Ah Yusuf'um!
Zindanın iki hece olduğunu bilirdik de; Hasretin, acının ve özlemin bu kadar çok hece olduğunu da senden öğrendik Yusuf’um..!
Rana teyzenin gözyaşı kadardı gözlerindeki masumiyet ve mazlumiyeti, takvim yaprağından gün düşen bir mahkûm evladı gibidir sabrın.
Birde zindanda kaybettiklerimiz var!
Benzerine pek de rastlanılmayan fidan, koku ve nazeninler…
Annelerini evlat hasretiyle bırakmak zorunda kalanları kaybettik Yusuf’um!
Seyit Ali'yi, Cahit’i, Hüseyin ve ay parçası Ahmet’i...
(Cezaevinde yaşamını yitiren Yusufîler: sol üst Seyit Ali Demiryol, sol alt Cahit Durmaz, sağ üst Ahmet Şahin, sağ alt Hüseyin Akbalık)
Birde zindan meşakatinden sonra Âşık olduğu Rabbine iltica eden İdris’i…
Geçen gün selam göndertmişsin bana. Kardeşime selam söyleyin demişsin.
Ve ihmal etmeyip birde hediye olarak fotoğraf göndermişsin.
İkisini de aldım.
Önce selamını, sonra fotoğrafını…
Sahi suçunuz neydi be Yusuf’um!
Neden Kur’an dersi verdiniz?
Neden köy köy dolaşıp İslam davasının mübarek kelimelerini ulaştırdınız paslanmış kulaklara?
Neden camilerde halkalar kurup Siyer-i Nebi dersi verdiniz o Cami bülbüllerine ?
Yoksa bilmiyor muydunuz bunların büyük büyük suçlar olduğunu Yusuf’um!
Sen işkence yapılmak için henüz çok küçük değil misin Yusuf’um!
Ellerin küçük, kolların küçük ve gözlerin ağlamak için henüz çok küçük?
Filistin askısı senin nazenin kollarına büyük değil mi?
Hangi vahşi ve acımasız eller elektrikler sardı beline?
Hangi kör olası gözler senin çığlık atmana acımadan bakabildi?
Ne o Yusuf’um!
Yoksa ağlıyor musun…?
(Serhat Aslan / Diyarbakır)