Nereye Bu Gidiş?
Evet, amenna! Hiçbir sırrın O (cc)’na sır olmadığını biliyorum. Ve farkındayım O’nun sonsuz kudretinin kâinatı kuşattığının… Dualarımı bu bilinçle bir an bile eksiltmiyorum! Rabbim, diyorum… Sen beni benden iyi bilirsin! Gönlümü, hüznümü Sana sunuyorum… Kalbimi rahmetinle donat. Zira Sensizsem neyim var! Bana hidayetini ve rızanı lütfet; Seninleysem ne gam!
An gelir kaçıp gitmek istersin!
Köşe bucak saklanmak düşer aklına; yüreğinin haykırışlarından! Ardına dönüp bakmadan… Sessizce… Sanki hiç yokmuş gibi yüreğin, sevdiklerin, beklediklerin, umut ettiklerin… Hiç olmamış gibi… Kulak tıkarsın kalbinin söylemlerine. Yok sayarsın koskoca varlığını, umursamadan… O an bir ateş düşer içine! Yakar… Kora dönüşür… Rüzgâr savurur küllerini… Hissettiğin son şey yanaklarından süzülen sıcaklık olur belki de… Dilin susmaz bir türlü; an be an duadadır…
Ne söylediğini bile anlayamazsın oysa! Ve bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş? Kime?
Kaçamazsın ki! Kimsesizliğin yaka paça tutar da; kimsesizlerin tek kimsesine götürür seni. Yutar sesini sonsuzluğun sinesi. Sesini duyamaz olursun… Ellerin yoklayamaz olur o an bedenini!
Anlarsın; her dem itina ile işleri yoluna koyan bir merciin olduğunu. Fısıldar varlığını o Hâkim-i Mutlak’ın; dağlar, taşlar… Yürüdüğün yollarda serili çimenler… Dallarda kuşlar… Bilirsin güllerin kokusunda bile O (cc) var…
An gelir kaçıp gitmek istersin!
Yüreğine kümelenen bulutları dağıtmak düşer aklına. Hani hüznü yağdıran! Dönüp ardına bile bakmadan. Adımlarına dolanan bağları çözebilmek zordur ya; yutkunursun… Yana yakıla düşersin yine yollara… Anlam veremediğin benliğini yitirmek istercesine… Anlamsız demleri ömründen silmek istercesine… Varıp gönlünün dizinin dibine çökmek istercesine… Varlığı yokluğa feda etmek istercesine…
Ne istediğini bile anlayamazsın oysa! Yine bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş… Kime?
Kaçamazsın ki! Hiçliğin çepeçevre sarar da; varlığın hem evvel hem ahirine götürür seni. Hep sonunda O(cc)’na varan yollar çıkıverir karşına. Başkaca yol bulamaz olursun. Ayakların taşıyamaz olur o an bedenini…
Anlarsın; varlığın aslında yoklukta olduğunu. Fısıldar varlığını o Varlığı Mutlak’ın; varlığının fevkinde canlar, cananlar… Soluduğun havada moleküller… Semada bulutlar… Bilirsin aldığın nefeste bile O(cc) var…
An gelir kaçıp gitmek istersin!
Rüzgârları konuk edip gönlüne; bendini yakan yangınları söndürmek düşer aklına. Var gücünle kaçmak istersin meçhullerden; belki yine meçhule. Aramak istersin yüreğine değecek o şefkat elini. Bulunca bir kuytuda yitiğini; alıp karşına yılların hesabını sormak istersin.
O an dikiliverir karşına düşüncelerin! Hesapların bozulur birer birer. Gönlünü her kime teslim ettiysen evvelce, yine ona sığınman gerektiğini haykırır yüzüne; sonsuzluğun sesi. Sesini duyamaz olursun…
Kaçamaz olursun o an! Yığılıp pelte misali beden dehlizlerine; mahkûmiyeti yaşarsın zerrelerince… Ve yine bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş… Kime?
Ne var ki; anladığınla kalır, itirafta bulunur ancak gereğini yapmazsın! Yapamazsın. Bir yanda nefsinin bitmek bilmez istekleri, bir yanda şeytanın kibir kokan nefesi, bir yanda da içine hapsolduğun dünya beklentileri… Aklında pranga, gönlünde pranga, dilinde pranga… Ve dahi ellerinde pranga…
Gel! Kır şu zincirlerini…
Bak, neler buyuruyor yaradan:
“Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.” (Rum / 8)
“ (O Allah ki) Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.” (Casiye / 13)
***
Her dem yürüdüğün yollar farklıdır şimdi gözünde! Dilin tercüman olur yüreğine en nihayet…
Anlamlar netleşti gibi gözünde! Bazen ufacık bir aralıktan kişi dünyayı seyreder. Aslında sen galiba ne istediğini biliyorsun. Yüreğini nelerin bu denli sarstığını ve neyin sürüklediğini de! İsim veremiyorsun işin tuhafı. Ve bir yardım da isteyemiyorsun dolayısıyla.
Diyeceksin ki; “Yerlerin ve göklerin mülkü, melekûtu elinde olana bir şeyler hiç sır; bir şeyler muamma olur mu? O Hâlık-ı Zülcelâl gönüllerin her bir sırrına ve her bir hissine malik değil mi? Her şeyi sonsuz ilmi ile kuşatıp; kendisi belirlememiş mi?”
Şu halde illa isim verebilmen gerektiğini de nerden çıkardım, değil mi?
Evet, amenna! Hiçbir sırrın O (cc)’na sır olmadığını biliyorum. Ve farkındayım O’nun sonsuz kudretinin kâinatı kuşattığının… Dualarımı bu bilinçle bir an bile eksiltmiyorum! Rabbim, diyorum… Sen beni benden iyi bilirsin! Gönlümü, hüznümü Sana sunuyorum… Kalbimi rahmetinle donat. Zira Sensizsem neyim var! Bana hidayetini ve rızanı lütfet; Seninleysem ne gam!
Lakin derdim; yine kederli yüreğin! Keşke yüreğinin dehlizlerine kalp aydınlığınla girebilseydin… Keşke o eşiğe emin bir adım atabilseydin… Keşke asırlar evvelinden yanan ve hala alev alev parıldayan meşaleni elinde tutmayı; aydınlığıyla gönlünü yakmayı belki de yıkamayı başarabilseydin… Keşkelerden soyutlanıp Rahmanın rahmet denizine dalabilseydin…
Soruların cevabını bulurdu o an! Yüreğin soğurdu… Gecelerine konan baykuşlar bülbüllere dönerdi. Güller gayrı gönlünde biterdi. Duyardın elbet gönlüne vurgun yediren sualin izahını; Davudi nağmelerle!
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!”
Allah (cc)’tan geldik ve yine O’na döndürüleceğiz…
Nur Kılıç / İnzar Dergisi - Mayıs 2014 (116. Sayı)
Köşe bucak saklanmak düşer aklına; yüreğinin haykırışlarından! Ardına dönüp bakmadan… Sessizce… Sanki hiç yokmuş gibi yüreğin, sevdiklerin, beklediklerin, umut ettiklerin… Hiç olmamış gibi… Kulak tıkarsın kalbinin söylemlerine. Yok sayarsın koskoca varlığını, umursamadan… O an bir ateş düşer içine! Yakar… Kora dönüşür… Rüzgâr savurur küllerini… Hissettiğin son şey yanaklarından süzülen sıcaklık olur belki de… Dilin susmaz bir türlü; an be an duadadır…
Ne söylediğini bile anlayamazsın oysa! Ve bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş? Kime?
Kaçamazsın ki! Kimsesizliğin yaka paça tutar da; kimsesizlerin tek kimsesine götürür seni. Yutar sesini sonsuzluğun sinesi. Sesini duyamaz olursun… Ellerin yoklayamaz olur o an bedenini!
Anlarsın; her dem itina ile işleri yoluna koyan bir merciin olduğunu. Fısıldar varlığını o Hâkim-i Mutlak’ın; dağlar, taşlar… Yürüdüğün yollarda serili çimenler… Dallarda kuşlar… Bilirsin güllerin kokusunda bile O (cc) var…
An gelir kaçıp gitmek istersin!
Yüreğine kümelenen bulutları dağıtmak düşer aklına. Hani hüznü yağdıran! Dönüp ardına bile bakmadan. Adımlarına dolanan bağları çözebilmek zordur ya; yutkunursun… Yana yakıla düşersin yine yollara… Anlam veremediğin benliğini yitirmek istercesine… Anlamsız demleri ömründen silmek istercesine… Varıp gönlünün dizinin dibine çökmek istercesine… Varlığı yokluğa feda etmek istercesine…
Ne istediğini bile anlayamazsın oysa! Yine bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş… Kime?
Kaçamazsın ki! Hiçliğin çepeçevre sarar da; varlığın hem evvel hem ahirine götürür seni. Hep sonunda O(cc)’na varan yollar çıkıverir karşına. Başkaca yol bulamaz olursun. Ayakların taşıyamaz olur o an bedenini…
Anlarsın; varlığın aslında yoklukta olduğunu. Fısıldar varlığını o Varlığı Mutlak’ın; varlığının fevkinde canlar, cananlar… Soluduğun havada moleküller… Semada bulutlar… Bilirsin aldığın nefeste bile O(cc) var…
An gelir kaçıp gitmek istersin!
Rüzgârları konuk edip gönlüne; bendini yakan yangınları söndürmek düşer aklına. Var gücünle kaçmak istersin meçhullerden; belki yine meçhule. Aramak istersin yüreğine değecek o şefkat elini. Bulunca bir kuytuda yitiğini; alıp karşına yılların hesabını sormak istersin.
O an dikiliverir karşına düşüncelerin! Hesapların bozulur birer birer. Gönlünü her kime teslim ettiysen evvelce, yine ona sığınman gerektiğini haykırır yüzüne; sonsuzluğun sesi. Sesini duyamaz olursun…
Kaçamaz olursun o an! Yığılıp pelte misali beden dehlizlerine; mahkûmiyeti yaşarsın zerrelerince… Ve yine bir soru takılır gönlüne; nereye bu gidiş… Kime?
Ne var ki; anladığınla kalır, itirafta bulunur ancak gereğini yapmazsın! Yapamazsın. Bir yanda nefsinin bitmek bilmez istekleri, bir yanda şeytanın kibir kokan nefesi, bir yanda da içine hapsolduğun dünya beklentileri… Aklında pranga, gönlünde pranga, dilinde pranga… Ve dahi ellerinde pranga…
Gel! Kır şu zincirlerini…
Bak, neler buyuruyor yaradan:
“Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.” (Rum / 8)
“ (O Allah ki) Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.” (Casiye / 13)
***
Her dem yürüdüğün yollar farklıdır şimdi gözünde! Dilin tercüman olur yüreğine en nihayet…
Anlamlar netleşti gibi gözünde! Bazen ufacık bir aralıktan kişi dünyayı seyreder. Aslında sen galiba ne istediğini biliyorsun. Yüreğini nelerin bu denli sarstığını ve neyin sürüklediğini de! İsim veremiyorsun işin tuhafı. Ve bir yardım da isteyemiyorsun dolayısıyla.
Diyeceksin ki; “Yerlerin ve göklerin mülkü, melekûtu elinde olana bir şeyler hiç sır; bir şeyler muamma olur mu? O Hâlık-ı Zülcelâl gönüllerin her bir sırrına ve her bir hissine malik değil mi? Her şeyi sonsuz ilmi ile kuşatıp; kendisi belirlememiş mi?”
Şu halde illa isim verebilmen gerektiğini de nerden çıkardım, değil mi?
Evet, amenna! Hiçbir sırrın O (cc)’na sır olmadığını biliyorum. Ve farkındayım O’nun sonsuz kudretinin kâinatı kuşattığının… Dualarımı bu bilinçle bir an bile eksiltmiyorum! Rabbim, diyorum… Sen beni benden iyi bilirsin! Gönlümü, hüznümü Sana sunuyorum… Kalbimi rahmetinle donat. Zira Sensizsem neyim var! Bana hidayetini ve rızanı lütfet; Seninleysem ne gam!
Lakin derdim; yine kederli yüreğin! Keşke yüreğinin dehlizlerine kalp aydınlığınla girebilseydin… Keşke o eşiğe emin bir adım atabilseydin… Keşke asırlar evvelinden yanan ve hala alev alev parıldayan meşaleni elinde tutmayı; aydınlığıyla gönlünü yakmayı belki de yıkamayı başarabilseydin… Keşkelerden soyutlanıp Rahmanın rahmet denizine dalabilseydin…
Soruların cevabını bulurdu o an! Yüreğin soğurdu… Gecelerine konan baykuşlar bülbüllere dönerdi. Güller gayrı gönlünde biterdi. Duyardın elbet gönlüne vurgun yediren sualin izahını; Davudi nağmelerle!
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!”
Allah (cc)’tan geldik ve yine O’na döndürüleceğiz…
Nur Kılıç / İnzar Dergisi - Mayıs 2014 (116. Sayı)