Dış politika ve “akademik” yalanlar
"... ABD’nin Orta Doğu’daki saldırı ve işgalleri, “demokrasi, insan hakları, özgürlük götürdüğü gerekçesiyle” alkışlanır. Terör örgütlerine, darbelere, darbecilere verdiği destek, gizlenmek, perdelenmek istenir. Savunma bütçesinin büyüklüğü, dünyaya yayılmış üslerinin çokluğu, saklanmaya, gözlerden kaçırılmaya çalışılır."
Dış politika, genelde devlet politikası olarak bilinir. Partiler üstü, ideolojiler üstü, sınıflar üstü olduğu varsayılır. Öyle midir peki? Tartışalım.
Dış politikada her ne kadar diğer alanlara oranla görece daha fazla bir süreklilik, kurumsallık, bakanlık bürokrasisinin, devletin diğer kurumlarının görüş ve önerilerinin ağırlığı hissedilse de, son kertede dış politikayı saptayan hükümettir, yani iktidardaki parti veya koalisyondur. Uygulayan da dışişleri bakanlığıdır. İşin politik yönü, uygulama aşaması böyledir.
Ayrıca, dış politika ekonomiden, büyük sermaye çevrelerinden, hammadde ve pazar arayışlarından, enerji talebinden bağımsız değildir. Cumhurbaşkanının, başbakanın, dışişleri bakanının uçağına hangi büyük sermaye gruplarının temsilcileri biniyor, dış gezilerinde onlara hangi holdinglerin temsilcileri eşlik ediyor, ülkenin milli havayolu şirketi, bayrak taşıyıcısı olarak hangi yeni uçuş noktalarına uçuyor ise burada da ekonomik tercihlerin dış politikaya etkileri kaçınılmazdır.
Yani, kerameti kendinden menkul, büyülü, tılsımlı, dokunulmaz, sınıflar üstü bir dış politika yoktur.
Akademik yalanlar, işte bu noktada devreye girerler. Uluslararası ilişkiler gibi, ABD’de doğup gelişmiş, halen de ABD’deki akademik ve entelektüel çevrelerin, düşünce kuruluşlarının güçlü etkisi altındaki bir disipline merak duyan herkes bilir ki, ABD’nin dış politikada ulvi değerleri savunduğu, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, dünya barışı, özgürlük için çabaladığı yönündeki tüm söylem ve külliyat, yalandan ibarettir. Akademide uluslararası ilişkiler hocalarının hayli kalabalık bir kesiminin batıcı, liberal, Atlantik sisteminin, NATO’nun savunucusu oldukları dikkate alındığında (ülkemizde bu oran maalesef dünya ortalamasının çok üzerindedir), ABD’den yayılan yalanın hızla dünyayı nasıl dolaştığı daha iyi görülür.
O nedenle, ABD’nin kurucusu olduğu uluslararası ittifaklar, paktlar yüceltilirken, diğerlerine şüpheyle bakılır, hatta ABD karşıtı oldukları gerekçesiyle bunlar eleştirilir. O nedenle, ABD’nin dünya barışının, insanlığın, özgürlüğün savunucusu olduğu, NATO’nun da bu amaca hizmet ettiği dillendirilir. O nedenle, ABD’nin zemin kaybedeceği çok kutuplu dünya düzenine karşı çıkılır. Tek merkezli dünya düzeni, ekonomi politik düzlemde kapitalist, liberal model savunulur.
O nedenle, Türkiye’nin hem coğrafi hem tarihi hem de kültürel olarak, hem batılı hem doğulu olan, hem Asyalı hem Avrupalı olan konumu, düşünce ve kültür dünyası, uygarlık iddiası, özetle Avrasyalı kimliği yok sayılır. Türkiye Atlantik kampına, asla üye alınmayacağı (üye olmamalıdır zaten) Avrupa Birliği kapılarına sıkı sıkıya bağlanır. Bu da liberal akademi ve entelektüel kesimlerce desteklenir.
O nedenle ABD’nin Orta Doğu’daki saldırı ve işgalleri, “demokrasi, insan hakları, özgürlük götürdüğü gerekçesiyle” alkışlanır. Terör örgütlerine, darbelere, darbecilere verdiği destek, gizlenmek, perdelenmek istenir. Savunma bütçesinin büyüklüğü, dünyaya yayılmış üslerinin çokluğu, saklanmaya, gözlerden kaçırılmaya çalışılır.
(Barış Doster, CRI)