Ahlaki dikkati kaybetmek
Günümüz dünyasını, tarihini, toplumlarını, büyük ölçüde ideolojik hesaplar, ırkçı hesaplar, faydacı hesaplar belirliyor. Bütün bu hesaplar, her toplumda ortak insani değerlere, ilişkilere ve ufka yabancılaşmanın pahasına yapılıyor. Sözünü ettiğimiz bütün bu hesapların aynı zamanda hedonist bir boyutu olduğunu ve anlamlı bir hayatı imkansız kıldığını da eklemek gerekiyor. Bugün, Müslümanlar olarak, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumlarda, otoriter-popülist siyaset, bütünüyle niceliksel-faydacı değerlere ve niceliksel-faydacı hesaplamalara indirgenmiş bulunuyor. Tahakküm için, her yolu mubah sayan araçsalcı dünya görüşü, araçsalcı hayat ve siyaset tarzı, modernite ve Aydınlanma ile başladı. Bu nedenledir ki, modern tarih araçsal aklın entrikalarıyla ve kötülükleriyle dolu.
Modern tarih boyunca, özgürlük kavramı gibi, bütün modern kavramlar, Avrupamerkezci çıkarlara ve ihtiraslara hizmet etti, bugün de hizmet etmeye devam ediyor. Modern tarih boyunca, modern dünya görüşü ve siyaset tarzı, kendilerini sorumsuz bir özgürlük anlayışına dayanarak meşrulaştırmaya çalıştı, maddi/dünyevi/ideolojik/ırkçı/faydacı çıkarlar için, varoluşsal anlamlardan ve değerlerden vazgeçildi. Günümüz toplumlarında, maalesef İslam toplumlarında da, hiçbir şekilde araçsallaştırılmaması gereken bütün değerler, politik çıkar ve kazanç hesapları adına, bugün, toplumlarımızda kimi durumlarda anlam, ilke ve değerler bütünüyle yok sayılırken; kimi durumlarda da bu varoluşsal ilke ve değerler yoğun bir biçimde istismar nesnesi haline dönüştürülebiliyor. Bütün bunlar, politik kadrolar, iktidar kadroları tarafından hiçbir mahcubiyet ve utanma duygusu yaşanmadan gerçekleştirilebiliyor. Utanma ve mahcubiyet duygusu kaybı, insani/ahlaki yanımızın kötürümleştiğini gösterir.
Araçsal tercihler, araçsal etkinlikler, araçsal oluşumlar ve popülizmler, nitelik gibi, anlam ve bilgelik gibi varoluşsal değerlere ihtiyaç duymuyor, ilgi duymuyor, bu eşsiz değerlerin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Her popülizm, insanlığın, toplumların, varoluşsal niteliklere yabancılaştığına işaret eder. Günümüz dünyasında, İslami bütünlüğün kaybı İslamın etkisiz-işlevsiz kalması, araçsallaştırılabilmesi, faydacı politik hesapların, iktidar hesaplarının konusu haline gelmesiyle yakından ilgilidir. Bütün İslami değerlerin/yapıların, politik hesaplar adına hunharca ve barbarca harcandığı, istismar edildiği ve tüketildiği bir dönemde, daha iyi, daha nitelikli bir toplum idealinden asla söz edilemez. Müslümanlar olarak varoluşsal dikkatimizi, tevhide dayalı dikkatimizi kaybettiğimiz için, hiçbir şekilde eleştirel sorular sormadığımız için, toplumlarımızda pasif nihilizmin yayıldığını, kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimlerin de, fayda-çıkar mülahazalarıyla her şeyi mubah sayan Darwinci tercihler-yönelişler sergilediklerini, İslam’ı kaybetmek pahasına, kazanmaya çalışmak gibi, tarihsel bir yozlaşmayla karşı karşıya bulunduğumuzu görmüyoruz. Bu tarihsel yozlaşma sebebiyle günümüz insanı, ihtiraslarını kontrol etme yeteneğini/iradesini bütünüyle kaybetmiş bulunuyor.
Ölümü hatırlayarak, ölümün farkında ve bilincinde olarak yaşadığımızda, anlamlı, sorumlu, değerli ve ölçülü, dikkatli, bağımsız onurlu yaşamanın da mümkün olduğunu tecrübe etmiş oluruz. Varoluşsal bütün hayati-temel değerlerin hakkını vermek; ancak, ölümü tefekkür ederek gerçekleştirilebilir. Ölçüsüz, ahlaksız, kontrol edilemeyen ihtiraslar her durumda ahlaki felçle sonuçlanır. İslami eğitim, hayatın ve ölümün eğitimini birlikte aldığımızda derinlik ve anlam kazanır. Zalimler, muhterisler, müstekbirler ölüm yokmuşçasına hareket ettikleri için zulmederler. Müslümanlar olarak varoluşsal dikkatimizi kaybettiğimiz için, Türkiye’de yaşandığı üzere, düşünce/kültür/edebiyat hayatı, uğrunda mücadele etmeye değer temel/acil/öncelikli özgürlüğün, ontolojik ve epistemolojik özgürlük olduğunu fark etmiyor, bilmiyor, bu konuda sessiz kalmayı seçiyor.
İslami dünya görüşünün, hayat tarzının, ontolojik ve epistemolojik anlamda, otorite ve meşruiyetinin tanınmadığı bir dünyada, İslami özgürlüklerden, İslami etkinliklerden, hizmetlerden vb. bahsedilemez. Bugün, ontolojik ve epistemolojik özgürlük mücadeleleri, İslami bilginin, bilincin, iradenin tutsaklığı yüzünden verilemiyor. Her şeyin, her alanda büyük bir kolaylıkla, sorumsuzlukla, pervasızlıkla, hayasızlıkla araçsallaştırılabildiği bir dünyada, hayatta, toplumda, büyük bir anlam-ideal çürümesi yaşanıyor. Siyasal oportünizm tutunmaya değer hiçbir niteliğe geçit vermiyor. Keyfi araçsallaştırmalar, yararcı araçsallaştırmalar sebebiyle, aynı ve tek olan varoluş, ideolojik/ırkçı/partizan varoluşlara bölünebiliyor. Dünyanın kalbini kaybettiği bir zamanda öteki üretmek, yabancı üretmek, aklın ve kalbin, öteki’ne, yabancı’ya yer bırakmayacak şekilde daralması anlamı taşır. Aklı ve kalbi daralan toplumlar, kültürler, iktidarlar, büyük/yapısal sorunlarla, büyük/yapısal meselelerle ilgilenmez, bu meseleleri tartışabilecek kadrolara sahip olamazlar.
Tarihin, gezegenin, insanlığın, bilimin araçsallaştırılmasıyla birlikte, modern ideolojiler, hayata/dünyaya bir değer sisteminden hareketle değil, araçsal açıdan bakmaya başladılar. İslamın tarihten çekilmesiyle birlikte, insanlık, her alanda büyük kayıplar yaşadı. İslam tarihten çekilmeseydi, araçsal akıl, araçsalcı ideolojiler, tahakküm ve sömürgecilik üreten tarih, dünyayı ele geçiremeyecekti. Bugün, ulus- devlet bencillikleri, yerli-milli klişe söylemler, Müslüman halkları İslam’a-ümmet’e yabancılaştırıyor. Ümmet yeniden gerçek oluncaya kadar, İslami gelecekten, İslami toplumdan, İslami medeniyetten söz edemeyeceğimizi hatırlamamız gerekir. İslami toplumdan, gelecekten, medeniyetten söz edebilmek için, ideolojik/seküler/ırkçı/sömürgeci meşruiyet ve otorite karşısında, İslami meşruiyet ve otoriteyi bütün boyutlarıyla temsil ve tecrübe etmemiz, seküler/pozitivist rasyonaliteye mahkûm olmadığımızı kanıtlamamız icabeder. Aziz İslam ümmeti’ni temsil edecek bir dilin, bilincin ve bilgeliğin somut bir gerçeğe dönüştürülmesi; yerel ya da küresel resmi gerçekliğin sorgulanabilir, tartışılabilir, aşılabilir hale gelmesine bağlıdır. Geçmişi tekrar eden, geçmişi biriktiren, geçmişi dokunulmaz kılan bir zihniyet, yirmibirinci yüzyıl insanlığına, varoluşsal meselelerle ilgili etkili/dönüştürücü hiçbir şey söyleyemez. Yeni çıkış yolları bulabilmek için, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, bütün değerleri/ilkeleri/nitelikleri değersizleştiren, İslami, ahlaki, entelektüel bilinç kaybına neden olan, siyasal oportünizmin sistematik ve pervasız ikiyüzlülüğünü teşhis ve teşhir etmek hayati önemi olan bir sorumluluktur. Bu ikiyüzlülükle hesaplaşmak için sahici ve hakiki seslere, ahlaki-entelektüel cesarete-liyakate ihtiyacımız olduğu açıktır.
İnsanlık, bugün, devletin-iktidarın çıkarı için, her şeyin sorumsuzca araçsallaştırılabildiği karanlık bir dönemden geçiyor. Siyasetin bütün dünyada bütünüyle araçsallaştırılması, siyasetin insani değerlere/yapılara/ilişkilere ihtiyaç duymadığını gösterir. Bugün, devlet/iktidar çıkarı için her tür kirlilik ve bayağılık açıkça meşrulaştırılabiliyor. Her tür araçsallaştırmanın sıradanlaştırılabildiği bir dünyada, her şey çığrından çıkmış demektir. Ahlaki dikkat’i kaybeden toplumlar, araçsallaştırmanın neden olduğu toplumsal çürümeyi fark etmezler, çürüyerek yaşamaya devam ederler. İçerisinde bulunduğumuz dönemde ve toplumda, ucuz-bayağı popülizm ve hamaset, hayatın bütün boyutlarını yoksullaştırıyor. Popülizm ve hamaset yoluyla büyük sayıların ilgisine mazhar olmak, hiçbir şekilde iftihar vesilesi olamaz. Hangi toplumda olursa olsun, umutsuz iyimserlikler, ilgili toplumlar üzerinde derin bir uyuşturucu etkisi oluşturur. Uyuşturucu etkiler sebebiyle, toplumlar kesintisiz düşüşü göremezler. Siyasal oportünizm ve popülizm bugün, toplumlarımızda, her tür niteliğe, her tür bilgeliğe meydan okuyor. İktidar ihtirasları adına, niteliklere ve bilgeliklere meydan okuyan toplumlarda, karizmatik din’i ya da politik liderlere tapınma, İslami anlamda çok derin bir idrak yetersizliğine-yoksunluğuna işaret eder. Ahlaki ve entelektüel acziyet sebebiyle, eleştirel bilince hayat hakkı tanımayan toplumlarda, Türkiye’de içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere tekdüzelikler, yüzeysellikler toplumsallaşır, vazgeçilmez bir geleneğe dönüşür. Tekdüze ve yüzeysel zamanlar, bütünüyle israf edilmiş, boşa harcamış zamanlardır.
Düşünen, üreten, eylemde bulunan, gerçek-sahici tercihler yapma iradesine sahip bireyler olmaksızın, İslami bir toplum ve ümmet gerçekleştirilemez. Ümmet, bütün farklı unsurları/renkleri/yorumları, temel ilkeler doğrultusunda bir araya getiren evrensel bir bilinç-iletişim ve dayanışma merkezidir. Herhangi bir halk, toplum ve ülke, ya da politik liderlik, ümmet üzerinde tekel oluşturamaz. Bugün Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz çok yönlü, çok boyutlu yabancılaşmalar, sapmalar, İslam’ı evrensel bir bilinç meselesi olmaktan çıkararak, hiçbir yaptırım iradesi olmayan duygusallıklara ve nostaljiye indirgemekten kaynaklanıyor. Bir toplumu niteliklerle-bilgeliklerle dönüştürmek yerine, kin ve nefretle dönüştürmeye çalışmak, ancak, faşizan bir zihniyetin tezahürü olabilir. Kin ve nefret üreten siyaset, ahlakın ve aklın dışlandığı, taşralılaştırılmış bir politik iklime-kültüre işaret eder. Partizanlık adına üretilen kin ve nefret söylemi, bir toplumun ahlaki ölümü ile ilgilidir. Bugün, bencil-narsist iktidar ihtirasları sebebiyle, kitleler gerçeği hiçbir zaman bütün boyutlarıyla göremiyor, gerçeği göremediği için de hamasete sığınıyor.
Modern zamanlar boyunca araçsalcı ideolojiler, araçsalcı siyasetler, egemenlikler, sömürgecilikler, modern uygarlığın modern barbarlıktan başka bir şey olmadığını gösterdi. Bugünün dünyası ve toplumları halen sözünü ettiğimiz araçsalcı dünya görüşünün, dünya düzeninin tehdidi altında bulunuyor. Araçsalcı uygarlık bugün, insanlığın karşı karşıya bulunduğu küresel krizler karşısında etkili bir çözümleme yapamıyor. Bugün, insanlığın karşı karşıya bulunduğu küresel krizlerin araçsalcı uygarlığın ürettiği krizler olduğunu bilmek gerekir. Toplumlarımızda bütün değerleri değersizleştiren, araçsallaştıran siyasal oportünizm ne yazık ki, bugün, insan haysiyetini/onurunu da değersizleştiriyor. Bir insanın, topluluğun, kadronun, kaybettiğinde, insanlığını da kaybedeceği en büyük değerin insan haysiyeti/onuru olduğunu bilmek gerekir.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İslam toplumlarında popülizmler, araçsallaştırmalar ve otoriterleşmeler; radikal değişimi, değişim umutlarını imkansız kılıyor. Toplumlarımızda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, popülist bayağılıklar değerli olan her ne varsa, bütün bunları son örneğine varıncaya kadar değersizleştirdi. Bu değersizleşme sebebiyle, İslami düşünce/kültür/edebiyat hayatı, İslami bilincin, epistemolojik emperyalizm karşısında yaşadığı yenilgiyle; İslami iradenin Filistin ve Kudüs bağlamında yaşadığı siyasal yenilgiyle hiçbir şekilde yüzleşmedi. Popülizmlerin ve hamaset istismarcılıklarının bir topluma iyi geleceği ne duyulmuş ne de işitilmiştir. Bir toplumun popülizm ve hamaset ucuzluğuna, yüzeyselliğine ve tekdüzeliğine hapsedilmesi kadar vahim bir uygulama olamaz. Nitelik, bilgelik, digerkamlık, derinlik, çok ufukluluk üretemeyen toplumlar, ancak, popülizm, hamaset ve propaganda yalanları üretir. İçerik üretme yeteneğini kaybeden toplumlar/kültürler entelektüel ölüme maruz kalırlar. Bu ölüme maruz kalmamak için İslami bilinci, içtenliği, sorumluluğu, niteliği sonuna kadar ve ne pahasına olursa olsun savunmamız gerekir. (islamianaliz)