İran, İsrail’in dokunulmazlığını deldi
İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e yaptığı SİHA ve füze saldırısını altı maddede inceleyelim:
1) Öncelikle İran’ın saldırısı uluslararası hukuk düzlemi içindedir; İsrail’in 1 Nisan’da Şam’daki İran konsolosluğuna düzenlediği terör saldırısına hukuk temelli yanıttır; BM’nin 51. şartının meşru müdafaa hakkına dayanmaktadır.
İRAN SAVAŞ AÇMADI, YANIT VERDİ
2) İran’ın amacı İsrail’e savaş açmak değildi, diplomatik temsilciliğine düzenlenen saldırıya yanıt vermekti. Dolayısıyla verilecek askeri yanıt belli sınırlar içinde olmalıydı.
Yanıt öyle olmalıydı ki hem Netanyahu’ya koz verilmemeliydi, hem de İsrail’e İran’ın yapabilecekleri gösterilmeliydi.
Çünkü Netanyahu’nun amacı zaten İran’ı kışkırtmaktı. İran ölçüsüz yanıt verirse, bu ABD’yi İran’a yanıt vermeye zorlayabilirdi. İsrail’in en büyük arzusu, Ortadoğu’da ABD’nin fiilen kendi yanında gireceği bir bölgesel savaş kışkırtmaktır.
Diğer yandan İran’ın ölçüsüz yanıtı, siyasi çıkmazdaki Netanyahu’ya alan kazandırırdı; Batı ülkeleri İsrail’in etrafında kenetlenirdi. Hem içeride hem dışarıda yalnızlaşan Netanyahu için ölçüsüz bir yanıt, siyasi ilaç olurdu.
3) İran devleti, Netanyahu’nun tuzağına düşmeyen bir alt ölçü ve muhataplarına askeri kabiliyetini gösteren bir üst ölçü arasında yanıt hazırladı: Yakın bölgedeki bir İsrail hedefine değil, doğrudan İsrail’e yöneldi.
Böylece İran meşru müdafaa hakkını, ilk kez doğrudan İsrail’e “ulaşarak” kullanma fırsatına çevirmiş oldu. Hem İsrail’e ama daha önemlisi hem de ABD’ye, 2 bin kilometreye yakın uzaklıktaki İsrail topraklarını vurabileceğini gösterdi. Bir savaş durumunda İran’ın İsrail’in her yerini vurabileceği ortaya çıktı. Ama aynı durum, derinliği fazla olan İran için geçerli değil.
İRAN ‘CAYDIRICILIK’ KAZANDI
4) İran’ın attığı 200’den fazla SİHA ve füzeden kaçının İsrail’i vurduğunun çok önemi yok. İsrail hükümeti “Yüzde 99’unu engelledik” diyor, ABD kaynaklarına göre ise yüzde 7’si hedefine ulaşmış olabilir.
Kaldı ki İsrail’den ziyade İran saldırısını hafifleten ABD’ydi. ABD, İngiltere ve Fransa’yla birlikte, İran füzelerini Suriye’deki, Ürdün’deki üslerinden füzelerle ve uçaklarla engellemeye çalıştı. Unutulmamalı, Türkiye’deki Kürecik Radarı dahil pek çok ABD/NATO tesisi fiilen İran’a karşı İsrail’i savunmaktadır. İran’dan kalkan her füze Kürecik dahil bölgedeki üslerden izlenmektedir.
İran’ın kaç füzesinin hedefini vurduğunun çok önemi yok; asıl önemli olan İran’ın o mesafeden vurabildiğini göstermiş olmasıydı. Artık İsrail ve ABD de biliyor ki İran saldırı ölçeğini büyük tuttuğu anda tablo bambaşka olacaktır. İşte Tahran’ın asıl kazancı bu caydırıcılıktır.
Nitekim ABD yönetiminin İsrail hükümetine “sakın yanıt verme” ültimatomu bundandır, “Yanıt vermeye kalkarsan bizim desteğimiz olmayacak” uyarısı bundandır.
TEKNİK YÖN
5) İran’ın İsrail’i vurması, Netanyahu’yu Gazze konusunda daha da sıkıştıracaktır. Şimdi özellikle Avrupa ülkeleri, savaşın bölgelleşme riskini görerek, İsrail’i Gazze’de ateşkese zorlayacaktır. Çünkü AB’nin başı, Ukrayna cephesinin zorluklarıyla yeterince dertte zaten.
Netanyahu’nun her şeye rağmen kendi siyasi geleceği için İran’a yanıt vermeye kalkması ise İsrail’de taşları geri dönülmez şekilde yerinden oynanacaktır.
6) İşin teknik boyutu dikkat çekici. İran füzeleri uydu bağlantılı herhangi bir GPS sisteminin güdümünde hedeflerine yönelmediler. Tıpkı ABD’nin Tomahawk seyir füzeleri gibi hedeflerini önceden yüklenmiş haritalara göre optik aygıtlarla saptadılar.
1979 DÜZENİNE DARBE
Sonuç olarak İran, İsrail’i vurarak sadece diplomatik temsilciliğine yapılan terör saldırısına yanıt vermiş olmadı, daha önemlisi İsrail’in ABD kaynaklı dokunulmazlığını delmiş oldu.
Böylece ABD’nin 45 yıldır inşa etmeye çalıştığı 1979 düzeni büyük yara almış oldu. (cumhuriyet)
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.