Stratejik körlük
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, AB’nin Türkiye’yi dışlamasını “stratejik körlük” ilan etti ve AB’ye “ancak Türkiye’yi de üye yaparak küresel aktör olabileceği” mesajı verdi.
AB’nin Türkiye’yi kapısında bekletmesi stratejik körlük değil bir Atlantik planıdır ama AKP’nin 24 yıldır kapısında bekletilen Türkiye’yi hâlâ AB’ye üye yapma hedefi, hayalden öte stratejik körlüktür.
AB ÜYELİĞİYLE KÜRESEL AKTÖR OLMA HAYALİ
Fidan, Cumhurbaşkanlığı sarayında düzenlenen 14. Büyükelçiler Konferansı’nın açılışında uzun ve kapsamlı bir konuşma yaptı. Kendi ifadesiyle “geleceğin 5 yılının dış politika hedeflerini” ortaya koydu.
Fidan, vizyonlarını “Türkiye’yi sistem kurucu aktörlerden biri haline getirmek” diye ifade etti, hedeflerini “gerektiğinde oyun kuran, gerektiğinde oyun bozan etkin ve müessir aktör olmak” diye koydu.
Peki Türkiye nasıl oyun kurucu, oyun bozucu, sistem kurucu olacak?
Fidan’ın konuşmasındaki AB üyeliği hedefiyle ilgili kısım, bu sorunun yanıtını veriyor: “Türkiye’nin AB üyelik sürecinin akamete uğratılmış olması stratejik körlüktür. Yeni dönemde Türkiye-AB ilişkilerine vizyoner bir bakışla yaklaşılması ve sürecin tam üyelik perspektifiyle canlandırılması önem arz etmektedir. Türkiyesiz AB gerçek manada küresel bir aktör olamaz.”
Yani, Türkiye’nin AB üyeliği, AB’yi küresel aktör yapar, böylece Türkiye de küresel aktör olur!
AB’ninki değil ama AB hayalinin hâlâ gerçekleşeceğine inanmak, bunu Türkiye’nin dış politika hedefinin başına yazmak, stratejik körlüktür!
ABD’NİN PLANI
Fidan’ın AB üyeliği hedefi koyduğu, ağırlıklı Batı’yla ilişkiler içeren konuşmasında, Asya vurgusu ise azdı.
Aslında konuşmadaki bu ağırlıklar tablosu bile, Türkiye’nin yeniden AB kapısına bağlanma tuzağına düşmekte olduğuna işaret ediyor.
Anımsayalım: Türkiye 1999’da, ABD’nin isteğiyle AB aday üyesi yapıldı. Neden mi?
Soğuk Savaş sonrasında Türkiye içinde bölge merkezli dış politika yapılmasını savunan, bölgede Rusya ve İran’la işbirliği öneren, Avrasya’da konumlanmayı düşünen, Batı’yla ilişkilerin getirisini sorgulayan, ABD’nin bölge politikalarını eleştiren bir siyasal iklim gelişiyordu.
İşte bu şartlarda ABD Türkiye’yi Atlantik’e çıpalı tutmanın formülü olarak AB aday üyeliğini getirdi. Türkiye aday üyelik ile AB’nin kapısında bekleyecek; ne o kapıdan içeri girecek ama ne de kapıdan dönüp Asya’ya yönelebilecekti.
İşte Washington’un temel hedefi buydu.
AB KAPISINDA VERİLEN TAVİZLER
Tabi ABD ve AB’nin alt hedefleri de vardı. Onlardan biri Kıbrıs sorunuydu. Türkiye’nin AB aday üyeliğini, Kıbrıs’ın AB üyeliğini gerçekleştirmenin aracı yapacaklardı. Çok değil beş yıl içinde, AKP iktidarının da katkısıyla Kıbrıs Rum Kesimi AB üyesi oldu; hem de garantörlük anlaşmalarına rağmen hem de AB’nin müktesebatına aykırı olmasına rağmen…
ABD ve AB’nin Türkiye’yi AB kapısına bağlayarak elde etmek istediği hedeflerden biri de Türk devletini istedikleri gibi biçimlendirmekti. AB üyeliği için gereken şartlar üzerinden AB komiserleri Türk devletinin kurumlarını, güvenlik bürokrasisinden yargıya kadar istediği gibi biçimlendirecekti.
AB’nin bu hedefi AKP’nin de işine geldi: AB Türk devletini kendisine göre biçimlendirirken, AKP de devletin içine yerleşecek, devlet olacaktı.
YENİDEN AB KAPISI
Yeni bir dünya kuruluyor. Çin’in, Rusya’nın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik organizasyonlar, Küresel Güney ülkelerinden büyük ilgi görüyor. BRICS’e üye olmak isteyen 40’tan fazla Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkesi var. Ekonominin merkezi Asya-Pasifik, adım adım siyasetin de merkezi haline geliyor. Asya’nın ekonomisi büyüyor, ticareti artıyor, kısacası Asya yükseliyor.
Haliyle Türkiye’de de özellikle ABD’nin teröre desteğinin kamuoyu tarafından da net bir biçimde görüldüğü şartlarda, yükselen Asya gerçeği ilgi görüyor. Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS üyelikleri konuşuluyor.
İşte tam da böyle bir süreçte, yeniden Türk dış politikasında AB üyeliği temel hedef ilan ediliyor. Yani Türkiye 24 yıl önce olduğu gibi yine AB kapısına bağlanıyor.
NEO-ABDÜLHAMİTÇİLİKTE REVİZYON
Tablonun AKP iktidarı açısından elbette jeopolitik gerekçeleri de var. Dış politika çizgisiyle neo-Abdülhamitçi, yani dengeci bir çizgi izleyen AKP iktidarı, hem Rusya’nın durumu nedeniyle ama hem de uyguladığı neoliberal ekonomi modeli gereğince, yeni bir manevra yapmış görünüyor.
2016’daki Pentagon destekli FETÖ darbe girişimine kadar ABD’nin BOP eşbaşkanı durumundaki iktidar, ardından neo-Abdülhamitçi bir çizgiyle Rusya’yla işbirliğine yöneldi. Bu elbette bazılarının sandığı gibi bir eksen değişikliği değildi; Erdoğan pragmatizmi, Rusya’yla işbirliğini ABD’yle pazarlıkta kullandı; ABD ve Rusya ilişkilerini de AB ile dengelemeye çalıştı.
2023’te tablo değişti. Erdoğan’ın işbirliği yaptığı Rusya Batı’nın hedefi durumunda, Rusya’ya yaptırımlar nedeniyle Ankara baskı altında, dahası Ankara’nın NATO yükümlülükleri de var. Diğer yandan “nas ekonomisiyle” sapmaya uğrattıkları neoliberal ekonomiyi tamamen uygulamaya yöneldiler ağır ekonomik tablo nedeniyle.
İşte bu şartlarda Erdoğan pragmatizmi, neo-Abdülhamitçilikte bir revizyona gidiyor ve terazinin kefesindeki Rusya’nın azalan ağırlığını, AB ile doldurmaya çalışıyor. Böylece dengeciliğe devam edebileceğini düşünüyor.
ÇIKARLAR YÜKSELEN ASYA’DA
Oysa son 7 yılın faturası ortada: Neo-Abdülhamitçi çizgiyle yapılan dengecilik Türkiye’nin her iki hatta üç tarafa da tavizine neden oldu, oluyor.
Anlaşılması gereken şudur: Dengecilik başka, çok taraflılık başkadır.
Türkiye’nin “yeni bir dünyanın” oluştuğu şartlarda, yükselen Asya’ya yer alarak çıkarlarını çok daha iyi bir şekilde savunabilme olanağı var. Türki dış politikasınin hedefi de vizyonu da buna göre şekillenmelidir. Aksi stratejik körlüktür.(CRI)
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.