Bağnazlık ve Bencillik mağaralarında yaşamak
Günümüz İslam toplumlarında, Müslüman bireyler, hangi anlamda ve alanda olursa olsun; tercihlerini/duruşlarını/tavır ve tarzlarını; düşünerek/araştırarak, bilinçli olarak kendi iradeleri doğrultusunda değil; geleneğin/göreneğin, devletin/iktidarın baskısı altında yaptıkları için, ya zihin/ruh dünyaları rehin alınıyor, ya da zihinsel bir engizisyona tabi tutuluyor. İslam toplumlarında kitleler, din’i ya da politik karizmatik liderlere kayıtsız şartsız itaati, gönüllü bir köleliğe dönüştürdükleri için, bugün, bu tür bir kölelik bütünüyle içselleştirilmiş bulunuyor.
İslam toplumlarında devlet/iktidar din’i motiflerle romantikleştirildiği için, sözünü ettiğimiz kölelik hiçbir biçimde tartışılmıyor, meşru olup olmadığı sorgulanmıyor. Günümüz İslam toplumlarında, Müslümanlar, kültürel, coğrafi, siyasal kimi sınırlarla, anlamsız kimi sınırlarla sistematik bir biçimde kısıtlanıyor. Batılılaşmanın yerini küreselleşmenin aldığı bir çağ’da, farklı kültürleri bir araya getiren yeni sentezler oluşuyor, oluşturuluyor. Ancak, İslam toplumları yirmibirinci yüzyıla hitap edebilecek, bu yüzyılı etkileyebilecek entelektüel-kültürel içerik üretemedikleri için, bu yeni sentezlere maruz kalıyor. Şimdiki zamanı, İslami anlamda, tanımlayamayan, çözümleyemeyen, etkileyemeyen, kavramsallaştıramayan bir dil’in, düşünce’nin ve bilgi’nin, müzelik bir dil/bilgi/düşünce olduğunu bilmek/anlamak gerekir.
Bir Müslüman, tüm insanlığa hitap edebilecek niteliklerle, yeteneklerle, bilgeliklerle ve inceliklerle teçhiz edilmiş bir özne olarak, İslami bir temsil-tecrübe iradesinin tezahürü olarak tarih içerisinde var olmak, mevcut olmak durumundadır. Bu onurlu-vakarlı-sahici varoluş-duruş ve mevcudiyet, bugün, yerli-milli amaçlar, iktidar çıkarları-ilişkileri, resmi çıkarlar-ilişkiler adına engelleniyor. İktidarlar, İslami tercihlerin, uygulamaların, etkinlik ve eylemlerin, ulus-devlet ideolojisinin, resmi gerçekliğin ve resmi çıkarların, resmi gündem ve yorumun sınırları içerisinde cereyan etmesi gerektiğini, kimi durumlarda ağır şiddet kullanmak suretiyle kimi cemaatlere dayatabiliyor. Ne zaman, ne kadar, hangi ölçüde, hangi tarzda Müslüman olunacağına kimi zaman resmi İslam, kimi zaman devlet İslam’ı, kimi zaman iktidar/parti İslamı karar veriyor. İslam’ı kayıtsız şartsız istismar tekelini devlet/iktidar elinde tuttuğu için, gayrıresmi İslami unsurların etkinlik ve eylemleri utanç verici bir biçimde terörize edilebiliyor. Aziz İslam, bugün, popülist/politik propaganda araçlarıyla iktidar çıkarlarını tahkim etmek üzere kullanılıyor. Hangi toplumda olursa olsun, popülist-politik propaganda dil’i, tefekkürü ve bilgeliği bütünüyle yok sayıyor. Bu nedenledir ki, bugün, toplumlarımızda etkili mütefekkirler, etkili bilgeler yok. Popülist-politik propaganda dil’i, toplumlarımızda, aklın ve kalbin inceliklerine/farkındalıklarına geçit vermiyor. Bu tür toplumlarda sözün özgürleşmesi hiçbir biçimde mümkün olamaz. Her popülizm, insanları zihnin ve kalbin yoğunluklarına/derinliklerine yabancılaştırır. Zihnin ve kalbin yoğunluklarına/derinliklerine yabancılaşan toplumlarda, toplumsal ideallerin yerini, politik kazanç ihtirasları alır. İktidarlar, politik kazançlarına zarar verebileceği endişesiyle, ahlaki ve vicdani büyük kayıplar pahasına, partizanca tasarruflarda bulunmayı göze alırlar.
Tek akla ve tek ufka hapsedilen toplumlarda, İslami tercihlerin-pratiklerin-dindarlıkların, eleştirel-muhalif siyasal tezahürleri, devlet/iktidar çevrelerini ne kadar rahatsız ediyorsa, seküler-sol kesimleri de aynı şekilde rahatsız ediyor. Bugün, seküler kabileler, sol kabileler; muhafazakar/dindar kabilelerden; muhafazakar/dindar kabileler de, seküler/sol kabilelerden daha ahlaki bir yaşayış tarzı içerisinde olduklarını iddia ediyor ve bu inançlarını/iddialarını hiçbir şekilde sorgulamıyor. Politik kazançlar adına iktidarlar, bütün toplumsal kötülükleri, kirlilikleri sahiplenebiliyor, ataerkil bir değerler ve zihniyet dünyasında yaşadığımız, erkeklerin çıkarlarını daha çok gözeten bir anlayışla malûl bulunduğumuz için, ataerkil kültürün nesneleri haline getirilen kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılık, çocuk istismarları sıradanlaşıyor, toplumsallaşıyor. Toplumlarımızda kitlelerin gerçeğe uyanmaları, propaganda-hamaset-menkıbe dili aracılığıyla sistematik bir biçimde geciktiriliyor.
Popülist politik propaganda dili’nin, popülist soytarılıkların hakim olduğu toplumlarda, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla gerçek zamana hitap edilemiyor, seküler zamanlar ve tarihe yönelik eleştirel bir bilinç ve irade oluşturulamıyor. Varoluşsal meseleleri kendi meseleleri gibi algılayan Müslümanların, zihnin ve kalbin temsil ettiği bütünlük bilincine güvenerek, günümüz dünyasında, bilinç, bilgelik, estetik, içtenlik yoluyla iletişim kurabilecek niteliklere sahip olabilmek için, çok büyük, çok kapsamlı çaba harcamaları gerekiyor. İslam toplumları ve kültürleri dünyada ne olup bittiğini anlamaya çalışmadan, entelektüel/vicdani derin rahatsızlıklar duymadan, tarihin son yüzyıllarını sorumsuzca israf etti. Suya sabuna, etliye sütlüye karışmayan düşünce/kültür, sanat/edebiyat hayatı, bugün de dönüştürücü hiçbir etki üretemeden, bağnazlık ve bencillik mağaralarında, hizip mağaralarında varlığını sürdürmeye çalışıyor. Müslüman olmak, ortak insanlık için iletişim kurmak anlamına gelir. İçe, partizanlığa, kabileciliklere, kibre, bağnazlık ve bencillik mağaralarına kapananlar, insanlık ölçeğinde iletişim kurma ihtiyacı duymazlar. Ümmet aidiyeti Müslümanları her durumda çok onurlu ve güçlü kılarken, hizip aidiyetleri Müslümanları güçsüzlüğe ve yabancılaşmaya mahkûm eder. İçtenlik ve digerkamlık toplumları iyileştirirken, çıkar ilişkileri anlamlı/derinlikli bütün ilişkileri imkansız kılıyor. Hizip ilişkileri insani yanımızı, ahlaki yanımızı, evrensel yanımızı eksiltiyor, çürütüyor. Evrensel bir anlam/ahlak sistemini bir mağaraya hapsetmek kadar büyük bir kötülük olamaz. Her bağnazlık ve bencillik, insanlık bilincini kesintiye uğratır. Bağnazlıklar ve bencillikler, bilgeliklerle aşılabilir. Otoriter/politik popülizmlerin, insanları politik kazanç sağlayabilecekleri nesneler olarak gördükleri toplumlarda, bilgelikler hayat bulamaz. Muhataplarımızı/ötekileri, olmasını istediğimiz gibi değil, oldukları gibi görmeye çalışmak, bizi, birbirimize yakınlaştırır. Farklı unsurlarla, düşüncelerle iletişim kurarak kendi eksik-zayıf yanlarımızın farkına varabiliriz.
Suya sabuna, etliye sütlüye dokunmayan düşünce-kültür, sanat-edebiyat hayatımız, Batı dünyasının şu anda elinde tuttuğu epistemelojik ayrıcalık, istisnailik, otorite ve tahakkümünü aşmadıkça, epistemolojik ayrıcalık ve üstünlük iddialarının ne anlama geldiğini bütün boyutlarıyla kavramadıkça, içerisinde bulunduğumuz utanç verici, yüz kızartıcı edilgenliklerden kurtulamayız. Ne yazık ki, bugün, İslam ükelerinde sözünü ettiğimiz epistemolojik bağımlılıktan özgürleşmek üzere, sistematik hiçbir çalışma yapılmıyor. İslam toplumlarını, Orwell’in 1984 romanında anlattığı, Büyük Biraderleri hatırlatacak yöneticiler yönetiyor. Büyük Biraderlerin belirleyici olduğu toplumlarda, hiçbir şekilde bağımsız-eleştirel aydınlar/düşünürler yetişmiyor. İslam toplumlarında, kimi dönemlerde seküler-otoriter Büyük Biraderler yönetirken, kimi dönemlerde de otoriter-muhafazakar Büyük Biraderler yönetiyor.
Çığrından çıkmış bir dünyada, insanlık bir yanda sahte-soyut evrenselciliğin ideolojik propaganda-manipülasyonlarına maruz kalırken, aynı anda somut ırkçılıklara da maruz kalarak çok tuhaf, çok kirli çelişkiler yaşıyor. İslam dünyası toplumlarında da, somut milliyetçilikler sebebiyle, ancak, soyut ümmetçilikler yaşanıyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde, bütün bir batı dünyası, Rusya’nın Ukrayna’da işlediği savaş ve insanlık suçları ile ilgili olarak, Rusya’nın derhal yargılanmasını ve etkili bir şekilde cezalandırılmasını güçlü bir şekilde dile getiriyor. Batı dünyası, Rusya’nın Ukrayna işgali sebebiyle işlediği savaş/insanlık suçlarını insanlığın gündemine/dikkatine/vicdanına kazandırmaya çalışırken, sahte ve soyut evrensel değerler adına, Avrupa ve Amerika emperyalizmlerinin Afganistan, Irak, Suriye vb. ülkelerde işlediği, yargılama/cezalandırma konusu yapılmayan savaş-insanlık suçları, maddi/manevi derin yıkımlarla ilgili çok derin bir sessizlik sergiliyor, sanki bu işgal ve istilalar, katliamlar, yıkımlar hiç yaşanmamış gibi hareket edebiliyor. Bugünün dünyası, toplumları “bizler” ve “onlar” şeklinde bölünmüş durumda. Bugünün dünyasında ortak insanlığı temsil eden bir değer sistemi ve dünya görüşü yok. Tekno-bilimsel dünyanın, kalbi-vicdanı ve şiir’i de yok. Sömürgeci demokrasilerin İslam dünyası ülkelerine azılı-kanlı diktatörlükler ihraç ettiği, uygun gördüğü ülkeler için diktatörlükler icat ettiği, edebildiği çok karanlık zamanlarda yaşıyoruz. Arap Baharı, Arap Devrimleri (2010) olarak tanımlanan toplumsal hareketlerin yeni politik toplumlar inşa edebileceğine inanılırken, bu hareketler yeni diktatörlükler, sömürgeci diktatörlükler tarafından bastırıldı. Modern-soyut-sahte ve ırkçı evrenselciliklerin, İslam karşıtı diktatörlüklerle ilgili hiçbir rahatsızlıkları olmadığını biliyoruz. Müslüman halklar gerçekçi umutlara sahip olmadıkları için yüzyıllardır aldatılıyor. Umutsuz iyimserliklerle malûl olduğumuz için, tarihsel ihmaller, kayıtsızlıklar ve sorumsuzluklar sergileyebiliyoruz.
Günümüz dünyasında bilgisayar okuryazarlığına dahil olan herkes, aynı zamanda kültürel sömürgeciliğin bir parçası haline geliyor. Kültürel sömürgecilik karşısında, yerelliklere, kabileciliklere, bencillik mağaralarına kapanmak yerine; insanlığa açılmak, kabileci bencillikler, yerli-milli narsisizmlerle evrensel bir özgürleşme mücadelesi verilemeyeceğini bilmek, siyasal oportünizmlerin, popülist bayağılıkların İslami kimlik ve kişiliği derin bir erozyona uğrattığını görmek gerekiyor. İslam toplumlarında, halklar-kitleler, otoriter, popülist politik dilin, gündemin sınırları içerisine hapsedildikleri için halkların niteliksel alanlarla, estetik alanlarla ilişkileri kesiliyor. Bu tür toplumlarda, nitelikli kadrolar hiçbir şekilde kendilerini gerçekleştiremiyor; bu tür toplumlar nitelikli kadrolara değil, partizan kadrolara ihtiyaç duyuyor. Bu nedenledir ki, bu toplumlarda ömür boyu iktidarda kalmak isteyen megaloman politik liderlere hakikati söylemekten korkan emir kulları, sahte bilgilerle kamuoyuna yön vermeye çalışıyor. Bugün, Müslümanlar olarak çok daha fazla eleştirel dikkate, çok daha fazla eleştirel farkındalığa ihtiyacımız var. Bugün, İslam dünyası toplumlarının-kültürlerinin ortak algısı, karşı karşıya bulunduğumuz epistemolojik tehditlerin farkında ve bilincinde değil.
Yeni ufuklar, yeni başlangıçlar, yeni düşünceler, yeni inşalar için, bilinç ve bilgeliğe dayalı sarsılmaz dostluklar, anlam ve ahlak ilişkileri gerekiyor. Günümüzde bağnazlıklar ve bencillikler bütünlük bilincine, bütünlük tasavvur ve tahayyülüne geçit vermiyor. Bağnazlıklar ve bencillikler aşılması mümkün olmayan sınırlar/duvarlar oluşturuyor. Ortak İslami geleceği ve idealleri imkansız kılan bağnazlık ve bencillikler küstah bir sorumsuzluğun/kayıtsızlığın/umursamazlığın ifadesi olmaktan başka bir şey değildir. Toplumun kimi kesimlerine karşı sorumlu, kimi kesimlerine karşı kibirli bir sorumsuzluk şeklinde somutlaşan siyaset anlayışı sadece bir kötülük biçimi olabilir. Politik çıkar/kazanç mülahazalarıyla “biz” ve “onlar” ayrımını tahkim etmeye, derinleştirmeye çalışan politik propaganda dili meşru ve masum olamaz. (islamianaliz)