Bir eğitim süreci(!) daha başladı haftalar önce! Okul bahçeleri, toplu taşıtlar ve sokaklar günün belirli saatlerinde yine tıklım tıklım. Güzel bir geleceğin umudunu taşımakta olan körpe bedenler yine eğitim çatısı altında. Kimisi ‘hayatının dönüm noktası’ gözüyle baktığı üniversite sınavına odaklanmış tüm benliğiyle! Kimisi kendisine sunulanlarla yetinip gününü gün etme telaşesinde! Kimisiyse şu ana dek, bulduğu her şeyi yitirme pahasına ‘kendini’ aramakta; doğrular ekseninde! Hakikate yolculuk amacında nezih yürekler onlar! Hani o ilerlemeye çalıştıkça durdurulan; ancak usanmaksızın ‘aydınlığı’ çağlar öncesinden günümüze taşımaya azimli pak zihinler… ‘Gerici’ diye damgalandıkça umuda yelken açan taze yolcular!
El değmedik baharların yaşanması beklenen o pak zihinlerde; inadına akıtılan zift kanallarıyla, bulanmışlığın sersemliği okunmakta adeta! Ne edeceğini, yolunda hangi yönden ilerlemeye devam edeceğini bilemeyen basiretsiz bir yolcu misali dikilmekte karşımıza ‘yarının büyükleri’… Yüzlere garip bir burukluk hakîm aslında… Bazen coşkun bir sevincin kıpırtılarını okumak ta mümkün genç dimağların o hisli bakışlarında…
‘Deli dolu yıllar’ demişler adına! İçini pejmürde haller ile doldurmak istedikleri o en verimli demlerin. Yaşamının baharında; henüz hazan vurmamış bağların mor salkımlı çardaklarında yarınlara dair hayallere dalan bir neslin tarifi sayılmış bir çift söz! Deli kanlı bedenlere enjekte edilmeye çalışılan bir yığın düşünce hâkim oysa şimdilerde… Ezelde var olduğu ve ebede değin süreceği gibi!
Kendi kabuğuma çekilmişliğimin ızdırabıyla mı; yoksa tam aksine içine kapanık aynı zamanda hovarda yetişen neslin can yakan çekiciliğiyle mi çözemedim; ancak bir dekor oluşmakta zihnimde!... Sahnede hep ikili gruplar beliriyor. Yer yer kalabalık gruplar da olmasına rağmen; kendini, yalnızlığın o bazen büyülü bazense bunaltan kollarına bırakmış bedenler de kendileri için belirlenmiş noktada yerlerini almaktalar!
Bakışlar gayrı ihtiyari, bir takım hedeflere kilitlenmiş sanki! Her biri kendisi için özenle hazırlanan rolü sergilemekte…
Bir genç kız, ellerini avuçladığı sevgilisinin gözlerini hedef almış, inadına hırpalamakta… Yadırgamakta duruşunu! Az ilerde sarmaş dolaş şakalaşan çifti imâ ederek kasıtlı konuşmakta:
‘‘Sende sevdiğini mi sanıyorsun? Ellerini ben tutmasam yanıma yanaşacağın bile yok senin. Gözlerime dalarken bile kaygılısın. Ürkek bakışların cesaretinin dozunu da belirlemekte, bunu unutma sakın! Benimle birlikte olmak istiyorsan kırmalısın setlerini! Ben macerayı ve romantizmi severim ona göre!”
Delikanlı durgun… Kimselerin anlayamadığı; belki de içinde bulunduğu ortamın yabancısı olduğu, bir hicap oturmuş yüzüne! Diline değin uzanan bir ah; düğümleniyor boğazında yutkunuyor çaresiz… Kendini aşabilse, dışlanmaktan ve aşağılanmaktan duyduğu derin korkuyu bir an için atabilse üzerinden soracak belki!
“Senin ‘sevgi’ dediğin o şey, anlamsız ve ahlaksız bir yığın düşünceden mi ibaret! Fütursuzca dokunmaktan ve incitilmekten gocunmayan bir duyguyla çıkılan yolda; güllerden yana nasibi kalır mı hiç insanın? Pörsümüş çiçeklerden kim hoşlanır ki?”
Genellikle duvar diplerini mesken edinen birkaç beden beliriyor az sonra! İçlerinden biri elindeki 33’lük tespihi kıyasıya dövüşürcesine çeviriyor parmakları arasında. Ötekinin tercihi ufak bir falçata. Küçük olup ta büyük iş görenlerden hani! Önceki günden kalan bir hesaplaşmanın izleri yüzlere yansıyan… Kâh gerilen göğüsler kâh sıkılan dişler damgalamakta manzarayı! Belli ki sebebi meçhul bir kavgaya karışmışlar; sonuç ‘beraberlik’!
“Bu iş burada bitmedi! Hesabım çok çetin olacak…” diyor içlerinden sözü en çok geçeni…
Her bir tarafta farklı bir dekor; bambaşka senaryolar sunmakta! Aktörler; çağın gerektirdiği ölçüde özgür, çoğunluğun istediği ölçüde ‘aydın’! Nefsin arzuladığı nispette ise ‘tutsak’! Ne var ki içlerinden çok azı bu acı gerçeğin farkında. Bir piyon olarak kullanıldığının bilincinde olan dimağlara nispeten; oldukça azınlıkta, türlü dalaverelerle koparılmak istenen ‘öz’e sımsıkı sarılanlar!
Evet, bir ‘eğitim’ süreci daha başladı! İnsanı ‘insan’ kılan hakikatlerden arındırılmış bir süreç daha… ‘Güzellik’ kavramını sinelerden koparıp yalnızca maddeye hasmış gibi tanıtmaya çalışan bir süreç daha… ‘Maneviyatsız bir toplum’ sloganıyla iman adına her ne varsa silip yok etme amacında bir süreç daha…
Öyle olmasa; her türlü fiili işlerken sorgulanmadığı halde yalnızca okulda namaz kıldığı için en ağır damgalara maruz bırakılır mıydı deli kanlı o bedenler! Peki ya öyle olmasa; saçına istediği şekli ve rengi vermede özgürlük sunulan ve her taşkınlığı hoş görülen gencecik kızlar örtü takmak istedikleri zaman engellenir miydi? Azılı bir katil misali uzaklaştırılırlar mıydı okul binalarından?..
Eğitim dedikleri aslında gerçeğe açılan bir kapı olmuş olsaydı; hakikate uzanan yolda adım adım ilerlemeye çalışan genç bedenler, üniversiteler yerine zindanları ‘medrese’ edinirler miydi?