Çözüm üretmek için dertlenmek lazım
Avrupalıların Müslümanlardan beklediği asimilasyon gerçekleşmiyor. Müslümanlar bir biçimde kendi inançlarıyla yaşamaya devam ediyorlar. Giyimleri, helal ve haram inanışları, kurban kesmeleri ve sünnet olmaları pratikleriyle Avrupa’nın Müslümanlardan beklentilerini bozuyorlar. Müslümanlar merdiven altı kimliklerini kamusal alana taşıdıkça ve daha fazla görünürlük kazandıkça islamfobiya baş gösteriyor. Elbette DEAŞ gibi örgütlerin yaptığı eylemlerle bu korku daha da artıyor. Avrupalılar arasında gün geçtikçe ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tırmanmasına bir de İslamfobiya eşlik ediyor.
Bugün Avrupa kendi içinde İslam ihtilafıyla yüz yüze. Müslümanlar %15’i aşan bir kitleye ulaşmış durumda. Üçüncü nesil Müslümanlar özgüveni yüksek, eşitlik talebinde bulunan ve Avrupa’dva kendi kimlikleriyle yaşamanın peşinde koşuyorlar. Özellikle Fransa’da Kuzey Afrikalı Müslümanlar ve Almanya’da Türkler büyük bir homojen kitleyi meydana getiriyor. Avrupa kendi içinde oluşan ihtilafı çözmek için islam ve Avrupa ilişkisini en kökünden başlayarak tartışmaya açıyor. İslam yabancı mıdır, Avrupalı mıdır sorusunu gündeme getiriyor. İslamı ve dolayısıyla Müslümanların inancını hesaba çekiyor. Avrupalı olmanın standartlarını belirleyerek Müslümanları buna kabule zorluyorlar.
Hükümetin bakanı ve Hristiyan Demokrat Partinin genel başkanı İslam Alman değildir fikrini öne sürüyor. Fransa’da da Fransa İslam’ı öne sürülüyor. Böylece İslam’ı yabancı damgasıyla ötekileştiriyorlar. Müslümanlar iki seçenekle karşı karşıya bırakılıyor. Ya dışlanma korkusu ile tamamen asimilasyonu kabul etmek ya da Avrupa’yı terk etmek.
Yeni dönemde Almanya ve Fransa, asimilasyon politikası yerine doğrudan dinin özüne müdahale etmeye başlıyor. İslam’ı tanımlamaya başlıyor devlet. Almanya ve Fransız hükümetleri kendi ulusal politikalarının beklentilerine göre İslamiyet’i yeniden dizayn etmenin peşine düşüyorlar. Bir mühendislik çabasıdır bu. Adeta Türkiye’nin tek parti dönemini taklide girişen bir Avrupa tutumu ortaya çıkıyor. Aslında reformla Hristiyanlıkta yaptıkları değişimin İslam’ın da yaşamasını bekliyorlar. Hristiyanlık, Luther önderliğinde resmi kiliseye başkaldırdı ve Hristiyanlığı reforme etti. Kilisenin tekil ve baskıcı din anlayışına son verdi. Hristiyan modernleşti. Hristiyanlığın başına gelmeyen kalmadı. Bugün Katolik kilisesi bile gay ve lezbiyen evliliklerini kabul ediyor. Gay kiliseleri ortaya çıkıyor.
2006 yılında Almanya’da düzenlenen İslam Konferansı da İslam’ın özüne müdahale ederek hareket ediyor. Bir İslam mühendislik projesi uygulanıyor. Devlet yukarıdan kararlar alıyor ve daha sonra buna uygun düşünen veya davranan çeşitli Müslüman grupları ve kişileri seçerek İslam Konferansında İslami reformunu geliştirmeye çalışıyor. Tamamıyla politik ve ulusal endişeler temel alınıyor. Bu seneki konferansta domuz eti yeniyor. Müslümanların en dışladığı davranışı İslam adı altında düzenlenen konferansta sergileyerek İslam ve Müslümanlık ilişkisi kaypaklaştırılıyor. Seküler İslam İnsiyatifi adı altında oluşan kimi marjinal gruplar öne çıkarılıyor. Hem Fransa( Katolik olmasına rağmen) hem de Almanya İslam’a bir Luther arıyorlar. İslamı Avrupa’nın modern pratiklerine aykırı görülen yönlerini budayacak ve İslam’ı kışa çevirecek bir insiyatif geliştirmek istiyorlar.
Luther, Almanya siyasetinin desteğiyle kiliseye karşı çıktı. Ancak sonunda bir sosyolojisi vardı. Oysa burada Müslüman sosyolojinin dikkate alındığından bahsetmek mümkün değil. Almanya ve Fransa taşıdıkları korkuları aşmak için hareket ediyorlar. Elbette Müslümanların içinde yaşadıkları ve vatandaşı oldukları devletin siyasi varlığına saygılı olmaları gerekir. Geldikleri değil, içinde yaşadıkları ve mensup oldukları siyasi egemene karşı mesuliyetleri öne çıkar. Ancak kendi dinlerini de bozmadan ve tahrif etmeden yaşama hakları da var. Müslüman devletler de bu Avrupalı Müslümanları siyasal beklentileri çerçevesinde yönlendirme ve stratejik araç olarak kullanma tutumlarını bırakmak zorundadırlar. Çünkü hiçbir devlet, sonuçta içindeki büyük kitlelerin başka devletlerin inisiyatifine dönüşmesine izin vermez.
Avrupa bir düzeyde İslam ile yaşamaya başlamıştır. İslam da Avrupa’yla…Bu ilişki İslamiyet’in özünü değiştirerek yeni bir aşamaya taşımak isteyenler var. Bunun için de “biz İslam’a karşı değiliz, sizin İslami anlayışınıza karşıyız” demeye getirmek istiyorlar. İslamiyet hem izafileştirilmekte hem de özünde reforma tabi tutularak tahrif edilmeye çalışılmakta. Böylece Ortadoğu’da ABD’nin yürüttüğü “İslam’ı iç savaşa sürüklemek” tezi bu defa Avrupa’da devreye sokuluyor. Müslümanlar kendi içinde derin ihtilaflara ve çatışmalara davet ediliyor. Sonuçta segmentleşen Müslümanlar asimilasyona daha kolay uğrayabilecekler. Halbuki Allah’ın dinine karşı yapılan bu hesapların yanında Allah’ın da kendi hesabı var! (Yeni Şafak)