Velayet-i Fakihin Ortaya Çıkış Serüveni
Velayet-i Fakih konusu dünya literatürüne gireli henüz 50 yıl olmadı. Dünya, İran İslam inkılabı sonrası bu yeni sistem ile tanışmış oldu. Batılı siyasetçiler Velayet-i fakihe siyasi olarak bakarken akademik çevreler ise ilmi/bilimsel alt yapısını öğrenmeye çalışıyor.
Havza hariç Şii dünyası da bu sistemle yeni tanışıyordu. Hatta ilim havzalarında uzman olan düşünür alimlerin dışında tarih boyunca alimler “Fıkhi Şiiliğe” aşına olduklarından ve her yeniliğe fıkhi olarak baktıklarından Velayet-i fakih sistemini itikadi, ilmi ve siyasi olarak anlamakta zorlanmışlardır. Şiiler arasında da ihtilaflı olduğunun iddia edilmesinin sebebi de buradan kaynaklanıyor. Velayet-i fakih Şii fıkhında var mıdır, yok mudur? sorusuyla başlayıp, müctehidlerin bu konuda görüşü nedir ile devam eden münakaşa, konun fıkhi bir konu olduğu ön kabulünden kaynaklanıyor. Ve her yeniliğe fıkıh gözlüğü ile bakıldığının bir sonucudur.
Din- siyaset ilişkisi ile iç içe olan Velayet-i Fakihi, siyasete sıcak bakmayan alimler anlamak istemekten ziyade ona muhalif olmayı tercih etmişlerdir.
Peki nedir bu Velayet-i Fakih?
Bu yazımızda kısaca ana hatlarıyla Velayet-i Fakihin ortaya nasıl çıktığını incelemeye çalışacağız.
Velayet-i fakih düşüncesini Hz. Mehdi’nin (af) gaybeti doğurmuştur. Masum imamın toplumda velayetini icra ettiği bir dönemde Fakihin velayeti söz konusu olamaz.
Fakihin velayeti konusu daha önceden imamlar tarafından hem itikadi, fıkhi, hukuki ve siyasi alt yapısı, hem de ameli olarak vekil, temsilci, vali atayarak hazırlanıp meşrulaştırıldıktan sonra gaybet döneminin başlaması ile fakihin velayeti niyabeten başlamış odu. Dolayısıyla masum imamın gaybetinin başlaması ve insanların başı boş bırakılmaması gerektiği ilkesiyle fiiliyata geçmiştir.
Velayet-i fakihi isbat etmek için delil sunmadan önce ne olduğunun açıklanması gerekir. Velayet-i Fakih nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Sorularının cevabı verilmelidir
Velayet-i Fakihin tanımı
Velayet-i fakih, fakihin toplum üzerinde yetki sahibi olması, İslam devletinde devlet adamlığını üstlenmesi; toplumu idare, yönetim ve müdüriyette en yetkili dini otorite olması, İslam devletinde “fasl-ul hitab” son sözü söyleme ve karar verme yetkisine sahip olmasıdır.
Velayet-i Fakih üç ilim dalında ele alınması gerekir; itikadi konuları içeren “Kelam” ilminde, fıkhi boyutunu beyan eden “Fıkıh” ilminde, toplumsal ve müdüriyet boyutunu beyan eden “Siyaset” ilminde.
Günümüzde Velayet-i Fakihin siyasi boyutu; istikbarla mücadele, emperyal güce karşı dik duruş, zulme ve sömürüye karşı savaş ön planda olmuştur. İnsanları toplumsal hayatlarında en fazla rolü siyaset olduğundan ister istemez bu boyut daha cazip ve daha canlı hissedilmektedir.
Siyasi boyutun alt yapısını oluşturan fıkıhi, fıkhi boyutun temelini oluşturan itikadi boyutu beyan edilmeden siyaset alanındaki ihtilaflar kaçınılmaz olacaktır.
Velayet-i fakihin tarihi seyri
Velayet-i Fakih, fakihin velayetinin uzun bir sürecin neticesinde itikadi, fıkhi ve siyasi gelişme ve olgunlaşmanın sonucu olarak en kamil aşama olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreç gaybet dönemi ile başlayarak günümüze kadar ilmi, akli ve ameli tekâmül yolunu kat ederek gelmiştir.
Ayatullah Uzma Cevadi Amuli Fakihin velayet sürecini şöyle beyan etmektedir:
Gaybet dönemi ile başlayan Fakihin Velayetinin sürecinin ilk merhalesi “Muhaddis- Mustemi” merhalesidir.
Muhaddis-Mustemi merhalesi: Hz. Mehdi’nin (af) gaybetinin ilk dönemlerinde Müslümanlar, masumlardan nakledilen hadislere müracaat ederek fıkhi vazifelerini öğrenir ve amel ederlerdi. Bu onların vazifelerini yerine getirmek için yeterli oluyordu. Alimler bu dönemde kendilerine müracaat eden Müslümanlara Peygamber ve masum imamlardan aktarılan hadis ve rivayetleri söylerler, halk da dinleyip amel ederlerdi. Daha sonra alimler bu hadisleri toplayıp kitap haline getirmişlerdir. Bu hadisleri toplayıp halka sunan alime “Muhaddis”, dinleyene de “Mustemi” denilir. Bundan dolayı bu döneme “Muhaddis-Mustemi” dönemi denir. Şeyh Kuleyni ve Şeyh Saduk bu dönemin en meşhur hadis alimlerindendir.
Müçtehid- Mukallid merhalesi: Birinci dönem, Müslümanların bireysel vazifelerini özellikle ibadet alanında yerine getirmelerinde yeterli görülse de yeni mevzular, yeni konular, yeni sorular ortaya çıkınca özellikle de toplumsal konularda bunun yetersiz olduğu görüldü ve içtihad edilmesi gerektiği ortaya çıktı. Böylece içtihad dönemi başlamış oluyordu. İçtihad merhalesi günümüzde olduğu gibi bütün alanları ilmi ve ameli olarak kapsayan geniş çaplı değildi. İçtihad merhalesi de kendi içinde fıkhın gelişmesi ile birçok aşamaları geride bırakarak kemale doğru ilerlemekteydi.
Usulcüler, fakih- halk ilişkisini “müctehid- mukallid” derecesine çıkarmışlardır. Bu görüşe göre fakih usullerden yararlanarak ahkâmı kaynaklardan istinbat eder; tefekkür lambasıyla ilahi ahkâmı, dinin kaynağı olan Kur’an, Sünnet, İcma ve Akıl’dan elde ettiği istinbatının ürünü olan görüşünü fetva kalıbında mukallidlerine sunar.
Müçtehid ve usulcülerin yaptıkları en önemli iş, “söyleyip- dinlemek” merhalesinde olan fakih- toplum ilişkisini, tefekkür, taakkul, tedebbür merhalesine ulaştırmak oldu. Böylece Fakihlerin içtihad etme yetkisinin fiiliyata geçmesiyle insanlara taklid etme imkânı sunulmuş ve fakih-toplum ilişkisi, “müctehid- mukallid” merhalesine ulaşmış oluyordu. Bu merhalelerin öncüleri Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza ve Şeyh Tusi gibi fakihler olmuştur.
İmam-Ümmet merhalesi: Velayet-i fakihin son merhalesi “İmam- Ümmet” ilişkisidir. Üstad Cevadi Amuli Velayet-i fakihin asrımızda katettiği merhaleleri beyanının devamında şöyle diyor: “Velayet-i fakıhin tekâmülünün zirvesine ulaşması İmam Humeyni (r.a) sayesinde olmuştur. O merhumun fıkıh mihverinde yaptığı şuydu: Tarih boyunca fer‘î konuların arasında sıkışıp mazlum kalan Velayet-i fakih konusunun elinden tutmuş, fıkıh konularının arasından çıkarıp aslî yeri olan kelam ilmine yerleştirmiş, aklî ve kelamî kanıtlarla tekamüle ulaştırarak fıkhın diğer dallarını kollayıp kanatları altına almasını sağlamıştır.
İmam Humyeniye göre, gaybet döneminde gerekli şartlara sahip fakih, masum imamın sahip olduğu bütün itibari makamlara sahiptir. Bu makama da sadece bir hak olarak, bir fazilet sıfatı olarak değil, mecburi mükellef olarak sahiptir, yani her fakihe İslam devleti kurmaya çalışmak, tağutlara karşı kıyam etmek, cihad ve içtihad ile fedakârlık ve bütün imkânları seferber etmek farzdır.”
Netice olarak şunu diyebiliriz; Hz. Mehdi’nin (af) gaybetinin başlamasıyla topluma hakim olan İslam fıkhı olmuştur. İslam Fıkıhı bazen hadisler kalıbında muhaddislerin diliyle hüküm sürmüştür. Bazen içtihad yoluyla fakihin merceiyeti ile toplumu yönetmiştir. Bazen de günümüzde olduğu gibi velayet derecesinde yükselmiş toplumun rehberliği Fıkhın Velayeti olarak tecelli etmiştir ki somut ve ete kemiğe bürünmüş hali Velayet-i Fakih’tir.
Velayet-i fakihin tarihi seyrinden de anlaşılacağı gibi Fakihin velayeti gaybet döneminin başlangıcından merhaleleri aşarak günümüzde kamil merhalesine ulaşmıştır. Her merhaleden bir diğerine geçiş hep sancılı olmuştur, karşı çıkanlar, kabul etmeyenler olmuştur.
Gaybet döneminde uzun yıllar ahbari düşüncesinin hâkim olmasıyla içtihad yasaklanmış, fakih- toplum ilişkisi sadece hadis nakledip, zahirine amel etmek olmuştur. Bu düşünce tarzı, tefekkür ve taakkul yolunu güçlendirip yaygınlaştıran usulcüler sayesinde ortadan kaldırılmıştır. Büyük üstad merhum Ayetullah Vahid Bahbahani’nin ( r.a ) büyük çabasıyla içtihad ve usulcü düşüncesi diriltilmiş oldu.
Elli yıl önce de Velayet-i fakih sistemine geçiş sıkıntılı olmuştur hala bu sıkıntı yaşanmaktadır.
Yani kısacası bir merhalenin aşılıp diğerine geçilmesinde hep acılar çekilmiş sıkıntılı süreç yaşanmıştır.
Velayet-i fakihi ilmi, itikadi, fikhi ve siyasi olarak anlayanlar Şiiliğin fıkhi, itikadi ve siyasi olarak ilerlediğini ve Velayeti Fakihin İslam ümmetini Hz. Mehdi’nin (af) evrensel adalet devletine doğru götürdüğünü görmektedirler. Hem taabbudi imana sahip avam hem de ilmi imana sahip alimler dışında kalanlar bu gerçeği görememektedirler. Avam-alim, okumuş-okumamış fark etmiyor.
Velayet-i fakih günümüzde furkandır; hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, İslami sistemi beşerî sistemden ve siyasal İslam’ı geleneksel İslam’dan ayırma ölçüsüdür. Velayet-i fakih bir imtihan vesilesidir. Her imtihanda bazıları imtihanı kaybederek elenir. İnsanlık tarihinde vuku bulan dönüm noktası olacak olaylar hep bazılarının elenmesine sebep olmuştur. Yenilikleri idrak etmek, eski düşüncelerin yerine koyabilmek devamlı sancılı olmuştur.
Velayet-i fakihe karşı olan ya bilgisizliğinden dolayıdır ya hasedinden ve bağnazlığından dolayıdır veya hakkın tecellisine tahammül edemeyen düşmanlığındandır.
Velayet-i fakihi kabul etmek için geleneksel düşünce tarzının değişmesi ve tabuların yıkılması gerekmektedir. Bu da devamlı sancılı olmuştur.
Vesselamu aleykum ve rahmetullah (Sabahattin Türkyılmaz - Rast)