Nur İçinde Ol, Ey Vefalı Dost!
Hayat ölüm için, ölümde hayat için son derece önemli ve anlamlıdır. Hayatı olmayan bir ölüm ne kadar hiçlik ve yokluk ise; ölümü olmayan hayatta o kadar “hiç”tir.
Âlemdeki varlıklar zıtlarıyla tanımlandığı için gecenin varlığı, gündüzün gerçeğinde; ölümün varlığı da, hayatın hakikatinde gizlidir.
Yüce Allah(cc), hayat ve ölümü imtihan vesilesi kılmış. Birinin olmayışı diğerini gayesiz bırakacağı için bu gerçeklerden şüphe etmek; büyük bir gaflet ve cehalettir.
‘Hafıza-ı beşer nisyan ile ma’luldür’ tespitiyle; biz insanların her zaman bir uyarıcı ve hatırlatıcıya ihtiyacımız vardır.
Her gün duyduğumuz ve gördüğümüz ölüm haberleri, bizlere ‘ölüm ne güzel bir nasihatçidir’ gerçeğini haykırıyor.
Ama bu ölümlerin hiç biri insanın tanıdığı, bildiği, beraber yiyip-içtiği, konuştuğu, yakın hissettiği bir arkadaşını, dostunu kaybetmesi kadar derinden etkilemiyor ve hayata karşı ilgisini zedelemiyor. Her gün yüzlerce kaza ve ölüm haberlerini duyuyoruz. Televizyon ekranına düşen acı tablolara/sahnelere ‘vah-vah’ diyerek ölüme karşı gafletimizi geçiştiriyoruz. Vicdanın ezber nakaratı olan ‘yazık olmuş’ sözleriyle vurdumduymaz ve ölüme karşı duyarsız olan alışkanlığımıza devam ediyoruz.
Dün sabah telefonum acı acı çalmaya başladı. Bir türlü kaldırmak istemiyordum. Sebebini bilmiyordum ama cevap vermek içimden bir türlü gelmiyordu. Hani telefon çalınca millet olarak heyecan ve telaşımız bilinen bir şeydir. Israrla çalmaya devam edince yeşil tuşa basıp ‘efendim’ dedim. Karşıdan gelen ses tanıdıktı ama inanın ses tonu o kadar kötü ve acıydı ki, haberi vermeden kulağımı kapatmak istedim.
Hacı Selim’in ölüm haberi önce kulağımda bir süre durdu/dondu. O sözcüğü kulak zarım beynime söylemek/taşımak istemiyordu. Yerimde durmuş, donmuş, solmuş, yaşam emaresi sadece nefes almakla olan bir kütleye dönüşmüştüm. Kulağımda çınlayan o buz gibi haber, yavaş-yavaş bedenime yayıldı. Kabullenmek zorunda kaldım. Ama kalbim bu habere bir türlü inanmak istemiyordu. Halen Selim’in yokluğuna inanmak istemiyorum.
Ne yazık ki artık Selim aramızda yok. Fakat Selim’in geride bıraktığı silinmez izleri ve hizmetleri içimizde daima var olacaktır.
Selim bedenini alıp hakikat yolculuğuna çıkarken, geride bizlere neler bıraktı? Neler bırakmadı ki?
Öncelikle; bir insan olarak harika bir baba ve müstesna bir eşti. Ailesinde oluşturduğu sevgi ve muhabbet iklimi, inancının derin maneviyatından akan bir rahmetti. Çocuklarını çok sever ve onlarla ilgilenmeyi ihmal etmezdi. Selim, bir baba olarak bizlere örnekti.
İnanç ve düşüncesinde kararlı, azimli ve gayretli bir kişiydi. Hayatın rengini ve yürüdüğü yolun haritasını, ilahi emir ve yasakların levhalarında bilirdi/görürdü. İlahi emir ve yasaklara göre yön ve yol alırdı.
İbadet, zikir, dua ve amellerinde dakik ve duyarlı idi. Fazla konuşmaz, aşırı derecede gülmez, boş ve başkalarının hakkında konuşmayı sevmez, ölçülü, dengeli ve olgun bir insandı.
Verdiği kararlarda tavizsizdi. Aldığı her emanete karşı sonsuz bir sadakat ve emniyet ruhu vardı.
Selim, Allah(cc)’a kullukta takva’ya önem veren ender bir kişiydi.
O’nu anlatmak, dile getirmek, şahsiyet ve kişiliğini cümlelerle izah etmek; zor bir uğraş olur.
Bir dost ve yakın arkadaşı olarak derin bir acının ötesinde, yeri doldurulmayacak bir kaybın içinde olduğumu biliyorum.
Bu Avrupa toplumunda Selim gibi inançlı ve örnek bir insanı yetiştirmek gerçekten çok zor. Millet olarak, toplum olarak acımız büyük ve elem vericidir. Rabbim makamını cennet etsin. Eşine de acil şifa ve sabırlar versin.
Çok sevdiğin o iki gül kuzunla nur içinde ol ey vefalı dost.
(Hürseda Haber)