Bu Öyle Bir İnkılap ki...
Kırk altıncı yıldönümünü kutladığımız bu inkılabın bir benzeri tarihte görülmemiştir. Şöyle ki;
Bu inkılap ile İran’ın yönetici ve ailesi değil 2500 yıllık Şahlık rejimi hedef alınmıştır. İnkılap bir aile, sınıf, zümre adına değil, sadece ve sadece İslam adına yapılmıştır. İnkılabın taraflarından Şah’ın arkasında küresel emperyalizm ve onun mücessem hali Amerika, merhum İmam Humeyni’nin arkasında mazlum ve müstazaf İran halkı ve dünya halkları vardı.
Bu inkılap ile saray el değiştirmemiş, zulmün anıtı olarak müzeye dönüştürülmüştür. Sarayın el değiştirmesine örnek inkılaplardan biri 8 Aralık Suriye inkılabıdır. Sırtını Amerikan emperyalizmine dayandıranlar sırtını Sovyet ve Rus emperyalizmine dayandıranlara karşı zafer kazandılar. Mesela Suriye Arap cumhuriyeti ulusal kimliği korundu. Zindanların tahliyesi her nevi inkılabın değişmez vakayı adliyesindendir. Mazlum Suriye halkı için çok da değişen bir şey olmadı.
İslam’a alenen düşmanlık edemeyenler, ısrarla inkılabı diğer inkılaplar gibi bir ulusa, ırka ve mezhebe dayandırarak saldırı için meşru zemin aramaktadırlar. Ancak Aksa tufanı bir kez daha bu inkılabın zalimlere karşı mazlumların inkılabı olduğunu; asla ulusal, etnik ve mezhebi sınırlarla sınırlandırılamayacağını göstermiştir. Zulmün kaleleri hükmündeki batı başkentlerinde büyük halk kitlelerinin “merg ber İsrail, merg bir Amerika” sloganları atması inkılabın ulusal değil evrensel kimliğini açıklamaktadır.
Bunun tartışmasız bir İSLAM inkılabı olduğu, yönetimde son sözün peygamber varisinde olmasından açıkça anlaşılmaktadır. Oysa Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra onun yönetiminin defterinin dürüldüğü ve bir daha o devletin ihya edilemeyeceği kanaati dost düşman hemen herkese hâkim olmuştu.
İslam Cumhuriyetinde son söz tıpkı ilk İslam devletinde olduğu gibi dini liderdedir. Devlet, dinin emrinde olup Rehber devletin dini sınırları ihlal halinde müdahil olur. Bu yönüyle de asırlardır teşebbüs edilen ancak bir türlü başarılamayan İslami yönetimin yeniden ihyası gerçekleşmiştir.
İnkılap, İslam ilkelerine o kadar sıkı sıkıya bağlı ki İslam Cumhuriyeti anayasasının 2. Maddesi “egemenliğin Allah’a ait olduğunu ve Kur’an’ın yasamanın temelini teşkil ettiğini” emrediyor. Veliyy-i fakih sadece İran’ın değil bütün Müslümanların yani ümmetin imamıdır. Ümmetin ırkçı ve mezhepçi olmayanları açısından “lidersizlik, başsızlık” sorunu çözülmüştür. İslam Cumhuriyetinin bazılarının ısrarla tanımlamaya çalıştığı ulus devlet olmadığının en önemli delili anayasada İmamın seçilme şartları arasında İran vatandaşı olma şartının aranmayışıdır.(Madde 109) Ancak yönetimin ikinci sırasındaki yetkilisi Cumhurbaşkanlığı için İran vatandaşı olma mecburiyeti vardır.(Madde 113)
Bu şartlara haiz dünyada ikinci bir Müslüman ülke olduğunu bilmiyorum.
Yazımı inkılabın eşsizliğine ilişkin Cengiz ÇANDAR’ın kitabından bir paragrafla bitirmek istiyorum.
“1979 Aralık ayının hemen her gecesinde saat 9’da sokağa çıkma yasağı başlar başlamaz, devrimci halkla dayanışma içindeki elektrik idaresi başkent Tahran’ın tüm elektriklerini kesiyor ve birdenbire binlerce, onbinlerce damın üzerinden milyonlarca hançereden çıkan “Allahuekber” ve “Lailaheillallah” haykırışları başkent semalarında yankılanıyor. Çoğu kez bu seslere makineli tüfeklerin kulakları tırmalayan sesleri karışıyor. Muharrem ayı boyunca yüzlerce kişi gecenin karanlığında kurşunlara hedef olarak Devrim’in bedelini kanla ödeyenler arasına katılıyor. Dünya tarihinde hiçbir devrimde ya da ayaklanmada görülmeyen bu eşsiz mücadele biçimi, İran İslam Devrimi’ne Batı basınında “Dam Devrimi-rooftop revolution” sıfatını kazandırıyor.” (Cengiz ÇANDAR - Dünden Yarına İran - Sayfa 15)
(Emin Güneş - Hürseda Haber)