Dünün sorusu: Bu kadar mıyız?
Bugünün sorusu: Bu muyuz?
Dün ile bugünü mukayese ettiğimizde şöyle bir manzara çıkıyor:
Dün ‘bu kadar mıyız?’ diye soruyorduk, bugün ‘bu muyuz’ diye hayıflanıyoruz.
Sayılardan başımızı kaldırıp etrafımızı görebildiğimiz anda ilk fark ettiğimiz şey, her şeyin aslında bir kabuktan ibaret olduğu gerçeğiydi.
Alabalık ile kalabalık arasındaki fark sadece bir harften ibaretmiş meğer.
Tekasür süresine rağmen bizi çoklukla oyalayan kim ise çıksın ortaya.
Hepimiz sanıyorduk ki arkamız ne kadar kalabalıksa önümüz o denli aydınlık olur.
Miting meydanları köpürttü hayallerimizi.
*** *** *** ***
Dün ile bugünü mukayese ettiğimizde iki tip insan çıkıyor ortaya.
Biri, duvarlara yazıyordu dünya görüşünü, sonra devlet görevlisi gelip siliyordu.
Diğeri ise kitaplara, dergilere ve de gazete köşelerine yazıyor ve ardından gelip bir konjonktürel dalga yazılanı hiç yazılmamış hale getiriyor.
Hiç konuşmamış gibi konuşmamız bundandır.
Hiç anlamamış gibi anlamamız da böyle.
Gün demini almadan gündem oluşturuluyorsa sebebini burada aramalıdır.
Haber bültenleri unutturdu sahici acılarımızı.
*** *** *** ***
Önceden konuşacak konumuz, dinleyecek insanımız vardı; lakin derdimizi anlatacak salonlarımız yoktu.
Şimdi her taraf salon. Ne konuşacak konumuz kaldı ne dinleyecek insanımız.
Kimse kulağına bir anlam yüklemiyor artık. Varsa yoksa çene.
Herkes her şeyi herkesten iyi biliyor.
Bir tür bilgi zehirlenmesi ile karşı karşıyayız.
Bilmeyene bildiren bir mekanizma var. Bir tek haddini bildiren yok.
*** *** *** ***
Babam anlatıyor, “evladım” diyor “ne günlerdi o günler, dinimizi öğretecek bir Allah’ın kulu yoktu.
Babam ne Kur’an harflerini biliyor ne de dini tafsilatı.
Ama ömrü boyunca hep istikamet üzere yaşama mücadelesi verdi ve de veriyor.
Bizler bugün yoğun dini telkin ve de vaaz bombardımanı altında büsbütün duyarsızlaşıyoruz. Duyup arsızlaşma (duyarsızlaşma) bu olsa gerek.
Dün İslam’ı tebliğ için söze ihtiyaç vardı, bugün sözden arınmaya, yani “örneklik” teşkil etmeye.
Siz sanıyor musunuz ki insanlar İslam’ı bilmedikleri için yaşamıyorlar; herkes her şeyi gayet iyi biliyor din adına. Ama ne gariptir ki insanımız bilmeyi yaşamaya eşdeğer görüyor. Bildikten sonra ayrıca o düsturu yaşamanın gereğini ciddiye almıyor.
En sahici vaaz insanın insana hayatıyla ve davranışlarıyla örnek olmasıdır.
İnsan inandığı şeyin yaşanılabilir olduğunu başkasının üzerinde görmek istiyor.
Din eğer karşısındakini açmışsa kendisi de aynı şeyi hayatına geçirmeye başlıyor.
***
Dün camide namazda safları sıklaştırmamızın bir tek anlamı vardı: Camiden çıktıktan sonra da sosyal hayatımızda birbirimize yakın ve kardeş olmak.
Sıkıştırılmamış safların arasından şeytan geçeceği şeytanın bile aklına gelmiyordu.
Şimdi ise namaz çıkışı nasıl olsa dağılıp gideceksiniz dört bir yana, birbirinizin yüzüne bile bakmadan hiç olmazsa namazda ayaklarınızı birbirinize uydurun anlamına daha yakın düşüyor saf düzenimiz.
Cemaatle namaz, önünde arkandaki ile sağındaki solundaki ile ayak uydurmak mıdır ki durmadan ikaz ediliyor.
Kalplerin kalplere uyumu için de keşke biraz gayret gösterilip, yüreklerinizi birbirinizle kaynaştırın ikazı yapılmış olsa cemaate. (Milli Gazete)