflayıp duruyor ve arada kendi kendine söyleniyordu:
- Medreseymiş, Arapçaymış, Tecvidmiş... Hatice`m okuyup gelecekmiş! Ne Medresee! Demiyorlar, kızım seni başımızdan attık! Ben şimdi burada, bu kapalı mekânda nasıl dayanacağım? Hem hocalar da işin çabası! Hele Adile Hoca yok mu;
"Yok, dışarı çıkılmayacak! Çarşı izni yokmuş! Aileniz gelince sadece avluya çıkacakmışız! Telefon kullanmamıza izin verilmeyecekmiş de de!"
Allah`ım, ben asla yapamam, duramam burada! Kesin bir yolunu bulup gitmeliyim!"
Birden kapı sesiyle irkildi ve ansızın "Kim o?" deyiverdi. Gelen Sevda`ydı. Sevda`yla birkaç saattir tanışmasına rağmen Sevda`nın muzipliği gözünden kaçmamıştı. Sevda, yine o muziplikle:
- O, ceylan`ım hayırdır! Yoksa kendi kendine mi konuşuyorsun? diye sordu. Sadece, "Hayır!" diyebildi. İçindense bin bir kızgınlıkla " Bu da nereden çıktı!" demekteydi. Sevda:
- Yo yo, ben bilirim! Sen daha yenisin! Biraz da alaycı bir dudak büküşle:
-Hemen her gelen, birkaç gün böyle sendromlar yaşar ana kuzusuu... Alışırsın! Bak, ben çoktaaan alıştım! Hatice, dayanamadı kızgınlığını dışa vururcasına:
- Kız, sen bela mısın? Beni tahrik mi ediyorsun yoksa yatıştırıyor musun? Anlamadım, dayanacakmışım, alışacakmışım! (Elini sallayarak) Bu nasihatler ve telkinler, bana vız gelir, tırıs gider. (İşaret parmağından başlayarak saymaya başladı.):
Neseree- Yensuru- Nesren- Nasirun... Fil çekecekmişim, daha ilk günden bir sürü ders, bir sürü ezber! Ben fili nasıl çekeyim, bari eşeği çekseydim!
Sevda, kendini tutamayıp bir kahkaha attı ve onu iter gibi yaparak:
- Bir âlemsin! Ne fili! Fiil çekimi... fiil çekimi... Yani bu kelimelerin nasıl kullanıldığını bilmek, onları zaman ve kişilerine göre öğrenmenin adıdır fiil çekimi...
Hatice, umursamaz bir vaziyetle omuzlarını silkti ve Sevda`dan bir iki adım uzak durdu. Belli olmazdı, şimdi kendini hafifçe iten bu muzip kız belki de onu çimdiklerdi:
- Bana ne, kelimelerden ve onların zamanlarından? Ah, anne! O tatlı dilin ve "Canım yavrum!" diyen şefkatli söylemin yok mu? Biliyorum, şimdi ne söylesem de sen yine: "Kızım, işte bu konuyu konuşmuştuk, söz vermiştin ya! Hem sen bize ikide bir okumamız gerektiğini, günümüz
Müslümanlarının bilgili olması gerektiğini söylemez miydin, der ve ( Hatice, bu arada kendini topladı ve edepli bir üslupla) ardından da beni ikna etmek için şu hadis-i şerifi söylerdin:
" Kim ilim tahsili için yola koyulursa Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, yaptığı işten dolayı duydukları hoşnutluğu belirtmek üzere ilim öğrenenin üzerine kanatlarını gererler. Göktekiler ve sudaki balıklara varıncaya kadar yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ilim öğrenen kimse için mağfiret dilerler."
Sevda da, Hatice`nin dilinden bir Hadis-i Şerif`in dökülmesiyle muzipliğinden vazgeçerek dikkatle Hatice`yi dinledi ve hemen ona biraz önceki duruşundan farklı bir tarzda Hatice`ye şefkatle yanaşarak onu kucakladı. Bu musafahayla arkadaşının sıcaklığını hisseden Hatice, biraz rahatlar gibi oldu. Sevda:
- Hatice, Hakkını helal et! Sana biraz takılmak istedim; ama gördüm ki sen bu işin ehli ve isteklisisin. Sadece, böyle bir ortama yeni geldiğinden veya evden ilk kez ayrılışından olacak veryansınların. Bir şey olmaz, inşaallah alışırsın! Hatice`nin kulağı tam Sevda da olmasa da:
- Hı, haklısın! diyebildi. Dışarıdan:
- Hadi, öğle yemeği için aşağı inin! Sesiyle iki genç kız aşağı indiler.
....
Yemek salonu ana baba günüydü. Kızlar sağa sola yayılmış, son dersten kalan tekrarlarını yapıyorlardı. Şu ön taraftaki kız:
- Hasanun muaallimun! Hasan, mübteda; muallim haber... Mübteda haberiyle merfudur ve isim cümlesidir... Kapı önündeki kız ise:
- Arapçada kişi zamirleri çoktur. Bu zamirler, hem müzekker müennes olarak hem de tekil, çoğul, tesniye olarak çeşitlenirler: Huve, huma, hum; hiye, huma, hunne...
Az ötede üç kız bir arada birbirlerine hararetle bir şeyler anlatıyordu. Beri tarafta kapı ağzındaki kız:
- Haydi, bacılar! Herkes sofraya... Nöbetçi arkadaşlar da kaşık ve ekmek getirsinler!
İki kız öğrenci, kaşık ve ekmek getirmek için mutfağa yöneldiler... Az sonra, kurstaki yirmi kız öğrenci, yer sofrasının etrafında oturmuş iştahla yemeklerini yiyorlardı. Hatice, hala ilk günlerin etkisiyle "ortama alışamadım/alışamıyorum" havasındaydı. Kaşığını isteksizce yemek kabına daldırıyordu. Onun bu hali Adile Hoca ve Hacer Hoca`nın gözünden kaçmamıştı. İki öğretici de aynı anda Hatice`yi birbirine göstererek onunla ilgili bir şeyler konuştular.
Kaşık, çatal sesleri ve ikili fısıltılı konuşmalar arasında bir öğle yemeği daha yenmişti. Şimdi eller yemek duası için açılmıştı. Selma:
- Elhamdülillâh , Elhamdülillâh, Elhamdülillâhillezî et`amenâ , veseqânâ,ve ce’elenâ minel müslimîn. Elhamdülillâhirabbil âlemîn. Vesselâtü ve`s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Va`fu annâ vağfirlenâ verhamnâ ente mevlânâ fensurnâ alel qavmil kâfirîn.
Allahümmeğfir sâhibe hâze`t-taâmi vel-âkilîn. Allâhümmec`al devletehüm dâimen , evlâdehüm âlimen sâlihâ. Ve lâ tüsellıt aleyhim zâlimâ. Allahümme zîd ve lâtenqus ni`meten kesîraten bi hurmetil Fâtiha.
Fatiha`nın bitimiyle tebberrük niyetiyle eller yüze sürüldü ve o esnada Hacer Hoca, ayağa kalkarak:
- Değerli Bacılarım! Hepinize afiyet ve şifa olsun! Arada bazı sesler:
- Amin!.. Allah razı olsun!
- Biliyorsunuz, bu yılın ilk birkaç gününü geride bıraktık. Bazılarınız yeni geldi, bazılarınız da bir iki aylık tatilin etkisinden henüz kurtulamadı. Ruh halinizi anlıyor gibiyim. Hele hele yeni gelen bacılardan bazılarının bir an önce buradan gitme yönünde istek geliştirdiklerini de biliyorum.
Üç dört kız- bunlardan biri de Hatice`ydi- sanki Hoca, kendilerini anlatıyor gibi irkildi ve başlarını mahcup bir şekilde önlerine eğdiler.
- Fakat, bir empati kurun! Efendimiz aleyhi salatu vesselam`ın şirk ve ahlaksızlık içinde kokuşmuş bir toplum için arayış aradığı 38, 39 ve 40. yaş senelerinde inziva, tefekkür için çekildiği Hira mağarasıyla kaldığınız bu yeri kıyaslayın! Sizler, buraya herhangi bir makam, mevki için gelmediniz, ‘Şu özel okulu bitirip de kayda değer bir diploma alayım!’ diye de gelmediniz. Siz, buraya sadece tek şey için geldiniz:
‘Allah`ın emirlerini size öğretmeyi kolaylaştıracak bilgiyi öğrenmeye ve bununla toplumun karşısına bir mürşide, âlime olarak çıkıp Peygamberi bir misyonla onları davet etmek için’ geldiniz!
Lütfen herkes bunu böyle bilip buraya adapte olmaya çalışsın; yoksa isteksizlik hevesinizi kırar, kırılan hevesiniz de sizi arkadaşlarınızdan geri koyar ve zamanınızla emeğiniz heba olmuş olur. Böyle olsa size, bize, anne babalarınıza, beklenti içinde olan hidayet susamışlarına yazık olmaz mı? Herkes gayr-i ihtiyari:
- Evet, doğrudur! deyiverdi. Hacer Hoca:
- Madem, evet diyor ve söylenenleri doğruluyorsunuz; o zaman Allah yardımcınız olsun ve kalkın hedeflediğiniz amaç için gayretlenin!
Kızlar, birer ikişer sofranın başından kalkarak etüd odalarına gittiler. Bu esnada Hatice`ye göz ucuyla bakan Sevda, Hatice'nin gözlerindeki pırıltıyı görünce muziplikle:
- İşte, şimdi aramıza hoş geldin! dedi. Hatice, gülerek:
- Deli! Dedi ve o da ilim kervanına katılıp sınıfa doğru yürüdü.
(İnzar Dergisi)