Zafer ve Hezimet

Kur’ân’ı Kerim’e göre Allah’a (cc) dayandıkları sürece Müminler için hezimet yoktur. Allah’ın (cc) kendilerine yardım ettiği kişiler galip geleceklerdir. Kur’ân’daki vaad kesindir. “Siz Allah'a yardım ederseniz o da size yardım eder.”[1] Ayet, Allah’ın yardıma ihtiyacı olmadığından “onun dinine, peygamberine, iman edenlere yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” anlamındadır. Geçmiş ümmetlerde ve Muhammed’in (saa) ümmetinde zaman zaman askerî, siyasî, kültürel ve ekonomik yenilgilerin yaşanması bu ilahi vaadle çelişmez. Bu yüzden zafer ve hezimet konusunda doğru bir değerlendirmede bulunabilmek için önce zafer ve hezimetten ne kastettiğimizi belirlemeli, özellikle aşağıdaki soruların cevabını vermeliyiz.
Hezimet ve zafer ferdi olarak mı yoksa toplumsal olarak mı değerlendirilmelidir? Fertler kazandığında toplum kaybedemez mi? Ya da tersine, toplum kazanır da fertler kaybedemez mi? Kayıp ve kazanç keyfiyeten mi yoksa kemiyeten mi değerlendirilmeli? Kısa süreli sonuçlara mı yoksa uzun vadeli sonuçlara mı bakılmalı? Bugün için mağlup görünenler yarının galipleri olamaz mı? Galibiyet sadece meydanda askeri yönden mi yoksa kültürel, siyasi veya ahlaki açıdan mı değerlendirilmeli?..
Allah’a iman etmiş birisinin olayları değerlendirmesi, bela ve musibetler karşısındaki tutumu, hayatın dalgalı halinin onun zihninde yansıması, inançsız ve her şeye madde açısından bakan insanlarla aynı olmamalı. Hele hele İslam düşmanlarının kullandığı dil, hiç kullanılmamalıdır. Bir'i Mâune seferinde sahabilerden Amr b. Füheyre kendisini öldürmek isteyen Cebbâr b. Sülmâ’yı İslâm’a davet etmiş, ancak Cebbâr mızrağıyla Amr’ı vurarak şehit etmişti. Amr b. Füheyre son nefesini verirken: “Kâbe’nin Rabbine and olsun ki kazandım!” demişti. Onu öldüren Cebbâr bu cevaba oldukça şaşırmıştı.
Amr’ın “kazandım!” demesi, kazanma ve kaybetmeden ne anladığımızı yeniden gözden geçirmemizi gerektirir. Allah’a hakkıyla tevekkül etmiş bir Müslüman, yaşadığı olayları sadece görünen askerî kazanç ve kayıplar üzerinden değerlendiremez. Öncelikle şunu unutmamalıdır ki, Kur’ânî ifadeyle Müminler için meydanda iki güzellikten başka üçüncü bir seçenek yoktur. “De ki: “Bize iki iyiden, (gazilik ve şehitlikten) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın kendi katından veya elimizle, sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz, doğrusu biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.”[2] Bu ayete göre Müminleri ya şehitlik ya da gazilik beklerken, kafirleri de ya Müminlerin eliyle ya da Allah (cc) katından gelecek bir azap beklemektedir. Sonuç Mümin için her hâlükârda güzellik iken kafir için de hep kayıptır.
İman ehli dünyada mükâfatını aldığı gibi ahirette daha güzeliyle karşılık görür. “Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla (kanaat, helal rızık, saadet,) yaşatırız, onların (ahiretteki) ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz.”[3]
Zafer ve hezimet, iman gözlüğüyle bakılınca farklı değerlendirileceği gibi ferdî ve toplumsal sonuçları açısından bakılınca da değişiklik arz eder. Çünkü bazen fertler hezimete uğrarken genel kazanmış olabilir. Örneğin Uhud savaşında okçulardan bazıları emri dinlemedikleri için hezimete uğrasalar da Peygamberimiz (saa), Musab b. Ümeyr, Ebu Dücane, Hamza, Ali… gibileri asla hezimet yaşamadılar. İmam Hüseyin Kerbela’ya giderken Kufe halkının geneli hezimet yaşarken onun yanında yer alan az sayıdaki kişiler kazanmışlardı.
Sanırım bu açıklamalara binaen gerçek zafer ve hezimetin sınırlarını çizebiliriz. Mükellefiyetlerini bilen ve bunları gereğince yerine getirenler maddî sonuçlar ne olursa olsun kazanmışlardır. Sorumluluklarını bilip de yerine getirmeyenler de hezimete uğramışlardır. Bazen toplum hezimete uğrarken fertler kazanabilir bazen de fertler kaybederken toplum kazanabilir. Doğru sonuca ulaşmak için öncelikle herkesin bireysel olarak kendisine şöyle sorması gerekir. “Rabbim şu an benden ne istiyor, ben ne yapıyorum?”
İsrailoğulları Hz. Musa’nın (as) emrini dinlemeyince yıllarca Tih çölünde kalmak zorunda kaldılar. Hz. Musa (as) ve kardeşi Harun (as) da onlarla birlikte çölün zorluklarına katlandı. Ancak onlar mükellefiyetlerini yerine getirdikleri için asla hezimete uğramadılar.
Hepimiz aynı gemide olduğumuz için ümmetin genelinin işlediği günah ve kusurların sonuçlarına katlanmak zorunda kaldığımız gibi bazen de ümmet bizim kusur ve günahlarımızın sonuçlarına katlanmak zorunda kalabiliyor. Ümmetin genelinin gevşekliği, korkaklığı, görevlerini yapmaması ister istemez direniş cephesinin de ağır kayıplar vermesine sebep olmaktadır. Ancak direnişi hezimetten uzak tutuyoruz. Çünkü onlar kendi mükellefiyetlerini bildiler ve gereğini yaptılar. Kayıp ve hezimet ancak görevlerini ihmal eden ümmet için geçerlidir. Gazze, Yemen, Hizbullah, İran… için geçerli değildir. Tabii ki Gazze’nin geneli kazansa da içlerinden ferdi olarak kaybedenler olabilir. Yemen’de ve diğer yerlerde de genel olarak kazananların yanında bireysel kaybedenler, ihanet edenler olabilir.
Genelleme yapılarak sadık müminlerin bireysel ve bölgesel çabalarının basite alınması zulüm olur. Müslümanın bireysel çabaları oldukça değerlidir. Genellemelere kurban edilmemelidir. Çünkü Mümin sorumluluklarını yerine getirince onun eliyle Allah’ın (cc) iradesinin gerçekleşmesine vesile olmuş olur. Elbette Cenabıhak hiç kimseyi vesile kılmadan da istediğini yapma kudretine sahiptir. Ancak “Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap edip onları rezil etsin; dahası onlara karşı size yardım edip inananların gönlüne ferahlık versin.”[4] Her şeye kadir olan Maliku’l Mülk Rabbimiz, kafirlerin Müminlerin elleriyle ölümlerini istiyor. Yoksa gerçekte öldüren Allah’tır. “Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir.”[5] Amaç imtihan olduğu için Rabbimiz iradesini kullarının elleriyle gerçekleştirmek istiyor. İmtihan olan yerde kaybedenler olduğu gibi kazananlar da olacaktır.
Allah’ın yardımı daima Müminlerle birliktedir. Ancak bu yardım altın tepside gelmiyor. Genellikle deprem etkisi yapan musibetler eşliğinde geliyor. Hendek savaşı bu depremlerden biriydi. Kalabalık bir düşman ordusu toplanmış, Medine’nin düşmesi an meselesi, yürekler ağızlara gelmiş, oldukça zor şartlar altında insanlar ince bir elekten geçiriliyorlardı. Zafer madalyası verilecek kişileri belirlemek için önce üstte kalanların tespiti yapılıyordu. Böyle bir hengamede aynı sahne, aynı şartlar ve aynı manzara karşısında birbirine zıt iki yaklaşım sergilendiğine şahit oluyoruz. Sıkıntı ve zorlukların insanlar üzerinde farklı yansımaları, olayların zihin ve fikir üzerinde farklı etkisi vardır. İnsanların belaları karşılama biçimleri değişiktir. Aynı olayı anlama ve tahlilde ayrılırlar. Kimileri musibet karşısında dağ gibi sapasağlam dururken kimileri de sarsılıp dengesini kaybeder ve ezilip yok olur. Deprem de aynı değil mi? Deprem şiddetlendikçe sağlam olan binalar ayakta kalırken diğerleri yıkılır.
Hendek savaşında dışarıdan düşman, içeriden de ihanet gelince Müslüman toplum şiddetli bir sarsıntı geçirdi. O sırada ikiyüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar diyordu ki: “Allah ve Rasulü bizi yalnızca boş vaadlerle avuttu.”[6] Aynı manzarayla karşılaşan gerçek Müminler ise şöyle diyorlardı: “Müminler, Ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman: “İşte bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi.” dediler. Bu, onların imanını ve teslimiyetini artırmaktan başka bir şey yapmadı.”[7] Aynı olayı birileri aldatma olarak değerlendirirken, diğerleri ise gerçek vaad olarak değerlendirmişti. Bugün de farklı bir şey mi yaşanıyor? Birileri yaşananlara tiyatro derken diğerleri gerçek vaad diyor!
Uhud’da ağır kayıplar verildikten sonra şöyle bir ayet inmiştir. “Eğer mümin iseniz, üstün olan sizsiniz. Eğer siz (Uhud'da) yara aldıysanız, onlar da benzeri bir yara almışlardır.”[8] Ayetteki "üstün olan sizsiniz" ifadesi, mümin olma şartına bağlanmıştır. Yani: Eğer sizde iman varsa gevşeyemezsiniz, düşmanı yenmemiş olmanıza üzülemezsiniz. Çünkü iman, beraberinde takva ve sabrı getirdiği için kesinlikle üstünlüğü sağlar. Aldığınız yaraya gelince, bu olay sadece sizin başınıza gelmiş değildir. Tersine, müşriklerin başına da benzeri gelmiştir.
İman ehli olup sorumluluklarımızın gereğini yaptıktan sonra hayatta güzellikten başka bir şey olmaz. Kısa sürede olmasa da uzun vadede, maddi olmasa da manevi açıdan, askeri olmasa da ahlaki yönden… mutlaka güzellik vardır. Bu yüzden sonuçlardan önce sorumluluklarımıza odaklanmak durumundayız. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Muhammed, 47/7.
[2] Tevbe, 9/52.
[3] Nahl, 16/97.
[4] Tevbe,9/14.
[5] Enfal, 8/17.
[6] Ahzab, 33/12.
[7] Ahzab, 33/22.
[8] Al-i İmrân, 4/139.