Alimlerin Tağutları Övmelerinin Tarihi Kökleri
Allah’ın Adıyla
Tarih boyunca alimler çoğunlukla iktidarların; sultanlar, padişahlar, krallar, beşerî sistemlerin yanında yer almış ve maalesef onların iktidarlarını meşrulaştırmış, yasallık kazandırmışlardır.
İktidarların buna ihtiyacı vardı. Çünkü halk alimleri emin olarak görmüş ve onlara güvenmişlerdir. Bu durumda halkı iktidarlara itaate yönlendirmenin en kolay yolu buydu. Başka yollar da vardı, ama iktidarlar için en ucuz ve en az bedel ödenen yöntem buydu. Alimleri emin olarak görüp sözlerine güvenen halk da kuzu kuzu itaat etmekten başka çare göremiyordu kendilerinde.
İlk bakışta yanlış görülse de sunulan gerekçelere bakıldığında halkın bunu kabullenmesi pek şaşırtıcı değildir. Kapıkulu veya maslahatçı alimler halkı susturacak, ikna edecek gerekçeleri daima sunmuşlardır.
Geçmiş tarihte tağutların sarayında yer alan, tağutlarla gönüllü işbirliği yapan alimlerin kınanması ama günümüz alimlerinin iktidarın yanında yer almasının belli gerekçelerle doğru gösterilmesi, kabullenilmesi bir paradokstur, çelişkidir.
Günümüzde de iktidarın yanında gönüllü olarak yer almak veya hakim güçten nemalanma şer‘i ve akli delillere dayandırılmaya çalışılıyor.
Bu tip alimlerden bazıları iktidarın nimetlerinden yararlanmak gerektiğini savunuyor. Çünkü hakim gücün sunduğu veya elinde bulundurduğu imkanlardan yararlanmanın bir hak olduğunu, bunun verilmesi gereken bir hak olduğunu değil de alınması, dilenilmesi gereken bir hak olduğuna inanırlar.
Böyle düşünen alimler, maslahatın hakim gücün yanında yer almak olduğuna inanır. Hakkın alınması için hakim güce karışı gelmenin doğru olmadığını, bunun kargaşa ve fitneye yol açacağını, dolayısıyla zarardan korunmak için sistemin yanında yer almak gerektiğini iler sürer ve halka telkin ederler.
Bunlara göre bizim ülkelerimizde tağut yoktur, olsa da çok uzaklardadır. Amerika’da veya daha uzaktadır. Hatta bu alimler oralarda da yaşasalar muhtemelen orada da tağut olmadığını savunur, yani uysallık için bir gerekçe bulurlar. Kısacası bu alimler nerede yaşasalar orasının zalim yöneticileri tağut olmaktan çıkıverir.
Maslahat, bunların silahlarına taktıkları susturucularıdır. Kendilerine yapılan itirazları “şimdilik maslahat budur” diye sustururlar.
Vahdet dillerinden düşmez; Müslümanların birlik beraberliğinden dem vururlar, tağutla kardeş gibi geçinirler, ama en yakın dostlarıyla ihtilaf halindedirler. Vahdet’in kiminle yapılması gerektiğini ayırt edemezler. Tağuti rejimle mi, Müslüman halkla mı? Maalesef vahdet gerekçesiyle tağutun yanında bulunmalarına kılıf uydururlar.
Müslüman halkı fitneyle, ihtilafla, kargaşayla ve aşırılıkla korkuturlar. Bir sorun, bir problem ortaya çıkınca “Biz varız, siz sakin olun, biz daha iyi biliriz, ortamı germeyin” diye inananların vazifelerini yerine getirmelerine ve sorumluluk almalarına engel olur, pasifleştirirler.
Sistemin içindeki dostlarının aracılığıyla sorunu çözerler bunu büyük bir marifet gibi lanse ederler. Yani inananları mücadeleden uzak tutup sisteme entegre etmede, aracılık yapmada tam bir uzmandırlar.
Tağutları dahi beklemedikleri kadar tamahlandıran, sevindiren bir yeteneğe sahiptirler.
Kendilerini mektebin mizanı, ölçütü olarak görür, kendi maslahat, menfaat ve düşünceleri zarar görünce mektep zarar görüyor algısı oluştururlar. Merkeze kendilerini oturtmuşlar, herkesi kendi eksenlerinde toplamak isterler.
Bu yetenekleriyle toplumun kanaat önderleri olmuşlar, her yere nüfuz etmişlerdir, kendilerinden başkasına söz hakkı tanımazlar.
En vahim olanı ise kutsallık elbisesiyle dokunulmazlık zırhına bürünmüşlerdir.
Peki bu alimler neden bu hale gelmişlerdir?
Aslında bu alimler ihanet içinde değillerdir. Ufukları dardır, zamanın ihtiyaç ve meselelerini anlayamamışlardır, evrensel düşünemiyorlar, peygamber varisliğini idrak edememişlerdir. Halkın cehaletini gidereceğim derken kendi cehaletlerinin zindanına hapsolmuşlardır.
Alimler peygamberlerin hukuki makamlarının varisidirler. Bu mirası almanın şartı peygamberlerin sahip olduğu hakiki makamlara sahip olmalarıdır.
Alimler bu makama; takva, adalet, ilim, cesaret, basiret, sade yaşantı, dünyaya dalmamak, tağutların şemsiyesi altında olmamak gibi sıfatlara sahip olmakla ulaşırlar.
Alimlerin hakiki kişilikleri peygamberlere benzemediği müddetçe hukuki makamlara sahip olamazlar. Bu makamlara zahiren, görünürde sahip gibi görünseler de asla peygamberlerin varisi olamazlar.
Bel’am Baura, Kadı Şüreyh, Musa El-Aş‘ari gibiler de alimdiler ve bu tiplerin sayıları tarihte azımsanmayacak kadar çoktur. Bazı dünyevi makamlara, imkanlara, ilişkilere sahip olmalarına rağmen asla peygamberlerin varisi olamamışlardır. Vesselam. (Rast)