Lübnan, Liderlik ve Direnişe hayret...
Eskiler hayreti, ‘bilmediğini bilmek’ diye tarif etmişler. Demekki, bilmek hayretle başlar denebilir. Fakat hayret deyince bir sözcük daha aklımıza gelir, o da hayran olmaktır. Şaşmak şaşa kalmak gibi. Hayran ile hayreti bir tepki olarak kabul edersek, bu iki kelimeyi bir birinden ayırdedebilecek ayrım, hayranda bir kemal vardır, dört dörtlük durumlarda, karşısında kendinizi aciz hissettiğimiz durumdur. Yani hayran olduğumuz şeyler hep yücedir; bu ister bir sanat eseri, sanatçı, isterse bir alim veya lider. Kısaca gözümüze, kulağımıza, gönlümüze hoş gelen şeylerdir.
Fakat hayrette öyle değil, hayrette çözülmesi gereken bir açmaz, çelişki, bir sıkıntı vardır. O fark etmekle birlikte bir anlayamama, dolayısı ile olumlu yada olumsuz diyemeyiz. Çünkü hayretle anlamanın daha başındayızdır. Yani onu kavradığımızı değil, sadece fark ettiğimizi hissederiz. Mesela vahim bir olay karşısında dikkatimiz birden bire oraya celb edilir, daha sonra merak ederiz ondan sonrada bilmeye başlarız...
Bilmek bir mesele ile anlaşılır. Mesele 'sual'den gelir, 'sual' de dilemek istemektir. Mesele nedir? Diye sorduğumuzda cevap istenen bir şeyle karşı karşıya kalığımız anlamına gelir.
Buraya kadar yazdıklarım daha iyi anlaşılsın diye, benim gibi genç kardeşlerime bir mesele, bir benzetme yapmayı deneyeceğim. Hepimizin bildiği bir vakıa hakkında. Hayret ettim, şimdi nasıl oluyorda, kurulduğu günden sonra 1948, 1956, 1967, 1972 özellikle 1967 Arap-İsrail savaşında Mısır’dan Sina’yı, Suriye’den Golan’ı, Filistin’den Gazze ve Batı Şeria’yı işgalle topraklarına alarak sınırlarını dört katı daha büyütmesine rağmen, bu özgüvenin zirvesinde iken, “ne hak ne had” tanımazken ve dahi İslam Ülkelerinin çaresiz kaldığı bir zamanda, (Haziran 2006) Lübnan’da küçücük bir grup çıkmış Temmuz 2006’da Güney Lübnan’da siyonist İsrail’in ordu timine bir operasyon yapıyor, yenilmez ordusunu ve tanklarını havaya uçuruyor. Üstelik iki askerini de rehinaldığını yayınlıyordu.
İnsan hayret ediyor kardeşim, böyle yüksek teknolojik silarlarla donanmış bir güce sahip kılınmış, üstelik süper güçler tarafından açıktan açığa korunan ve desteklenen, dahası Orta Doğu’nun başına bela olmak için kurulmuş bir savaş devletine karşı, sen küçücük bir 'Direnişçi Örgüt' olarak nasıl karşı duruyorsun...
Bu bir “mesele” idi benim için, buna bir cevap bulmalıydım.
Evet o karşı koyuyor ama biliyormusunuz, bu küçücük direnişçi gurubu. Daha kurulduğu günün akabinde Lübnan’da ABD ve işgalci siyonistlere kan kusturmuş, yüzlerce askerlerini etkisiz hale getirmiş, kendileri için olumsuz bir hayertle karşılaşarak taslarını ve taraklarını toplamadan koşulsuz Lübnan’dan çekilmek zorunda kalmışlardı. Bakınız hayret zail oldu, yani hayretimiz ortadan kalktı. Peki hayranlık ortadan kalktı mı? Hayır.
Lübnan’da iç çatışmayı körükleyenleri ortadan kaldırmakla birlikte, halkla iç içe olmuş, aş olmuş, iş olmuş, ev olmuş, hastaneler, klinikler, okullar, çiftçiler için tarım derneği olmuş.
Baktınız olumlu ve mükemmel bir durumla karşı karşıya kaldınız. Bu küçücük grup, sizdendir, yada değildir. Seversiniz yada sevmezsiniz. Bizi yaratan Allah (cc), “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun; bu takvaya daha yakındır, Allah sakınanları sever.” (Maide 8) diyordu. Sizde kardeşim, olsa olsa Direnişe ve onun Liderine hayran olursunuz.
Bakın hayranlık devam ediyor, Temmuz 2006 Hizbullah – İsrail savaşında siyonist ve yardımcısı ABD bu savaşı ganimet bilip mal bulmuş mağribi gibi, bu Ümmetin içinden çıkan izzetli Direnişçi grubun üstüne çullandılar. İçlerindeki, 1983 yılında Lübnanı terk etmenin intikamını almak ve acılarını dindirmek için adeta sabırsızlanıyorlardı. Lakin daha savaşın ikinci gününden 14 Temmuz 2006’dan itibaren Direniş’in gösterdiği feraset ve basiretle sürprizler ortaya çıkmaya başlayınca, canlı yayında en gelişmiş savaş gemisi denizin dibini boyladığında, düşman infiale kapılıyor hayretleri zail olunca, Direnişe ve onun Liderine hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Ve bu izzetli duruş sadece silahlı savaşı değil, psikolojik savaşı da yönetir oluyordu.
Savaşın başlarında barış girişimlerinde bulunanları önce ABD veto ediyor, sonra Birleşmiş Milletlerin (BM) personellerini siyonistler katlediyorlardı. Bütün dünya bunu sadece seyretmekle yetiniyordu.
Direnişi ortadan kaldırmak isteyen sadece siyonistler ve ABD değildi. Bazı uşaklaşmış Arap Devletlerinin yöneticileri de bunu dört gözle bekliyorlardı.
Fakat nafile, bu süprizler savaşının 33. Gününün sonunda savaşın seyri değişmiş, barışa karşı koyanlar, barışı arar olmuşlardı.
Siyonistler bunca asimetrik görünen güce rağmen bir metre dahi ilerleyememiş olduğu gibi, savaşma sebebi olan iki askerini dahi kurtaramamıştı. Kadir olan Allah dileyene izzeti dilediğine zilleti verir. (Ali İmran 26)
Hizbullah ve onun izzetli lideri Seyyid Hasan Nasrallah, sadece Müslümanları kendilerine hayran bırakmadı, insanlık birazcık nasibini alan herkesi kendilerine hayran bıraktı. Onlardan biri de eski bir rus subayı olan Leonid İvashov’un yorumu çok manidardı. İvashov yaptığı açıklamada, “İsrail ve ABD ahlak ve vicdan yoksunu olan iki devlet, insanlığın bütün örflerini çiğniyorlar, bu modern faşizmin ta kendisidir. Bunların konferanslarla, müzakerelerle durdurulmaları mümkün değildir. Bu düşmanlık, insanlıktan bahsedilerek ikna gücü ile durdurulamaz. Ağır kayıplar verdirerek ve askeri üsslere füze atılarak durdurulur. Bu vicdansız ve deepsiz askeri gücün önü ancak organize askeri bir güç ile alınabilir.” diyordu. Evet öyle de oldu.
Direnişin azıcık imanlı yiğit erleri bu inanılmazı başarmıştı. Zira, “...Nice az topluluklar, Allah’ın izni ile nice çok topluluklara galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 249) Ayeti bu hakikati bize canlı canlı şahit ettiriyordu.
Bir damla sudan fırtına koparan siyonistler savaşın sonunda, sudan çıkmış balığa dönmüşlerdi. Yani infiale uğramış, ava giderken avlanmışlardı.
Evet bu nitelikli kücük grup, şaşırtan bir direniş sergilemiş ve kötülüğü bertaraf etmişlerdi.
Rabbimiz olan Allah öyle demiyormuydu, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülüğü uzaklaştıran bir grup / topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran 104)
Şimdi içimizde böyle bir grup bulundu mu? Bulundu! Öyle ise ilk tebrik eden biz olmamız gerekirken, ilk haset eden biz olmayalım.
Bu hayret metaforu bencede biraz uzun oldu, tabi konu hayret olunca hayretten çıkana kadar ancak bu kadar toparlayabildik. Maksadım anlaşılmaktı.
Lübnanla alakalı bir cümle... 4 Ağustos günü Lübnan’da Hiroşima benzeri bir patlama ile kimliği aşikar güçler, Direniş’e “ya teslim ol ya da teslim alırız” mesajını vermek istediler. Öyle görünüyor ki, mikro nükleer ‘kuş’ (dron) radarlara yakalanınca oyun bozuldu. Oyun bozuldu bozulacak, fakat ya bu yerle bir olan şehir, ya halka yapılan bu eziyet ve cefa reva mı? zalimin umurunda mı?
Biz tarihtede gördük zalimlerin yezidlerin Hüseyinlere yaptıklarını. Merhum Akif’in deyimiyle, “Kesilir belki, fakat çekilmeye gelmez boyunlarımız.”
Son olarak, içinde bulunduğumuz bu matem ayında İmam Hüseyne ve yarenlerine selam olsun... (Muhammed Şanlı – Hürseda Haber)