Sözleriniz keşke tabağımıza düşen sinek olsaydı
Caner Taslaman ve Ebubekir Sifil’in bir televizyon kanalındaki tartışma, pardon düellosunu izleyebildiniz mi?
Her iki tarafın argümanları ve de hakikatle olan rabıtasını öğrenebilmek için o akşam ne yazık ki ben de birkaç saatimi televizyonun başında geçirdim.
Aslında ortada tartışma, tenkit nev’inden bir şey de yoktu.
Bu sadece işin bahanesi gibiydi.
Sevgisiz ve merhametsiz bir tartışmaya şahit olduk o akşam. Umudum benden şikâyetçi oldu. Çünkü onu çok üzmüştüm. Ebubekir Sifil daha konuşmanın başında bu tür mevzuları konuşup tartışmanın yerinin televizyon ekranlarının olmadığını belirtti.
İyi güzel de öyleyse kendisinin ne diye orada olduğunu belirtmedi.
Caner Taslaman ve Ebubekir Sifil her ne kadar bu tartışmanın hakikate ulaşma hedefi dışında bir hedef taşımadığını söyleyip, bu söylemlerini duaya dönüştürdülerse de programın seyri hiç de niyazda bulundukları şekilde cereyan etmedi. Dış sıkma, kaş kaldırma, müstehzi gülüş, inceltilmiş tahkir eksik olmadı tartışmalardan. Özellikle Ebubekir Sifil’in kendi bilgisine güvenmiyormuş gibi karşısındaki kişinin yetersizliğine ve utanmazlığına ikide bir sataşma tonunda atıfta bulunması dikkat çekiciydi. Caner Taslaman’ı ithamlarla alt etme yolunu seçti ki bu hiç de doğru bir usul değildi. Her iki konuşmacı da birbirlerine karşı önyargılarla dolmuştu.
Zira bu tartışma programı, öncesinde sosyal medyadaki karşılıklı salvolarla fitili tutuşturulmuş bir programdı.
Saatler süren program boyunca tartışmacıların hiç biri “yanılmışım”, “yanlış düşünmüşüm” demedi.
Oysa insan yorumlarında ve kanaatlerinde hata yapabilen bir varlıktır.
Tartışma işteş bir fiil olması hasebiyle iki tarafın meseleyi birlikte tartma çabasıdır. Nedense her iki tartışmacı da konuyu değil birbirlerini tartmakla vakit geçirdiler. “Sen ne anlarsın”, “senin gramajın ne!?”, “Sen önce şunu biliyor musun onu söyle?!”… Gibi tahfif edici ifadelerle konudan uzaklaştılar.
Programı izleyen benim gibi birçok kişi her iki tartışmacının da ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğine dikkat kesildi. Biri diğerini kendi itham dairesinin içerisine çekmeye çalışıyordu sanki.
Kişinin kendini tanımlaması değil, karşıdaki kişinin onu kendi tanımı etrafında sınırlaması geçerliydi.
Her iki tarafın da taraftarları vardı ve biri diğerini yenmesi gerekliydi o gece.
Hakikat mi?
Kim takar hakikati!
Hakikatin hatırı gözetilmiş olsaydı o gece, 18 yaşından küçüklerin ve de büyüklerin de bu programı izliyor olduğu ihtimali gereğince ortalama bir mutabakat havası oluşmuş olurdu.
Hiç olmazsa bu atmosfer oluşturulmaya çalışılırdı.
Heyhat! Şişedeki deve sidiği ve kutudaki fare zehri program bitene kadar içinde bulunduğumuz fikir sefaletine sırıtıp durdu.
Ah keşke tabağımıza düşen bir sinek olsaydı konuşulanlar ve kaldırıp atmak yerine, diğer kanadını da yemeğimize batırıp karnımızı doyurur gibi kafamızı ve de kalbimizi doyursaydık.
Hadis-Kur’an arasında bu denli insanları birbirine düşürecek hiçbir şey yok aslında. Hadis peygamberimizin söyleme ihtimali olmayan sözlerin dışındaki sahih ve Kur’an’la uyuşup örtüşen peygamberimize ait dini ilgilendirir nitelikte sözlerdir.
Sünneti Kur’an’a uygun biçimde yaşayabilmek için hadislerin çok iyi hakikat süzgecinden geçirilmesi lazımdır. Bunu söyleyen birine öfke duymanın ne mantığı vardır, ne felsefesi ne hadisi ne de tefsiri.
Sakin olun beyler, siz yenilseniz de hakikat kazansın!
(Milli Gazete)