Marmara’nın Oralarında Şehâdet Kokusu
Yangın yeri yüreğim… Bir ağlıyor bin ah işitiyorum… Zulmün günbegün değişen yüzü ne de acı! Sitemler de artık fayda etmiyor işte! Izdırâb yüklü bulutlar sarmış göğü… Yükünü kusuyor adeta miskin bedenlere… Pelte pelte yığılıyor insanlık!
Günlerdir işlenen bir koca cürüm… Asırlar evvel ve asırlara mukabil işlenilen cinsten… Bir çirkef fırlatıldı müminlerin yüzüne… Bir iftira –daha- atıldı ‘havas’ın gayesine… Bir tokat şapladı, ekseriyetle Müslüman olan, bu halkın indinde de öylece bakakaldık! Ne esef… Ne utanç bu böyle… Hakikat aynasına yöneldik mi hiç, sorarım size! Ya itibar görülmeli miydi bunca yalan birtakım çevrelerce? İzi kalmalı mıydı sahi bu çamurun, zihinlerde! Emperyalist zihniyeti anlıyorum da şu ‘sağ’ duyulu zihniyete ne demeli! Ne söylemeli…
Arzulanan yeni bir nesil mi yoksa? İman edecek… Salih amel işleyecek… Birbirine Hakkı ve sabrı tavsiye edecek… Mazlumun ahıyla inleyecek… Zalimin kalbine korku salacak… Yemin edecek; nefsi kudret elinde olan Şah’ın adıyla… Dalıp küfrün küf kokulu bahrine; iman akıtacak sinelere, Kur’an nefesiyle…
Beklenen yepyeni bir nesil mi yoksa? Şehidlerin kanıyla bereketlenecek… Âlimlerin ilmiyle katmerleşecek… Sıddıkların, Salihlerin azmiyle güçlenecek… Mazlumların, Mustazafların duasıyla yücelecek… And edecek; zamana ve mekâna malik, Hâkim’in adıyla… Asılıp cehaletin çelimsiz boynuna; ilmi taşıyacak ötelere, Sünnet bilinciyle…
O nesli arzulamıyor hissediyorum ben! Beklemiyorum da… Alenen görmekteyi-z-m biiznillah!
‘Yumuşak huylu isem kim demiş uysal koyunum. Kesilir belki ama çekmeye gelmez boynum!’ asaletiyle; yapmadığı katliamlar ve işlemediği cürümlerle dolu belgeleri imzalamayan, kardeşi kardeşe kırdırma politikasıyla yüz binleri kışkırtmaya yönelik oyunlara kanmayan, haksız yere yıllarca işkencelere, eziyetlere ve mahkûmiyete maruz kaldığı halde hakkını adaletsizce almaya yanaşmayan ve Hakk adına gözünü budaktan sakınmadan mücadeleye devam eden Muhammed sözlü, Yusuf yüzlü, Hamza yürekli yiğitler tanıyorum ben!
Ve bir rehber! İhlâsını Muhammed Mustafa’dan, ismini Seyyiduş-Şüheda’dan, gücünü Kuran-ı Azimüşşan’dan, servetini sünneti Kibriya’dan, asaletini Rabbi Rahman’dan ve izzetini hak din İslam’dan alan rehberlerden bir Rehber tanıyorum ben… Tertemiz vasfı şehadetiyle tescillenmiş bir aziz Rehber…
Nasıl ve nerden mi? Söyleyeyim…
Ağabeyimi ziyaret için gittiğim ile sabahın erken vaktinde ulaşmış ve otobüsten terminale varmadan inmiştim… Başka bir araçla yoluma devam etmek üzere… Etrafı kaygılı gözlerle incelerken duyduğum o tarifi imkânsız kokuyla kendimden geçtiğimi hatırlıyorum… Bu koku ne Marmara’nın yosun kokusuna ne Haliç’in balık kokusuna ne de fabrikaların asit kokularına benziyordu… Aksine lâtifti! Yakınlarda bir kozmetik ya da herhangi bir baharatçı da yoktu gördüğüm kadarıyla… Bu öyle burnun alabileceği alelade bir koku da değildi üstelik… Ruhum duymuştu… O an çözemedim ‘Beykoz sırtlarından’ yükselip içimi bir hoş eden o enfes koku-hissin-nun sırrını… Ta ki aziz Rehberin hayatı, mücadelesi ve şehid edildiği mekâna dair birtakım söylemler işitene kadar…
Edindiğim bilgiler doğruydu… Mazlum Müslüman halkın; gür bir sesi, mücehhez bir fedaisi, yiğit bir eri ve kutlu bir öncüsü olduğu… Hakk’ı hak bilip benimseyen bâtılı bâtıl bilip mücadele eden ve bunu her hâlükârda dillendiren bir cemaatin ve kıyamete dek hakikat yolcusu olmaya azimli yüreklerin aziz bir rehberi olduğu… Haliyle şer odaklarınca asla kabul görülmeyerek türlü dalavere ve ithamlarla yıldırılmaya çalışıldığı… Neticede kirli bir oyun ve puslu bir tezgâh ile şehid edildiği gerçeğin ta kendisiydi!
Evet, bu bir savaştı! Ancak ne aziz Rehber’e ne pak alınlı cemaat üyelerine ne de sadece mazlum halka açılmıştı… Allah ve taraftarlarına/Hizbullah’a açılmış bir savaş…
Evet, bu dumansız bir ateşti! Yalnızca düştüğü yeri yakmayıp kıvılcımları dünyayı kuşatan, şeytani talaşlarla beslenen ancak Allah’ın inayetiyle etkisiz kılınan-kılınacak bir ateş…
Ne savaşlar gördü-geçirdi bu ümmet… Ne ateşler düştü ocaklara… Nice ‘ana kuzuları’ kurban edildi bu yolda… Nice gözaydınlığı ‘eş’ler uğurlandı sonsuz yolculuğuna… İhlâsla, sabırla, metanetle baş koyuldu bu davaya! Kıyamete değin de devam edecek kervan yoluna!
Biliyorum o koku Senin kokundu! Muhabbetin yüreğime -bir ılık nefesle- değdiğinden beridir coşmakta damarlarımda kanım! Anladım… Bir kez daha; şehidin ölmediğini, diri olduğunu… Zaferin mübarek, şehadetin kutlu olsun ey Rehber…
Milyar can feda ‘sebillillah’ a!
Sonsuz hamd Allah Teala’ya!
Binler selam ve salât Sultanı Enbiya’ya!
(YÜKSEKOVA AJANS)