Gönüller Baharı!
Ruhumun iz düşümleri ve ben… Bende ben! Hiçlikten çıkarılıp değerli kılınan ben… Yokluktan var edilip hayat bahşedilen ben… İstisna sayılıp ruh üfürülerek eşref edilen ben… Bende miyim değil miyim ben! Peki ya O’nda ben? Yaratıcım, var edicim, sahibim indinde nerdeyim nasılım ben? Her an sormam-ız- ve sorgulamam-ız- gerekmez mi?
Nasıl bir hal ile çıkılırsa yola öyle devam ediverir ya… Hani yolun ortası ve başı sonuyla doğru orantılı olur ya… İşte öyle ayet ayet! Biri ötekini açıklar mahiyette… İlliyet rabıtasında kalp, ruh ve beden… Ve öylece parlamakta yürek güneşi! Beyinden aldığı komutla yol almakta… Kalbin mana denizinde kulaç atmakta… Beyin-kalp-ruh potasında eriyip şekillenmekte bedenler! Düşünceler derinleşmekte an be an… Gerçekler tüm giriftliğiyle çıkmakta gün yüzüne! Doğru ile eğrinin ezeli savaşında galibiyeti göğüslemekte güzellik… Hak batıldan üstün; batıl Hakka yenik işte, yine! Ancak gözler kör… Kulaklar sağır… Diller suskun hakikat karşısında! Ayan beyan oysa Kur’an! Gayet açık Furkan…
Sahi ne vakte dek devam edecek bunca yanılgı!? Ne zamana kadar sürecek bu yürek işgali? Gafletin şu kalın perdesi nasıl da çekiciymiş böyle ki; asırlardır tüm ihtarlara, gözün ve gönlün şahidi olduğu bühtanlara rağmen sinelerden çekilemedi-çekilmedi gitti!
Kar, boran, fırtına, sis… Dondurucu bir soğuk… Gözün alabildiği tüm güzellikleri saklayan bembeyaz bir örtü… Yeryüzünün kışı!
Küfür, nisyan, masiva, şehvet… Ürpertici bir zillet… Ruhun, kalbin tüm güzelliklerini ört bas eden kapkara bir örtü… Gönüllerin kışı! Hangisi daha çetin sahi! Çekilmesi zor olan hangisi? Yeryüzü mü yoksa sineler mi daha kolay kaldırabilir bu yükü? Her kışın ardından yemyeşil ve pak örtüsünü giyinen yeryüzü sinelere de devredebilir mi bu hâli! Ya baharı yaşamak her an ve yaşatmak sinelerde… Yeryüzünde fırtınalar koparken güller dermek gönlün iman dallarında… Ne denli hoştur, nasıldır? Bilir misiniz? Yahut bilmez misiniz? Peki ya ‘bilenlerle’ ‘bilmeyenlerin’ bir olmayacağını!
Allah Teala kullarını yaratıp bir başına, sahipsiz ve yönsüz bırakmamıştır! Asla ve kat’a… Nebiler, resuller, salihler, suhuflar ve kitaplarla maddi; kalp ve ruh ile de manevi irtibat kurmuştur… Şanı yüce varlığıyla tekbir olan O (c.c) kuluna şah damarından daha yakındır… Biz Müslümanlar böyle inanır böyle söyleriz… Dil ile ikrar kalp ile tasdik şanımız, tebliğ şiarımız, irşad temennimizdir… Hayatı ve ölümü, hürriyeti ve mahkumiyeti, rızkı ve fakrı yalnız Allah’tan bilir ve hakimiyeti ancak O’na isnat ederiz…
Bugün; yıllardır mahkum edilmeye çalışılan pak bedenlerin tutsaklıklarının son buluşu buna açık bir delil değil midir? Zaten azad olan o tertemiz ruhlar bugün bedensel özgürlüklerine de kavuştular biiznillah!
Gönüllere her dem güzellikleri yaşatan tek mevsim İslam’dır… Gönüller baharıdır O! Yüreklere şifadır… Onda yeşeren güller enfes; Onunla gelen zorluklar tatlıdır… Zindanlar Onunla bir saray; hücreler medrese hükmümdedir! Buna nebiler, sıddıklar ve Salihler özelde ise şu nadide bedenler şahittir!
‘Evimizde de olsak cezaevinde de olsak bizim için değişen bir şey olmaz… Biz her halükarda kulluk vazifemizi yerine getirmekle yükümlüyüz! Bizleri yarın bile tekrar içeri alsalar ne gam! Değil mi ki yüreklerin bu samimiyetine şahitler olduk varsın yeryüzü en çetin kışını yaşasın ve yaşatsın…’ diyen diller iman ehli gönüllerden sadırdır…
Kur’an ikliminde İslâm bahçesinde direniş rayihası ve kulluk bilinciyle açan bir güldür imân!
Sen hep gül ey Gül! Burcu burcu kokular yaymaya devam et inadına… Putlar şehrinde bir kutlu sevdasın ya unutma!
Seninle yeşerdi bağlar! Başbağlar…
Seninle kandı susamışlar! Can Susalar…
Nasıl da asil duruşun… Nasıl da güzellikler sunuyorsun böyle yüreklere… Sende kenetleniyor bakışlar… Bir bakan mesrur, bir koklayan meftun!
Sen ey İbrahim-i sadakat…
Sen ey İsmai-i teslimiyet…
Sen ey Eyyub-i sabır…
Sen ey Yusuf-i çile…
Sen ey Muhammed-i Gül!
Sen hiç solma hep gül ey Gül…
YÜKSEKOVA AJANS