Abbas'ın hainliğine rağmen Filistin davası büyümeye devam ediyor
Gürkan Demir, Abbas rejiminin kendi halkına uyguladığı zalim politikalar ve işgal rejimiyle yürüttüğü ortak yönetime rağmen, Filistin davasının her geçen gün büyüdüğünü aktarıyor.
Abbas’a rağmen Filistin davası
Trump, göreve başladığı ilk gün Biden döneminde getirilen Siyonist kaçak yerleşimlere yönelik yaptırım kararnamesini kaldırdı. Halihazırda silahlı Siyonist militanların baskın ve yağmalamalarla işgal ettikleri alanların bir oldubittiye getirilmesinin önü açıldı. Zaten Batı Şeria her geçen gün sessizce işgal edilmeye devam ediliyordu. Siyonistler, kaçak yerleşimler ve sistematik şiddet yoluyla parça parça Filistin’i kemiriyordu. Tüm bunlar olurken gözler elbette bir isme odaklandı; Mahmud Abbas.
Ilımlı lider
Abbas, kendi halkı katledilip, soykırıma uğrarken ılımlı politikalarla sessiz kalan bir lider oldu. 2005 yılından beri Filistin devletinin başkanı. Seçimle geldiği bu makamdan seçimle gitmedi, gidemedi. Çünkü koltuğa oturduğu günden itibaren bir daha başkanlık seçimi gerçekleşmedi. İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron ve ABD eski Başkanı George Bush ile ve daha sonraları Netanyahu ve eşi ile gülerek sohbet ettiği görüntüler, Abbas’ın peşini hiç bırakmadı. Abbas, Hamas tarafından İsrail’in gizli ortağı olarak bile anıldı.
Cenazeye gidemedi
Filistin davasının en önde gelen isimlerinden İsmail Heniyye’nin alçakça öldürülmesinin ardından Abbas, Doha’daki cenaze törenine katılmadı çünkü can güvenliğinden endişe ediyordu. Halbuki Abbas’ın devlet başkanlığı sırasında Heniyye de başbakanlık yapmıştı. Çalışma arkadaşlıkları da bulunuyordu. Heniyye’den sonra Hamas’ın yeni lideri olan Yahya Sinvar da Siyonist işgalcilerle savaşırken şehit oldu. Abbas onun da cenazesine katılamadı. İsrail izin verseydi katılabilir miydi? 89 yaşına gelmiş birisi için ‘can güvenliği’ önemli bir sorun teşkil ediyor olmalı. Haniye’nin cesurca ölüme yürümesi, Sinvar’ın son nefesine kadar savaşarak şehit olması bizlere, can pahasına Filistin davasını sırtlanmayı öğretmedi mi?
İsrail izin vermedi
Abbas, Gazze soykırımı sırasında Türkiye’nin davetini önce geri çevirdi, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri üzerine Ankara’ya geldi. Abbas’ın belki de hayatındaki en cesur çıkışı TBMM’de yaptığı konuşmada gerçekleşti. Abbas, “Önümüzde çözüm kalmadı. Tüm ekibimle birlikte Gazze’ye gideceğim” dedi. Hamas ile Abbas yönetimi arasındaki ayrılıklar nedeniyle defalarca kan dökülmüştü. Abbas’ın bu çıkışı oldukça takdir topladı. Abbas, sözlerinde birçok kez “bedeli ne olursa olsun” diyerek bu konudaki ciddiyetini vurgulamak istedi. Sözlerini “Ya zafer ya şehadet” diyerek sonlandırmıştı. Peki neden Gazze’ye gidemedi? Çünkü İsrail buna izin vermedi. Bir devlet başkanı düşünün ki kendi ülkesinin topraklarında seyahat edebilmek için başka bir devletten izin almak zorunda kalsın.
Direnişe engel
Şunu vurgulamak gerekir ki Batı Şeria’daki Filistinliler ile Abbas yönetimini birbirinden ayırmak gerekiyor. Siyonist işgaller sırasında tüm Filistinliler kenetleniyor. İsrail’in Gazze soykırımı sırasında hiçbir şey yapmamasının yanı sıra, yapılmasına da engel olan Abbas yönetimi, direnen ve duruşlarını gösteren kendi halkını susturmaya çalışıyor. Filistinli grupların protesto ve eylemlerine her zaman Siyonist asker-polisler değil; Abbas yönetimine bağlı polisler de müdahale ediyor. Öyle ki Abbas yönetimi, işgalci İsrail’in soykırım sırasındaki Genelkurmay Başkanı Halevi’den Batı Şeria’da “Hamas’a destek gösterilerini önlemek için son haftalarda yoğun bir şekilde çalıştığı” gerekçesiyle övgüler dahi aldı.
Kime karşı kimin yanında?
Gazze’de 50 binden fazla insan Siyonist işgal ordusunun bombaları altında kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin katledilirken, Abbas’tan çok şey beklemişti Filistinliler. Aynı süreçte kendi ‘idaresi’ altındaki Batı Şeria’da bine yakın Filistinli katledilirken bunun dahi hesabını soramadı. Hesap sormak bir yana “İsrail tam anlamıyla bir güven ortamında olmayı hak ediyor” gibi bir açıklama yaptı. Bu sözleri sarf ettiğinde Gazze soykırımının 204’üncü günüydü. Abbas, soykırımın henüz ikinci ayındayken, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’a “Hamas’ı tasfiye edin, Gazze’yi biz yönetelim” teklifinde bile bulundu. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi “Her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”
Vebali çok ağır
7 Ekim 2023’den beri Filistin davasını, Avrupa üniversitelerindeki öğrenciler, Amerika’dan Japonya’ya kadar sokağa dökülen insanlar, Abbas’tan daha çok sırtlandı. Bu insanlar üniversitelerinden atıldı, sokakta polis tarafından sert müdahalelere maruz kaldı, işlerinden uzaklaştırıldı ve fişlendi. Herhangi bir dini kimlik ayırt etmeksizin Siyonist soykırımın karşısında yer alan bu insanlar az ya da çok bir bedel ödedi, ödemeye devam ediyor. Filistin Devlet Başkanı statüsünü taşıyan Abbas ise böyle giderse topraksız bir ülkenin, soykırımla yok edilmiş bir milletin başkanı olarak bedel ödeyecek. Lakin bu bedel hem bu dünyada hem de ahirette Abbas’ın sırtına yüklenecek büyük bir vebal olacak.
Dava sahipsiz kalmaz
Elbette ki Filistin davasını kendine dert edinenler, Mahmud Abbas’a rağmen bu kutlu sorumluluğu sırtlarından atmayacaktır. Çünkü Filistin davası, yalnızca bir milletin, bir dinin ya da bir grubun değil, bütün bir insanlığın vicdanında yer etmiş bir adalet mücadelesidir. Bu dava, mazlumun zalime direnişi, işgalin adalet karşısında hesap vermesi gerektiğinin en somut sembolüdür. Her ne kadar siyasetin dar kalıplarına sıkıştırılmak istense de Filistin, sınırların ve ideolojilerin ötesinde bir hakikat çağrısıdır. İşte tam da bu yüzden, Filistin için mücadele edenler, bu yüce misyonu ne baskıya boyun eğerek ne de sorumluluktan kaçarak terk edecektir. (Gürkan Demir / Araştırmacı, Türkiye Araştırmaları Vakfı