Bir İçim Sudur SUSA'yana
26 Haziran 1992 Silvan Yolaç(Susa) Köyünde PKK’nin cami baskını ve akabinde 10 yiğit Müslümanı hunharca katletmesi… Bu çerçevede Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında SUSA Camii katliamı, hem İslami hareket ve dinamikleri hem de gayri İslami hareket ve bağlantıları için bir mi’attır.
Susa Camii Katliamı’nı her hatırladığımda Kur`an-ı Kerim`de betimlenen hak batıl serüveni gözümün önüne gelir.
Yeniden tüm sıcaklığı, gerçekliği ve netliğiyle izlenir;
Habil`in hilmine karşı Kabil`in hırs, kin ve hasedi...
Nuh`un azmine, sabrına, tahammülüne karşı kavminin alayı, inkârı ve karşı koyuşu...
İbrahim`in teslimiyeti, direnişi, tevekkülüne karşı Nemrud`un kibri, tuğyanı ve zulmü...
Musa`nın kararlılığı, dayanıklılığı, kelimliğine karşı Firavnın azgınlığı, hırçınlığı, katliamları...
İsa`nın zühdü, daveti, mucizelerine karşı İsrailoğullarının kaypaklığı, dönekliği, sinsiliği...
Bir avuç müminin imanına, şuuruna karşı Hendek sahiplerinin ateşi, intikamı, şımarıklığı...
Muhammed aleyhisselam`ın nübüvveti, risaleti, rahmetine karşı Ebu Cehil zihniyetinin karşı koyuşu, reddi ve işkenceleri...
Hüseyin`in kıyamı, teheccüdü, mücahidliğine karşı Yezid`in fasıklığı, hainliği, acımasızlığı...
Şeyh Said ve Bediüzzaman`ın cihadı ve ilmine karşı Kemalizmin dişlileri, kel ve kılıç Alileri...
Masumluğun günahsız çehresi Susa`nın karşısında sırıtan dişleriyle şeytanî surat tüm vahşetiyle yeniden düşündürür tevhid şirk mücadelesini.
İman bir bela tandırıdır, içine girip/düşüp yanmadıkça pişmedikçe olgunlaşılmıyor. Korku, açlık, mallar, canlar ve ürünlerden eksilten bir belaya davetiye çıkarır iman ki sabrının neticesi İlahi bir razılık muştusu olarak kanat çırpar cennetin engin ve ebed semalarında.
İman ve sevgi bir iddiadır. Her iddia da doğruluğu için ispat ister. İspat ise başa gelecek olana sabretmekle olur.
Sa’d radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesselleme, insanların hangisinin belasının/yıpratıcı imtihanının daha ağır olduğunu, sordum. Buyurdular ki:
“Önce Peygamberler, sonra onların peşinden yaşantı olarak Peygambere yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar… Kişi dindarlığı oranında yıpratıcı imtihana uğratılır. Dininde sağlam ise imtihanı ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında imtihana uğratılır. İmtihan, kulun peşini bırakmaz; sonunda kul uğradığı imtihanlarla üzerinde günah kalmayıncaya kadar günahlarından temizlenmiş olur.” (Tirmizi, Zühd, 56)
Acımız, hüznümüz başımıza gelen musibetin çokluğu, şiddetine değildir;
Susa yiğitleri ‘Hüseyin, Mekki, Medeni, Said, Zeki, Molla Abdulhalık, Adnan, M. Emin, Muhammed Ali, Hacı Ahmed’in yani bu iman abidelerinin, dava âşıklarının, davet yarışçılarının sinsice, rezilce, insafsızca bir yatsı sonrası Susa camii avlusunda bir Haziran sıcağında kurşuna dizilmesidir.
Hasım sahibi olanın hasımlarından yana güven ve emniyet içinde olması akıl kârı değildir. Adli bir vakada dahi hasmının tuzağına düşmemek için kişilerin nice tedbirlere başvurduğu, temkinli hareket ettiği bilinen bir durumdur.
İman gibi büyük bir davayı yüklenen, dağların ve yerlerin bile ağırlığından ezilip dağıldığı kulluk gibi bir emaneti omuzlayan müminin `şeytan, nefis, heva, dünya, şehvet, müşrik, kâfir, münafık...` gibi ipe dizilemeyecek kadar çok ve şiddetli hasımları varken
Keyfemayeşa bir gidiş düşünmesi,
Rahat bir gün geçirmek istemesi,
Zahmetsiz ve gözyaşsız bir devrim arzulaması;
Şehidsiz, muhacirsiz, zindansız bir mücadele beklemesi şaşılır bir durumdur.
Dedim ya; acımız, hüznümüz musibetin çokluğu, belanın şiddeti, küfrün varlığı değildir. Cana can katan, yolumuza hoşluk veren, gayretimize katık olan, tebliğimize sinerji sağlayan, davayı canlandıran; takvasıyla örnek bilinen merxaslarımızın, agitlerimizin, cehdle yoğrulmuşlarımızın aramızdan ayrılışıdır.
Acımız ve hüznümüz isyanlara oynama misali, kaderi tenkid tarzlı bir aşırılığa sevk eden cinsten hikmetini yitirmemiştir; aksine Nebevi bir söylemle `kalp hüzünlenir, göz yaşarır.` türünden sevginin merhametiyle yoğrulmuş bir muhabbetle beslenmiştir.
Bu minval üzere Haziran’da Susa Camii katliamı yeniden yüreğimizdeki acı ve hüznü depreştirirken şehitlerin kanlarının bir bereket olup dava ağacını yeşerttiğini görmekle hem şehitlere olan özlemimiz hem de makamlarına olan arzumuz da depreşmiştir.
İmanı yol bilmiş, İslam’ı dava edinmiş, tevhidi şiar bilmişleri katletmek Kabil’le başlayan batılın zalim yüzü için çok doğal, gerekli ve hatta tüm imkânları seferber etme pahasına lüzumlu bir iştir.
Şeytanî bir vesvesenin ve yanıltmanın iplerinin birer ucunda dünya ve ahiretlerini heba etmiş birer kukla olarak sallanan bu zavallı kâfir, mücrim, müşrik, münafık, zalim ve tağutlar biliyor ki;
Camii/Mescit, Müslüman için üssül esastır.
Camii/Mescit, cemaatleşme şuurunun en sağlam ve pratik oluşma yeridir.
Camii/Mescit, kardeşlik binasının en güzel oluşma mekânıdır.
Camii/Mescit, Allah’la buluşmada huşusunun elde edilmesinin manevi atmosferidir.
Camii/Mescit, İslamî çalışmanın en çok, en çabuk, en etkin verim alma yeridir.
Camii/Mescit, dava bilinci ve ahlakî terbiye adına en geniş ve donanımlı okuldur.
Onlar özellikle katliamlarını Müslümanlar için öz sayılan, çekirdek bilinen, davanın ve davetçinin mihengi olan camiiler üzerinden yapmayı daha tercih ederler. Ki şu ayetler de bu hakikati açıkça resmetmektedir:
“Allah`ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi: 114)
“Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah`tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah`ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah`ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac Suresi: 40)
“Allah`ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği ev(mescid)lerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah`ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O`nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nûr Suresi: 36)
Ebrehe ve ordusunun filleriyle Kâbe üzerine yürümesi,
Zalim Haccac’ın Kâbe’yi mancınık atışına tutup duvarlarını yıkması,
Moğolların yüzlerce camiyi yıkıp harap etmesi,
Kemalist rejimin ezanı Türkçeleştirmesi, camileri kapatması veya ahıra çevirmesi,
1990’lı yıllarda Türkiye’deki Cami baskınları ve camilerde ders alıp ders verdiği için binlerin gözaltına alınıp işkence görmesi,
Avrupa’da tavan yapan cami ve minare düşmanlığı,
1979 ve 1981 yıllarında Suud yönetiminin Kâbe baskınları,
Filistin’deki El-Halil Camii Katliamı ve İsrali’in Mescidî Aksa üzerindeki tahakkümü,
26 Haziran 1992 Silvan Yolaç(Susa) Köyünde PKK’nin cami baskını ve akabinde 10 yiğit Müslümanı hunharca katletmesi…
Bu çerçevede Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında SUSA Camii katliamı, hem İslami hareket ve dinamikleri hem de gayri İslami hareket ve bağlantıları için bir mi’attır.
Bölge bağlamında İslami çalışmalar, iman hareketi, davet süreci ve Müslüman halkın özüne dönüşü değerlendirildiği zaman SUSA öncesi ve sonrası bir değerlendirme yapılır, yapılmaktadır ve yapılmalıdır; çünkü bu gayet doğru ve yerinde bir yaklaşımdır.
SUSA Camii katliamı öncesi PKK’ye karşı bir nebze de olsa - göz önünde olan İslam düşmanlığı, dini yönü takva açısından öne çıkan Müslümanları şehit etmesine rağmen- iyi niyetini kaybetmemiş bir yaklaşım vardı. Her ne kadar, bunlar Marksist bir ideolojiyi kitap ve dergilerinde öne çıkarıyor, İslami bazı çalışmaları hedef alıyorduysa da bu gelişmeler lokal düzeydedir söylemleriyle minimize edilmeye çalışılırdı.
Ne zaman ki, bir yatsı namazı sonrası it sürüsü misali Allah’ın evine dadanıldı, camiinin hürmeti diye hiçbir şey dikkate alınmadı; yaşlısı genci, seydası fakisiyle camii cemaati yaylım ateşine tutuldu meselenin Kürtlük, Kürdistanilik, mazlum ve mağdurluk olmadığı güneşin aydınlığı gibi ortaya çıktı.
SUSA, bu çerçevede bir kırılma noktasıdır.
‘Duymadım, görmedim, bilmiyorum’ tavırlı üç maymunu oynayan ve zulüm karşısında SUSA’n için de iman aşkından bir yudum içmek arzusuyla SUSA’yanlar için de bir kırılma noktasıdır.
İbrahim Dağılma / İnzar Dergisi – Haziran 2015 (129. Sayı)
Yeniden tüm sıcaklığı, gerçekliği ve netliğiyle izlenir;
Habil`in hilmine karşı Kabil`in hırs, kin ve hasedi...
Nuh`un azmine, sabrına, tahammülüne karşı kavminin alayı, inkârı ve karşı koyuşu...
İbrahim`in teslimiyeti, direnişi, tevekkülüne karşı Nemrud`un kibri, tuğyanı ve zulmü...
Musa`nın kararlılığı, dayanıklılığı, kelimliğine karşı Firavnın azgınlığı, hırçınlığı, katliamları...
İsa`nın zühdü, daveti, mucizelerine karşı İsrailoğullarının kaypaklığı, dönekliği, sinsiliği...
Bir avuç müminin imanına, şuuruna karşı Hendek sahiplerinin ateşi, intikamı, şımarıklığı...
Muhammed aleyhisselam`ın nübüvveti, risaleti, rahmetine karşı Ebu Cehil zihniyetinin karşı koyuşu, reddi ve işkenceleri...
Hüseyin`in kıyamı, teheccüdü, mücahidliğine karşı Yezid`in fasıklığı, hainliği, acımasızlığı...
Şeyh Said ve Bediüzzaman`ın cihadı ve ilmine karşı Kemalizmin dişlileri, kel ve kılıç Alileri...
Masumluğun günahsız çehresi Susa`nın karşısında sırıtan dişleriyle şeytanî surat tüm vahşetiyle yeniden düşündürür tevhid şirk mücadelesini.
İman bir bela tandırıdır, içine girip/düşüp yanmadıkça pişmedikçe olgunlaşılmıyor. Korku, açlık, mallar, canlar ve ürünlerden eksilten bir belaya davetiye çıkarır iman ki sabrının neticesi İlahi bir razılık muştusu olarak kanat çırpar cennetin engin ve ebed semalarında.
İman ve sevgi bir iddiadır. Her iddia da doğruluğu için ispat ister. İspat ise başa gelecek olana sabretmekle olur.
Sa’d radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesselleme, insanların hangisinin belasının/yıpratıcı imtihanının daha ağır olduğunu, sordum. Buyurdular ki:
“Önce Peygamberler, sonra onların peşinden yaşantı olarak Peygambere yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar… Kişi dindarlığı oranında yıpratıcı imtihana uğratılır. Dininde sağlam ise imtihanı ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında imtihana uğratılır. İmtihan, kulun peşini bırakmaz; sonunda kul uğradığı imtihanlarla üzerinde günah kalmayıncaya kadar günahlarından temizlenmiş olur.” (Tirmizi, Zühd, 56)
Acımız, hüznümüz başımıza gelen musibetin çokluğu, şiddetine değildir;
Susa yiğitleri ‘Hüseyin, Mekki, Medeni, Said, Zeki, Molla Abdulhalık, Adnan, M. Emin, Muhammed Ali, Hacı Ahmed’in yani bu iman abidelerinin, dava âşıklarının, davet yarışçılarının sinsice, rezilce, insafsızca bir yatsı sonrası Susa camii avlusunda bir Haziran sıcağında kurşuna dizilmesidir.
Hasım sahibi olanın hasımlarından yana güven ve emniyet içinde olması akıl kârı değildir. Adli bir vakada dahi hasmının tuzağına düşmemek için kişilerin nice tedbirlere başvurduğu, temkinli hareket ettiği bilinen bir durumdur.
İman gibi büyük bir davayı yüklenen, dağların ve yerlerin bile ağırlığından ezilip dağıldığı kulluk gibi bir emaneti omuzlayan müminin `şeytan, nefis, heva, dünya, şehvet, müşrik, kâfir, münafık...` gibi ipe dizilemeyecek kadar çok ve şiddetli hasımları varken
Keyfemayeşa bir gidiş düşünmesi,
Rahat bir gün geçirmek istemesi,
Zahmetsiz ve gözyaşsız bir devrim arzulaması;
Şehidsiz, muhacirsiz, zindansız bir mücadele beklemesi şaşılır bir durumdur.
Dedim ya; acımız, hüznümüz musibetin çokluğu, belanın şiddeti, küfrün varlığı değildir. Cana can katan, yolumuza hoşluk veren, gayretimize katık olan, tebliğimize sinerji sağlayan, davayı canlandıran; takvasıyla örnek bilinen merxaslarımızın, agitlerimizin, cehdle yoğrulmuşlarımızın aramızdan ayrılışıdır.
Acımız ve hüznümüz isyanlara oynama misali, kaderi tenkid tarzlı bir aşırılığa sevk eden cinsten hikmetini yitirmemiştir; aksine Nebevi bir söylemle `kalp hüzünlenir, göz yaşarır.` türünden sevginin merhametiyle yoğrulmuş bir muhabbetle beslenmiştir.
Bu minval üzere Haziran’da Susa Camii katliamı yeniden yüreğimizdeki acı ve hüznü depreştirirken şehitlerin kanlarının bir bereket olup dava ağacını yeşerttiğini görmekle hem şehitlere olan özlemimiz hem de makamlarına olan arzumuz da depreşmiştir.
İmanı yol bilmiş, İslam’ı dava edinmiş, tevhidi şiar bilmişleri katletmek Kabil’le başlayan batılın zalim yüzü için çok doğal, gerekli ve hatta tüm imkânları seferber etme pahasına lüzumlu bir iştir.
Şeytanî bir vesvesenin ve yanıltmanın iplerinin birer ucunda dünya ve ahiretlerini heba etmiş birer kukla olarak sallanan bu zavallı kâfir, mücrim, müşrik, münafık, zalim ve tağutlar biliyor ki;
Camii/Mescit, Müslüman için üssül esastır.
Camii/Mescit, cemaatleşme şuurunun en sağlam ve pratik oluşma yeridir.
Camii/Mescit, kardeşlik binasının en güzel oluşma mekânıdır.
Camii/Mescit, Allah’la buluşmada huşusunun elde edilmesinin manevi atmosferidir.
Camii/Mescit, İslamî çalışmanın en çok, en çabuk, en etkin verim alma yeridir.
Camii/Mescit, dava bilinci ve ahlakî terbiye adına en geniş ve donanımlı okuldur.
Onlar özellikle katliamlarını Müslümanlar için öz sayılan, çekirdek bilinen, davanın ve davetçinin mihengi olan camiiler üzerinden yapmayı daha tercih ederler. Ki şu ayetler de bu hakikati açıkça resmetmektedir:
“Allah`ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi: 114)
“Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah`tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah`ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah`ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac Suresi: 40)
“Allah`ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği ev(mescid)lerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah`ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O`nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nûr Suresi: 36)
Ebrehe ve ordusunun filleriyle Kâbe üzerine yürümesi,
Zalim Haccac’ın Kâbe’yi mancınık atışına tutup duvarlarını yıkması,
Moğolların yüzlerce camiyi yıkıp harap etmesi,
Kemalist rejimin ezanı Türkçeleştirmesi, camileri kapatması veya ahıra çevirmesi,
1990’lı yıllarda Türkiye’deki Cami baskınları ve camilerde ders alıp ders verdiği için binlerin gözaltına alınıp işkence görmesi,
Avrupa’da tavan yapan cami ve minare düşmanlığı,
1979 ve 1981 yıllarında Suud yönetiminin Kâbe baskınları,
Filistin’deki El-Halil Camii Katliamı ve İsrali’in Mescidî Aksa üzerindeki tahakkümü,
26 Haziran 1992 Silvan Yolaç(Susa) Köyünde PKK’nin cami baskını ve akabinde 10 yiğit Müslümanı hunharca katletmesi…
Bu çerçevede Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında SUSA Camii katliamı, hem İslami hareket ve dinamikleri hem de gayri İslami hareket ve bağlantıları için bir mi’attır.
Bölge bağlamında İslami çalışmalar, iman hareketi, davet süreci ve Müslüman halkın özüne dönüşü değerlendirildiği zaman SUSA öncesi ve sonrası bir değerlendirme yapılır, yapılmaktadır ve yapılmalıdır; çünkü bu gayet doğru ve yerinde bir yaklaşımdır.
SUSA Camii katliamı öncesi PKK’ye karşı bir nebze de olsa - göz önünde olan İslam düşmanlığı, dini yönü takva açısından öne çıkan Müslümanları şehit etmesine rağmen- iyi niyetini kaybetmemiş bir yaklaşım vardı. Her ne kadar, bunlar Marksist bir ideolojiyi kitap ve dergilerinde öne çıkarıyor, İslami bazı çalışmaları hedef alıyorduysa da bu gelişmeler lokal düzeydedir söylemleriyle minimize edilmeye çalışılırdı.
Ne zaman ki, bir yatsı namazı sonrası it sürüsü misali Allah’ın evine dadanıldı, camiinin hürmeti diye hiçbir şey dikkate alınmadı; yaşlısı genci, seydası fakisiyle camii cemaati yaylım ateşine tutuldu meselenin Kürtlük, Kürdistanilik, mazlum ve mağdurluk olmadığı güneşin aydınlığı gibi ortaya çıktı.
SUSA, bu çerçevede bir kırılma noktasıdır.
‘Duymadım, görmedim, bilmiyorum’ tavırlı üç maymunu oynayan ve zulüm karşısında SUSA’n için de iman aşkından bir yudum içmek arzusuyla SUSA’yanlar için de bir kırılma noktasıdır.
İbrahim Dağılma / İnzar Dergisi – Haziran 2015 (129. Sayı)