Özümüze dönmek...
Öze dönmek, kendi kişiliğine dönüş ve geçmişte kültür yapan, toplum oluşturan, medeniyet kuran yaratıcı, etkin ve öncü ruh’u solumaktır.
Öze dönmek ve kendini tanımak, bir açıdan kendi kalıpları içinde hapsolmak ve kendini sınırlamak anlamına gelmez. Aksine, kendisini tanıyabilen kimse aynı zamanda başkasını da tanıyabilir.
Mesela, “Yabancı bir dili bilebilen kimse mutlaka kendi dilinide bilebilir.” Yani başkasının dinini, tarihini ve dilini tanıyan kimse, kesinlikle kendi din, kültür, ırk ve tarihinide tanıyabilir. Buradan yola çıkarsak, kendi yitik ve bozulmuş kişiliğimizi bulmanın yanında aynı zamanda içinde yaşadığımız Batıyı tanımak, günümüz dünyasının yeni akımlarını ve çağdaş medeniyeti tanımaktır. Çünkü herkes kendi zaaf, fesat, sapma ve anlamsızlığını zavallı batı’nın üzerine atıyor, kendisini bundan muaf tutuyor. Oysa bu mesele yanlış ortaya konmaktadır.
Hangi batılı, bizim hayran olduğumuz tarzda batılıdır? Şu an bile şahit olduğumuz durum, batıyı taklit ettiğimiz için değil, batıyı taklit etmediğimiz, batıyı tanımadığımız için vardır. Batının bilinçli taklitçisi olsaydık, bir de doğulu olmasaydık en azından “bir şey” olurduk. Fakat şimdi “hiçbir şey” değiliz.
Tekrar özümüze, tarihe dönersek, Alemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bizlere miras olarak ne bıraktı? Kur’an-ı Kerim’i ve güzide Ehl-i Beytini. Biz ne yaptık? O’nun çocuklarını ve ittiba eden ashabını ortadan kaldırdık ve bunlara birer kılıfta uydurduk.
Bugün Peygamber Efendimizin (s.a.s) getirdiği Din maalesef özünden saptırılmaya çalışılmıştır. Fakat düşman vasıtasıyla değil, çünkü hiçbir şey düşman vasıtsıyla sapmaz. Düşman düşmanı diriltir. Aksine, bir Din ve düşünceyi ancak ya bir dost yada kendisini dost meclisinde gösteren bir düşman bozabilir. Bütün dinler içeriden bozulmuş ve çürümüşlerdir.
İslam’ın, Kureyş ile karşı karşıya geldiği zamanlarda hep geliştiğini, parladığını, yükseldiğini, güçlendiğini ve onurlandığını görüyoruz.
Fakat onlar Müslüman olup dost elbisesini giydiklerinde başka birşey oldu, İslam ters bir yola girdilmeye çalışıldı. Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik hiç bir zaman muhalifler tarafından savaşlar, mücadeleler ve kargaşalarla zayıf düşürülmemiş veya tahrif edilmiş değildir.
Bilakis her üçüde sözde kendi müntesipleri tarafından bozulmaya çalışılmıştır. Her din, çöktükten ve çizgisini önceki çizgisine zıt bir şekilde belirlendikten sonra, bilinçli, aydın, dinin hakikatini bilen, bu sapmayı teşhis edebilen, ne bozuk ve sapık şeye inanan gruptan ne de bu sapık ve bozuk şeye inandığı halde “Din budur” deyip daha sonra karşı çıkan yarı aydın gruptan olan, aksine onun başka birşey olduğunu ve olacağını bilen gerçek bilinçler tarafından ihya edilir.
Bu hakikat sürekli suistimal edilmiştir. Mevlana’nın ifadesiyle, “Eğer pazarda sahte para dolaştığını görürseniz bilmelisiniz ki altın da vardır. Önceden revaçtaydı çünkü hiç kimse sahte para yapmaz bilakis sahte altın para yapar.” İşte bu sahtelik, insanın din, mezhep, sanat ve felsefe tarafından aldatılması gereği, bizde insanın uyanış, bilinç ve yaratıcılık yolunun bu olduğu düşüncesini oluşturur.
Bizim ile dostlarımızın ve farklı görüşteki kimseler arasında bulunan bu çok önemli gerçek, düşmanın bahanesi oluyor ve kötüye kullanılıyorsa, bizim ya ondan el çekmemiz ya da tam tersine bu suistimalle mücadele etmemiz ve düşmanın ele geçirdiği bu silahı almamız gerekir ki, böylece hakikati koruyup savunabilelim. Eğer onu serbest bırakırsak o galip biz ise mağlup oluruz.
Hayret etmemiz dileği ile... (Muhammed Şanlı – Hürseda Haber)
Not: Üstad Ali Şeriati’nin makalelerinden iktibaslar yapılmıştır.